"KAYIP KITALAR SERİSİ 8"
Bir yer düşünün!
Kuş uçmaz, kervan geçmez, hemen hemen her mevsim buz gibi rüzgârların okşadığı, güneşin bile uğramakta tereddüt ettiği ama uğradığında da nefis görüntüler verdiği; bir dağ başı, bir yayla…
Üzerine şu bilgileri de ekleyin:İnsanlık için, binlerce yıldır hayati olarak tanımlanan yiyeceklerin birçoğunun, hatta neredeyse hiçbirinin yetişmediği bir bölge… Bizim “Büyük Ağrı”dan daha alçak, ama Küçük Ağrı”dan da yüksek bir yer.
Birileri gelip buraya, yaşadıkları devre göre oldukça büyük; yağmalardan arta kalıp bugüne ulaşan buluntulardan hareket ettiğimizdeyse günümüz standartlarına göre daha mütevazı boyutlarda bir kent kurmuş!
Neden?
Akılları mı kıtmış, yoksa başka şeyler yüzünden mi burayı seçmişler?
Örneğin korku?
Daha önce yaşadıkları yerler; başka insanların, hatta dev hayvanların ya da doğanın, örneğin tufanlara neden olan yağmurların, yükselen denizlerin hışmına uğrayıp suların altında mı kalmış ki, selameti dağların tepesine kadar tırmanmakta bulmuşlar.
Yoksa yer kabuğunda oluşan hareketlenmeler yüzünden, yaşadıkları denizin kıyısı, buralara kadar mı yükselmiş?
Kentin varlığı öğrenildiğinden beri, “Aman benden uzak dursun, yoksa bugüne kadar öğrenip öğrettiklerimizin çoğu boşa gider de dünyaya rezil oluruz” diyerek üç maymunu oynayanların dışında kalan birkaç bilimci ile kırıp dökmedikleri zaman ruhlarındaki gezip, görme coşkusu nedeniyle tarihin tüm dallarına büyük hizmetleri geçen tarih maceracılarının kafasını kurcalayan sorular bunlar.
Her varsayımı ayrı ayrı savunanlar olduğu gibi, hepsine birden “olabilir” diyenler de var. Genelde rağbet görenler, denizlerle ilgili olan, o iki varsayım…
Örneğin Kâşif-Arkeolog Arturo Posnansky: “Burası, en az on bin küsur yıl kadar önce Pasifik kıyısında bir kentken, jeolojik olaylar sonucu bugünkü yerine yükselmiştir” demiş.
Kendisini benimseyen halkların kullandığı dillere göre Arthur ve Arturo olarak çağırılan Posnansky, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun aslen Polonya kökenli bir vatandaşıydı. Baba mesleği olan kimyadan çok iyi anlayan, mühendislik eğitimi almış, yüzbaşı rütbesine kadar yükselmiş bir deniz subayıydı. Arkeolog ve kâşif olarak ünlenmesinde, arkeolojiye yatkın zekâsının yanında, bu eski meslek ve uğraşlarının büyük etkisi oldu.
Bunları anlatma nedenim; o sözleri söyleyen kişinin ne derece değerli bir uzman olduğunu fotoğraflamak.
Aslında fotoğraflamak istediğim çok konu var.
Bu demektir ki, ileride daha da ilginçleşecek bu konu için, bir sayfa daha çevireceğiz.
Günay Tulun
“KAYIP KITALAR KİTABI" adlı serinin bir önceki yazısı "Sonsuz Bir Aşktır Mu?”