Seçim Pazarı ve Parti Tezgâhları [Ömer Sağlam]
Eskiler, özellikle de “Kelam-ı Kibar” adı verilen sohbet ehli kimseler, herhangi bir benzetme veya kıyaslama yapacakları vakit “Lâ teşbih ve lâ tenzih” şeklinde bir ibare kullanırlar. Bu ibarenin anlamı kısaca “Benzetmede kusur olmaz ve benzetme bir şeyin değerini eksiltmez” demektir. Bu tabir, bir nevi; söylenecek sözün başında peşin peşin özür dileme anlamına gelir. Dolayısıyla biz de bu yazıya aynı tabirle başlamak istiyoruz. Çünkü bu yazıda bazı benzetmeler ve kıyaslamalar da bulunacağız.
Lâ teşbih ve lâ tenzih; ülkemizde seçim pazarı veya seçim borsası kurulmuş bulunmaktadır. Satıcı durumundaki siyasi partiler tezgâhlarını kurdular ve adaylarını tespit ederek bir anlamda ürünlerini müşterileri olan seçmenlerin beğenisine sunmuş durumdalar. Şimdi sıra geldi yapılacak reklam çalışmalarıyla ürünlerine olan talebi arttırmaya. Partilerin en büyük reklam aracı şüphesiz “Seçim Beyannameleri” ve “Propaganda” çalışmalarıdır. Müşteri durumundaki seçmen, hangi satıcının reklamını, yani hangi partinin tanıtımını inandırıcı bulursa gidip onun ürününü alacaktır. Yani ona oy verecektir.
Bazı müşteriler ise, benim göz ve damak zevkim değişmez diyerek, reklamlara aldırmadan yine aynı satıcının tezgâhına yanaşacak, yani yine aynı partiye oy verecektir. Esasen satıcı durumundaki siyasi partiler de bu gerçeği bilmektedirler. Onların derdi ayran gönüllü müşterileri, yani yüzergezer oyları, daha doğru tabirle kararsızları kendi tezgâhlarının başına çekmektir.
Bu arada seçim pazarının zabıtası durumundaki "Yüksek Seçim Kurulu" da çalışmaya başlamış bulunmaktadır. Onların görevi, pazara defolu, ıskarta ve çürük mal girişini engellemektir. Seçim pazarının zabıta güçleri, ilk müdahaleyi yapmış bulunuyor. Zira BDP destekli 12 adayın seçilme yeterliliğine sahip olmadıkları gerekçesiyle adaylıklarını geçersiz sayması ve ÖDP’nin seçimlere katılamayacağına karar vermesi, bir anlamda zabıta güçlerinin seçim pazarındaki denetimlerini sıklaştırdığı, daha doğrusu sıkılaştırdığı anlamına gelmektedir. Hâlihazırda tatları biraz kekremsi, üstelik az çok defolu oldukları bilinse de uzun süredir tezgâhta bulunan Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel’in, bu sezon tezgâhtan indirilmeye çalışılması, zabıta güçlerinin seçim pazarındaki denetimlerini sıkılaştırdığını göstermektedir.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu pazarlarından alışveriş yapan müşteriler bu durumu, “Zabıta bu mevsim bizim elma yememizi uygun görmüyor, onun yerine bize ısrarla erik öneriyor” şeklinde yorumlar mı bunu zaman gösterecektir. Umalım ve dileyelim ki; bu müşteriler, zabıtaya kızıp, ellerine geçirdikleri patates, turp, kabak, lahana ve pırasalarla zabıta karakollarına karşı saldırıya geçmezler…
Parti Tezgâhları
"12 Haziran Genel Seçimleri" için partiler, tezgâhlarını az çok değiştirmiş bulunmaktalar. Bazıları tezgâhlarını gözle görülür şekilde değiştirirken, bazıları bazı küçük değişikliklerle yetindiler. Meclis'te grubu bulunan üç siyasi partiyi ele alacak olursak;
MHP’de kayda değer bir değişiklik göze çarpmamaktadır. Çünkü MHP, eski kadrosunu büyük ölçüde muhafaza etmektedir. Yaşı 70’i geçtiği için hafıza sorunu yaşayan ve bu sebeple de liderinin ısrarla “İmralı canisi” ve “Bölücü başı” dediği Apo’ya “Sayın” demekte hiçbir beis görmeyen Tunca Toskay’ın hâlâ partinin tezgâhında bulunması, MHP’de değişen hiçbir şeyin olmadığını göstermektedir.
Eskinin hızlı ülkücülerinin, hatta bir dönemde bu örgütte yöneticilik yapmış ülkücülerin partide kendilerine yer bulamayıp, AKP’nin kapısına dizildikleri bir ortamda MHP yöneticilerinin ısrarla DYP ve ANAP’ın eskilerini partiye adapte etmeye çalışmaları anlaşılır gibi değildir. Anlaşılan MHP’nin, mevcut yönetimi MHP içinde güçlü bir ülkücü grubun oluşmasını istemiyorlar. Sayın Bahçeli’nin bir taraftan “Ülkücü MHP’de olur” diyerek kestirip atması, bir taraftan da “MHP, DYP’nin ve ANAP’ın hurdalığı oldu” diyerek partiden kopan ülkücüleri kazanmak için hiçbir şey yapmaması, aslında tam bir çelişkidir.
MHP, Galatasaray’da futbol oynadığı sırada Hakan Şükür’le birlikte boylarının uzunluğundan hareketle “Yürüyen Kuleler” olarak isimlendirilen futbolcu simsarı Saffet Sancaklı’yı partinin tezgâhına koymuş bulunuyor. MHP’nin tezgâha çıkardığı diğer iki isim ise Baybora Cihan Kahveci ve Zühal Cafoğlu. Vaktiyle Galatasaray’ın ikiz kulelerinden birisi olan Saffet Sancaklı’nın MHP’nin tezgâhına konulmasının sebebini gerçekten de bilmiyorum. Baybora Cihan Kahveci’nin tezgâha konulmasının sebebi ise muhtemelen babasının merhum Adnan Kahveci olmasıdır. Anlaşılıyor ki; MHP, Merhum Adnan Kahveci’nin genlerine umut bağlamış bulunuyor.
Bir akademisyen olan Zühal Cafoğlu’nun ismini 1990’lı yıllardan beri duyduğum hâlde bu hatunun kim olduğunu gerçekten de bilmiyor, ancak merak ediyordum. Meğer adı geçen, Gazi Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve Sayın Bahçeli’nin danışmanıymış. Zühal Cafoğlu’nun ismini duymamın sebebi ise Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan bir kitaptır. Yanlış hatırlamıyorsam tam ismi “Millî Eğitimde Alternatif Perspektif” olan ve laik demokratik eğitim sistemine tam bir başkaldırı manifestosu şeklinde hazırlanan kitabın yazarlarından birisi de Zühal Cafoğlu’dur. Prof. Dr. Mustafa İsen, Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Doç.Dr. İrfan Erdoğan, Dr. Öner Kabasakal ise bahse konu kitabın diğer yazarlarıdır. Diğerlerinin az çok neler yaptıklarını ve devlet katında hangi noktalara kadar yükseltildiklerini biliyordum ama ne yalan söyleyeyim, Zühal Cafoğlu’nu pek tanımıyordum. Seçimler sebebiyle onu da tanımış olduk.
MHP’nin en ilginç adaylarından birisi de galiba General Engin Alan’dır. Görülmekte olan Balyoz Davası’nın sanıkları arasında olduğu için MHP tarafından aday gösterilmesi tenkit konusu yapılan Engin Alan’ın aday gösterilmesinin sebebi, Sayın Bahçeli tarafından, terörle mücadelede kahramanca mücadele etmesi şeklinde gösterilmektedir. Ayrıca Engin Alan, ne de olsa İmralı canisi Apo’yu Kenya’dan getiren “Özel Kuvvetler”e bağlı timin de komutanıdır. Oysa Devlet Bahçeli’nin unuttuğu bir husus vardır. Yanılmıyorsam, 4 Temmuz 2003 tarihinde Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde başlarına çuval geçirilen “Bordo Bereliler”in komutanı da General Engin Alan idi. Ve yine yanılmıyorsam adı geçen aynı görevi 2004 yılına kadar sürdürmüştür.
Burada söylenecek söz şudur; General Engin Alan, ne sırf Apo’yu Kenya’dan, Şemdin Sakık’ı Kuzey Irak’tan getiren "Bordo Bereliler"in komutanı olduğu için bir kahramandır, ne de Süleymaniye’de başlarına çuval geçirilen "Bordo Bereliler"in komutanı olduğu için suçludur. O da diğer pek çok general gibi terörle mücadelede kendisine verilen yetki çerçevesinde bu ülkeye hizmet etmiş bir askerdir. Dolayısıyla partilerimizin, aday tespit ederken böyle tek taraflı ve sığ değerlendirmelerden kaçınmasında fayda vardır. Üstelik Apo ve Şemdin Sakık, birileri tarafından paketlenmiş olarak Türkiye’ye teslim edilmişlerdir.
İtiraf etmek gerekirse; ben, Alparslan Türkeş’in vefatına kadar MHP’nin siyaset anlayışı ile paralel düşünen bir insandım. Ancak daha sonraki yıllarda da bazen MHP’ye oy vermekle birlikte Merhum Türkeş’in vefatıyla birlikte, MHP’nin çizgisinden çıktığını ve toplumu kucaklayıcı rolünü büsbütün kaybetmekte olduğunu üzülerek gördüm. Türkeş’in vefatıyla birlikte çocuklarının birbiriyle miras kavgasına tutuşması ve oğul Tuğrul Türkeş’in, 1997 yılındaki olaylı MHP kongresinden sonra partiden koparak ATP (Aydınlık Türkiye Partisi) adıyla yeni bir parti kurması da bu konuda son derece etkili olmuştur. Binlerce ülkücü, inandırıldıkları dava uğruna canlarını verirken Merhum Türkeş’in aynı dönemde yüklüce servet biriktirmiş olması bir yana, eşinin ve çocuklarının kamuoyunun gözü önünde birbirleriyle miras kavgasına tutuşmaları beni hep üzmüş ve MHP’den soğutmuştur. Oysa Türkeş ailesinin fertleri, çok daha makul ve mantıklı hareket ederek hem babalarının kemiklerini sızlatmaz, hem de Türk milliyetçiliğine gönül vermiş milyonlara hayal kırıklığı yaşatmamış ve kendilerinden soğutmamış olurlardı.
Ayrıca Doğu'nun pek çok ilinde ve Güneydoğu’da hiç varlığı bulunmayan bir MHP’nin, ülkeyi birlik ve beraberlik içinde nasıl yönetebileceği de benim kafamda hep soru işaretleri bırakmıştır. Bana göre MHP’nin, bu hâliyle ülkeyi adam akıllı yönetmesi de mümkün değildir. AKP’nin açılım çalışmalarının, ülkeyi bölünmenin, toplumu ise ayrışmanın eşiğine getirdiği doğrudur. Ancak MHP’nin bu konuda hiçbir politikasının olmadığı da bir gerçektir. Terörle mücadelede kahramanca mücadele ettiği söylenen General Engin Alan’ın partinin vitrinine konulmuş olması, MHP’nin güneydoğu sorununun çözümü konusunda izleyeceği politika hakkında size de az çok bir fikir veriyor mu bilmem. Ancak şurası muhakkak ki; küreselleşen dünyada askerî yöntemlerle bin yılın kardeşliğini yaşatmak bundan sonra hiç mümkün değildir…
* * *
AKP’nin seçim pazarına yerleştirdiği tezgâhta da fazla değişen bir şey yoktur aslında. Yaşı yetmişi geçmiş Vecdi Gönül hâlâ tezgâhta. Yaşları Vecdi Gönül kadar olmasa bile hayatlarının çeyrek yüzyılını parlamenter olarak geçiren Cemil Çiçek ve Abdulkadir Aksu da öyle. Eyüp Cenap Gülpınar ve oğlu Kasım Gülpınar örneğinde olduğu gibi babadan oğla geçen parlamenterlik müessesesi de AKP’dedir.
Böyle olunca AKP’de en dikkat çeken değişiklik, MHP’nin ve ülkücü hareketin kurucusu Alparslan Türkeş’in küçük oğlu Ahmet Kutalmış Türkeş’in AKP’nin pazar tezgâhının üzerine konulmasıdır. AKP, böylece MHP’nin tabanı olan ülkücülerden oy alacağını düşünüyor olmalıdır. AKP’nin siyaseten bir tıfıl olan Ahmet Kutalmış Türkeş’ten, özellikle de Türkeş soyadından medet umması, AKP adına gerçekten de hazindir. Bu bakımdan MHP’li Tuğrul Türkeş’in “Babam, kardeşimi özel olarak yetiştirmiştir. AKP’nin yanlışlarını kardeşim Ahmet düzeltecektir” şeklindeki iğnelemeleri herhâlde hazmedilir bir şey değildir.
Oysa bana göre; elbette amaç itibarıyla MHP’nin Adnan Kahveci’nin oğlu Cihan Kahveci’yi aday göstermesiyle AKP’nin A.Kutalmış Türkeş’i aday göstermesi arasında hiçbir fark yoktur. Elbette Ülkücüler çok daha iyi bilirler ama yine bana göre Ahmet Kutalmış Türkeş’in, Ülkücüler içinde herhangi bir karşılığı da yoktur. Çünkü A.Kutalmış Türkeş, bugüne kadar adı sanı duyulmamış bir gençtir.
Öte yandan ben, 12 Eylül referandumu öncesinde, asılarak idam edilen ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektubunu okuyup ağlayarak, ülkücülerden “EVET” oyu isteyen, referandum sonrasında katılmış olduğu bir TV programında ise gazeteci Mehmet Barlas’ın bir sorusu üzerine “MHP’lileşmekten hicap duyarım” diyerek milliyetçiliği ve ülkücülüğü utanılacak bir durum olarak gören Başbakan’ın bu manevrasına inanacak kadar saf olmadıklarını da düşünüyorum.
Zira ülkücüler, sokaklardan çekileli ve iddiaya göre; ellerine bilgisayarları alıp Türkiye’nin ve dünyanın gerçeklerini tanıyalı çok zaman oldu. Onlar, artık yaş tahtaya basmayacak kadar büyümüş durumdalar. Kolay kolay kandırılamazlar. Çünkü referandumla genel seçimler aynı şey değildir. Referandumda “EVET” oyu veren ülkücülerin genel seçimlerde AKP’ye “EVET” oyu vereceklerini düşünmek herhâlde safdillik olacaktır.
AKP’nin bir başka manevrası da Galatasaray’ın ikiz kulelerinden Hakan Şükür’ü tezgâha çıkarması olmuştur. Gerçi bu durum, ta 12 Eylül referandumu öncesinden belliydi. Hakan Şükür’ü, Diyarbakır meydanında Başbakan’ın yanı başında şapkasıyla halkı selamlarken görünce “Tamam” demiştim ben; “Güreşçi Hamza Yerlikaya’nın yerine topçu Hakan Şükür geliyor”.
Anlaşılan MHP ile AKP önümüzdeki dönemde TBMM’de önemli paslaşmalarda bulunacaklar. MHP’li Saffet Sancaklı’nın ceza sahası içine kestiği toplara AKP’li Hakan Şükür yükselip golleri atacaktır. Ya da MHP’li Tuğrul Türkeş’in vermiş olduğu ayak paslarını kardeşi A.Kutalmış Türkeş gol yapacaktır. Şaka bir yana ben, Saffet Sancaklı’nın seçileceğine hiç ihtimal vermiyorum. Ayrıca, MHP ve AKP’nin gen teknolojilerinden habersiz bir şekilde, Adnan Kahveci ve Alparslan Türkeş’in genlerine umut bağlamalarını ise büyük bir şaşkınlıkla izliyorum.
* * *
Bu arada en büyük değişikliğin ve düzenlemenin CHP’nin seçim tezgâhında olduğunu herkes gibi ben de gözlemliyorum. Süper güç ABD ile dünyanın sayılı büyük devletleri olan Rusya ve İngiltere’nin ellili yaşlardaki liderler tarafından idare edildiği bir zaman diliminde CHP’nin tezgâhındaki değişimi gerçekten de önemli görüyorum. CHP, tezgâhta uzunca bir süre bekledikleri için artık buruşmaya yüz tutmuş bazı ürünlerini tezgâhtan kaldırmakla gerçekten de ekonominin ve ticaretin kurallarına uygun hareket etmiştir. CHP, hac konusunda kendisinden yardım isteyen vatandaşları “Boşuna Araplara para yedirmeyin” diyerek kapısından çeviren bir zihniyetten, “İslam dininin temel amacı, Allah’a ve ahiret inancına dayalı ahlaki bir toplum yaratmaktır. Hazreti Muhammed’in hayatı İslam’ın bu temel mesajını insanlığa ulaştırmak üzerine kuruludur.” (*) diyen bir zihniyete evrilmiş bulunmaktadır. Bu durum CHP için hiç de az bir gelişme ve değişme sayılamaz.
Ancak CHP’nin tezgâha koyduğu bazı ürünler, rakip siyasi pazarlamacılarca alabildiğine tenkit edilmektedir. Özellikle Başbakan, bazı Ergenekon sanıklarının CHP tezgâhında kendilerine yer bulmasını, “CHP içinde Ergenekon’un irtibat bürosu açılmıştır” şeklinde yorumlamaktadır. Evet, masumiyet karinesine bizler de inanıyoruz. Esasen çeşitli sebeplerle tutuklu bulunan, ancak haklarında herhangi bir hüküm bulunmadığı için henüz sanık durumunda olan kişilerin aday gösterilmesinde herhangi bir sakınca olmadığını mevcut hukuk düzeni de vazediyor. Ancak Ergenekon sanıklarının aday gösterilmeleri, muhtemelen CHP’nin yumuşak karnı olarak seçimlere kadar gündemde kalmaya devam edecek ve rakipleri CHP’ye sürekli buradan yükleneceklerdir.
Diğer Ergenekon sanıkları gösterildikleri bölgelerde neler yapar bilmiyorum. Ancak Ankara’da yaşayan bir seçmen olarak bana göre Sayın Sinan Aygün, CHP adına Ankara II. Bölge için kesinlikle iyi bir tercih değildir. Zira Sayın Sinan Aygün’ün sağcılık derecesi, genelde sağ görüşlü ve dindar insanlardan müteşekkil Ankara II. Bölge için kesinlikle yeterli değildir. Şu kadarını da söyleyelim ki; bana göre, CHP'nin, Ankara II. Bölge'den 4'ün üzerinde çıkaracağı her milletvekili, Sinan Aygün'ün değil, Sayın Kılıçdaroğlu'nun başarı hanesine yazılmalıdır…
Ömer Sağlam
________________
(*) Hac konusundaki değerlendirme CHP Eski Genel Sekreteri Önder Sav’a aittir. Diğer sözler ise Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kutlu Doğum konuşmasından alınmıştır.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.