Ömer Sağlam
Sen Neymişsin Be Tayyar Abi A... [Ömer Sağlam]
Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
DİB
ve TDV mensuplarının, yapmış oldukları yurtiçi ve yurtdışı seyahatlere
ilişkin not tutmaları ve bu notları daha sonra makale ve kitap haline
getirerek para karşılığı yayınlamaları bir gelenektir. Üstelik bu işi,
genelde DİB ve TDV imkânlarını kullanarak yaparlar. Bunun
için en genel geçer yayın araçları, Diyanet Aylık Dergi ve TDV Yayın
Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi’nin yayın imkânlarıdır. Diyanet Aylık
Dergi’de gezi notları ve makale olarak yayınlanan ve yazarına telif
hakkı ödenen bu tür seyahatler, TDV tarafından kitap olarak
yayınlanmakta ve yazarlarına hatırı sayılır miktarlarda telif hakkı
ödenmektedir. Dr. Abdülbaki
Keskin ve Halit Güler gibi adamlar, seyahat notları TDV
tarafından kitap olarak basılan DİB yöneticilerinden sadece birkaçıdır.
Dönemin Diyanet İşleri Başkanı M.Nuri Yılmaz’ın, bu tür seyahatlerde
çektirdiği fotoğraflar ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nca “Son On Yılda Diyanet İşleri Başkanlığı” adıyla kitaplaştırılmıştır/ albümleştirilmiştir.
Anılarını
kitaplaştıranlardan birisi de yaklaşık 30 yıldır Diyanet’in Sultan
derecesindeki tek adamı olan Tayyar Altıkulaçtır. Ancak o, her nedense
anılarını başka bir yayınevinde kitaplaştırmıştır. Zira onun
hatıralarından oluşan “Zorlukları Aşarken” isimli kitap, 2011 yılında İstanbul’da Ufuk Yayınları isimli yayınevi tarafından 3 cilt olarak yayınlanmıştır. “Sahtekâr” pozisyonuna düşürülerek bursu kesilen Zaur Şükürov’un bildirdiğine göre; kitabın 3.
cildinin 961-1009 sayfalarında yer alan “Azerbaycan Yollarında” başlıklı bölümün, 981-985 sayfalarını kapsayan “Dağıstan Sınırında Yaşadığım Macera” ara başlıklı bölümünü gelin isterseniz hep birlikte okuyalım:
“(s.981)Dağıstan sınırında yaşadığım macera:
Rusya Federasyonu sınırları içinde bulunan Dağıstan’da (Derbent
şehrinde) özel bir üniversite bünyesinde İlâhiyat Fakültesi açılması
için Türkiye Diyanet Vakfı’ndan istekte bulunan bu üniversitenin
rektörüyle görüşmek ve vakıf adına protokol imzalamak üzere Dağıstan’a
gitmem kararlaştırılmıştı.
O
tarihlerde Azerbaycan’a yapacağım bir seyahatle bu programı
birleştirmek istedim ve Bakü’ye gitmişken birkaç saatlik kara yolculuğu
ile bu ziyareti gerçekleştirmenin hem zaman ve hem ekonomik açıdan daha
uygun olacağını düşündüm. Rusya Federasyonu’nun İstanbul’daki
Başkonsolosluğu’ndan bu ülkeye gitmek üzere vizemi de aldım. Vize
öncesinde doldurduğum form belgede hangi şehre ve ne için gideceğime
dair sorulara da cevap vermiş ve Dağıstan’ın Derbent şehrine gideceğimi
açıkça belirtmiştim.
Bakü’deki
görevimi tamamladıktan sonra o tarihlerde Bakü İlâhiyat Fakültesi’nde
dekan yardımcısı olan Celal Erbay ve şu anda adını hatırlamadığım bir
başka öğretmen arkadaşımızla birlikte Azerbaycan-Dağıstan sınırına çok
yakın mesafede bulunan Kusar şehrine hareket ettik.
Derbent’teki
üniversitenin rektör yardımcısı –adını yanlış hatırlamıyorsam- Osman
Osmanov da bu şehirde ikamet ediyor, Derbent’teki görevine sınırı
geçerek gidip gelmek suretiyle devam ediyordu. Bu zatla Kusar’da
buluşacak ve onun otomobiliyle Dağıstan’a geçecektik. Kusar’a varınca
Osman Osmanov ile buluştuk; bazı hizmetler konusunda ilgililerle
yapacağı görüşmeler için Celal Erbay’ı burada bırakarak bu zatın
otomobili ile yola çıktık.
Zannediyorum
yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuktan sonra sınıra ulaştık. Kapıda
pasaport kontrolünü yapan polis benim bu kapıdan Dağıstan’a giriş
yapamayacağımı, Dağıstan’a ancak Moskova üzerinden gidebileceğimi
söyledi. Şaşırdık. Yol arkadaşım ne kadar dil döktü ise de sonuç
alamadık.
Nihayet
Osman Bey beni üç-beş km gerideki bir karakolda görevli polis memuru
arkadaşının yanına bırakarak Derbent’e yalnız gitmeyi ve benim (s. 982) girişimi, yerel idarecilerle görüşerek rektörün sağlayabileceğini söyledi. Birlikte geri dönüp dediği yere gittik.
Karakoldaki
polis memuru rektör yardımcısı gibi Lezgi asıllı idi. Hikâyemizi
dinledikten sonra, hudut kapısında Lezgi asıllı görevliler bulunduğunu,
onların bir şekilde bu geçişi sağlayabileceklerini söyledi ve onlardan
birini bulmamızı önerdi. Bunun üzerine tekrar hududa giderek görevli bir
Lezgi bulup yardımcı olmasını istedik. Bu Lezgi’ye göre çözüm şöyle
olacaktı:
Gümrük
sahasında görevli birine 50 USD para verilerek onun arabasıyla –ama
Dağıstan tarafına gidenlerin geçtiği kapıdan değil, oradan gelenlerin
Azerbaycan tarafına giriş yaptıkları kapıdan- benim geçişim sağlanacak,
rektör yardımcısı da kendi arabasıyla normal geçişini yapacak ve
Dağıstan tarafında buluşulacak.
Biraz
sonra bulunduğumuz yere gelen başka bir görevli beni arabasına alıp söz
konusu kapıya doğru hareket etti, ancak kapıya vardığımızda nöbetçi
asker tüfeğini uzatarak önümüzü kesti, bu kapıdan giremeyeceğimizi
söyledi. Askerin ikna olmayacağını anlayınca geri döndük.
Bu
defa yan camları filimle karartılmış bir araba ile başında resmî gümrük
memuru şapkası olan bir başka şahıs geldi. O da beni arabasına alarak
aynı kapıya, ama biraz daha hızlı bir şekilde yürüdü. Kapıdaki asker
biraz şaşkınlık ve tereddüt geçirdiyse de, direksiyondaki kişi
üniformalı ve resmî kasketli olduğu için bu tereddüt bizi engellemeye
dönüşmeden sahaya girdik ve biraz ilerleyip sahadan çıktık. Yani
pasaport işlemi yaptırmadan, bir bakıma pasaportsuz olarak Dağıstan’a
(Rusya Federasyonu topraklarına) geçmiş oldum. Arabasıyla bu geçişi
sağlayan kişiye de 50 USD’yi ödedim(*).
Rusya
topraklarına girmiştik, ama akşamüzeri aynı yerden dönüş yaparken
başımıza neler gelebileceğini hiç aklımıza getirmedik. Rektör beyin
Derbent’te yerel yöneticilerle görüşerek bizi tekrar Azerbaycan’a
geçireceğini farzettik. Farzetmenin de ötesinde, rektör beyin
girişimleriyle bu konunun halledileceğini yol arkadaşım açıkça ifade
etmiş ve ben de öyle olacağına inanmıştım. Bu inançla ve biraz da bizi
içeri sokmayan görevlilere karşı başarı kazanmış olmanın sevincini
yaşayarak yolumuza devam ettik.
(s. 983) Yanılmıyorsam sınıra 60 km
mesafede bulunan Derbent şehrindeki görüşmelerimiz tamamlandı.
Protokolü imzaladık. Rektör beyle birlikte onun hudut istikametinde
bulunan bir köydeki evine ulaştık. Yemek ikramından sonra ben rektör
beyin huduttan geçişimi bizzat sağlayacağını düşünürken bir müddet sonra
bu zat beni yine aynı yardımcısıyla, ama yanımıza Derbent belediye
başkan yardımcısını ve din görevlisi Şehâbeddin Kerimov’u da katarak
hududa yolcu etti.
Bu
durum karşısında ben Azerbaycan tarafına rektör yardımcısı Osman
Osmanov’la nasıl geçiş yapacağımızın merakı içindeydim. Rektörün bize
arkadaş olmamasından rahatsız oldum ve biraz da endişelendim. Sabah
saatlerinde girişimize izin vermeyen görevlilerle karşılaştığımızda bu
adamlar beni tanıyabilir ve Dağıstan tarafına nasıl geçtiğimi sorabilir,
hapse de atabilirlerdi. Çünkü pasaportumda giriş damgası yoktu.
Hududa
ulaştığımızda gümrük sahasına girmeden arabamızı bir kenara çekerek
durduk ve geçişin nasıl olacağını müzakere etmeye başladık. Sabahki
Lezgi asıllı resmî gümrük memuru bulunacak ve yardım istenecekti.
Yanımdakiler gidip geldiler ve o kişinin nöbetten çıkıp gittiğini
söylediler.
Tekrar
gittiler, bir müddet sonra bir başka görevli Lezgi gelip arabada yanıma
oturdu. Elinde Osman Osmanov’un pasaportu vardı. Pasaporttaki resmi
göstererek “Bu sana benziyor mu?” diye sordu, “Seni bu pasaportla
çıkarmak istiyoruz” dedi. İyice heyecanlanmaya başlamıştım. Böyle bir
şeyin olamayacağını, resmin de bana hiç benzemediğini söyledim. Diğer
arkadaşların nerede olduğunu sordum. Yeterli bir cevap alamadım. Bu kişi
gitti ve ben yine arabada yalnız beklemeye başladım.
Bir
müddet sonra belediye başkan yardımcısı geldi. Osman Osmanov’un
pasaportu ile çıkış yapmamdan başka çaremizin olmadığını söyledi. Yani
kimsenin yapacağı bir şey olmadığı iyice anlaşılmış, beni de iyice (s. 984) heyecan
sarmıştı. Ben Osman Osmanov’un pasaportu ile çıkacağıma göre onun nasıl
geçiş yapacağını sordum. “Bu pasaportla ben seni geçireceğim, sonra
geri dönüp onun pasaportunu kendisine iade edeceğim, o da arabasıyla ve
aynı pasaportla geçiş yapacak, dışarıda buluşacaksınız” cevabını verdi.
Osman
Osmanov bazen her gün, bazen haftada bir iki defa geçiş yaptığı için
onun pasaportuna mühür vurmazlar, pasaportunu gösterip geçermiş. İki
tarafta görevi bulunan kişiler için uygulama böyle imiş.
Sözü
uzatmayalım, belediye başkan yardımcısı ile sahada yaya olarak
ilerlemeye başladık. Konuşa konuşa yürüyecektik, o Rusça bir şeyler
anlatacak, ben de ara sıra onu tasdik ediyormuş gibi “haroşo”
diyecektim. Bu kelime, onun anlattıklarına katıldığımı ve onayladığımı
ifade ediyormuş.
Dediği
gibi yaptık, yani o devamlı hiç anlamadığım konuşmasını sürdürüyor, ben
de anlıyormuş gibi “haroşo” demeyi sürdürüyordum. Nihayet kapısında
asker bekleyen bir kulübenin önüne geldiğimizde pasaportları (yani
belediye başkan yardımcısının pasaportu ile Osman Osmanov’un
pasaportunu) askere verdik. Asker iki pasaportu birlikte eline alarak
üstün körü baktıktan sonra inceleme yapmadan iade etti ve bizi kontrol
sahasına aldı.
Biraz
sonra polis kulübesine ulaştığımızda benim yüreğimdeki sıcaklığın iyice
arttığını hissediyordum. Bu arada ben Rusça konuşmaya, yani “haroşo”
sözcüğünden başka ses vermeyen kırık plağı döndürmeye elbette devam
ediyordum. Önümüzde sırada orta yaşlı bir kadın vardı. Pasaportu kontrol
ediliyordu, derken görevli polis çıldırırcasına bu kadına bağırmaya
başladı. Polisin sesi yeri göğü inletiyordu.
Araya
girerek polisi sakinleştirmek görevi yanımdaki kişiye (belediye başkan
yardımcısına) düşmüştü ve bu vesile ile arkadaşım polisle sıcak bir
ilişki kurmuş oluyordu. Kadın oradan ayrıldı ve bizim pasaportlarımız
polisin önüne kondu. Her gün giriş-çıkış yapabilen iki pasaportu gören
görevli polis benim yüzüme bile bakmadan ve herhangi bir inceleme
yapmadan pasaportları iade etti ve biz de teşekkür ederek oradan
uzaklaştık.
Ben
sanki dünyaya yeniden gelmiş gibi oldum. Biraz ileride bir yerde
belediye başkan yardımcısı ile vedalaşıp bulunduğum yerden süratle (s. 985)
uzaklaştım ve rektör yardımcısı Osman Osmanov ile buluşacağımız yere
doğru hızlı adımlarla ilerledim. Tabiatıyla geçişimi sağlayan pasaport
geri götürüldü ve bir müddet sonra da otomobiliyle geçiş yapan Osman
Osmanov ile buluşup birlikte Kusar yoluna koyulmuş olduk.
İşte
böyle. Rusya Federasyonu topraklarına pasaportsuz olarak ve elini
kolunu sallaya sallaya girip çıkabilen kaç kişi var bu dünyada deyip
biraz övünebilir miyim, bilemiyorum. Şaka bir yana, olay aklıma geldikçe
her seferinde yüreğimde aynı sıcaklığı ve heyecanı hisseder gibi
oluyorum.
Yakalanmam
durumunda başıma neler gelebileceğini bir düşünün. Zindanlarda belirsiz
bir müddet kalmak bir yana, bu işin bir de Türkiye tarafı vardı. Zira
bu olayı yaşayan kişi, kısa bir süre sonra (24 Aralık 1995) yapılacak
genel seçimlerde milletvekili aday listelerinde adı bulunan biriydi. Hiç
şüphe yok, gazetelere manşet olacak ve derdimi kimseye anlatmayı
başaramayacaktım. Yani rezil olmak işten değildi. Ne diyelim, cahillik
yaptık bir kere. Ama bu yollara niçin düştüğümüzü
bilen yüce yaratan beni korumuştu. Hiç şüphe etmiyorum, merhameti ve
himayesi o gün kesinlikle benimle idi.”(1)
Görüldüğü gibi; Bay Altıkulaç’ın anlattıklarının içinde rüşvet var, yalan var, aldatma var, hile var, sahtekârlık var, yasakları delme var, bir ülkeye kaçak giriş-çıkış
var. Var oğlu var. İşte bütün bunları yapan bir adam, bu ülkede
yıllarca Diyanet İşleri Başkanlığı ve parlamenterlik yapmıştır. Üstelik
de AKP saflarında yıllarca TBMM Milli Eğitim Gençlik ve
Spor Komisyonu Başkanlığı yapmıştır. Yani bütün bu sıfatlarıyla
Diyanet’te Müslüman halka fetva, TBMM’de Türk gençliğine istikamet
vermiştir iyi mi? “Ama bu yollara niçin düştüğümüzü bilen yüce
yaratan beni korumuştu. Hiç şüphe etmiyorum, merhameti ve himayesi o gün
kesinlikle benimle
idi” sözleri, adı geçenin bu sıfatlarını ilga eder mi ve kendisini günahlardan arındırır mı bilmem. Onu da varın siz düşünün!(2)
Ömer Sağlam
Ömer Sağlam
*
Bazı okuyucularımız, 50 doların adı mı olur? Bu paraya rüşvet değil
dense dense cep harçlığı denir diye düşünebilirler. Oysa hayır; o
tarihlerde muhtemelen 50 dolar rüşvet verilen gümrük memurunun aylık
maaşı 50 dolar bile değildi. 30-40 dolar civarında maaş alıyordu. 1997
yılında TDV tarafından Bakü’de işletilen Göytürk isimli matbaada yapmış
olduğum incelemelerde Azerbaycan vatandaşı işçilere 100-130 dolar maaş
verildiğini ve bu miktarın o günkü Azerbaycan şartlarında, üst düzey
Azeri yöneticilerin maaşlarından bile fazla olduğunu söylemişlerdi bana.
Dolayısıyla o gün için 50 dolar oldukça yüksek miktarlı bir rüşvettir!
1-Bu bölüm, Zaur Şükürov’un e-postasından alınmıştır. Zaur Şükürov bu konuda şöyle diyor e-postasında: “Hocam, Bay Altıkulaç’ın Dağıstan’a kaçak geçmesi konusuna gelince, bu olayı üç ciltlik Zorlukları Aşarken
adlı hatırat kitabının (İstanbul: Ufuk Yayınları, 2011) 3. Cildinde
TDV’nin, bağımsızlığına kavuşmasından itibaren Azerbaycan’daki
faaliyetlerini anlattığı ‘Azerbaycan Yollarında’ başlıklı bölümünün (s.
961-1009) dört buçuk sayfalık ‘Dağıstan sınırında yaşadığım macera’ yan
başlıklı kısmında (s. 981-985) anlatıyor. Vereceğim bilgilerin
objektifliği için yorumlamak istemediğim gibi, özetlemek de
istemediğimden kendi
ellerimle, olduğu gibi, aşağıya ‘istinsah’ ediyorum”
2-
Zaur Şükürov bu konuda şöyle diyor mektubunda: “Ömer Hocam! Daha önce
de belirtmiştim. Bay Altıkulaç, bana göre sanki soranlara ‘yazdım’
diyebilsin diye üç ciltlik söz konusu kitaba ‘Yanlışlarımdan Örnekler’
başlıklı ufacık bir yer de ayırmış (2. Cilt, s. 881-895). Oysa sadece
yanlışlarını yazsa, üç ciltten fazla olabilirdi bence.” Bence de kesin
öyle olurdu efem. Çünkü Bay Altıkulaç, hukuk ve mevzuat tanımaz bir
adamdır. O hukuka değil, hukuk ona uyarak, daha doğrusu adamlarınca ona
uydurularak düşünen ve çalışan bir adamdır. Özellikle TDV’nin
faaliyetleri ve kadroları, tam anlamıyla onun yaratmış olduğu keyfi ve
örfi bir mevzuatla tespit edilir ve ona göre
şekillendirilir.
Dolayısıyla; Diyanet’in
başta Azerbaycan olmak üzere; bugüne kadar Türk dünyasında yapmış
olduğu yatırımların vebu yatırımlara ilişkin harcamaların da ciddiyetle
gözden geçirilmesinde fayda vardır. Acaba bu yatırımların getirisi,
götürüsü nedir? Keyfi olarak ve “Ben yaptım oldu” mantığı ile yapılan
harcamalar ve batırılan paralar var mıdır? Özellikle 90’lı yıllarda
buralarda yapılan harcamalar karşılığında temin edilen belgeler gerçeği
ne kadar yansıtıyor? Yoksa bu belgeler, Bay Altıkulaç ve adamlarının “Ben yaptım oldu”
şeklindeki tavırlarıyla düzenlemiş oldukları uydurma belgeler midir?
Örneğin Afganistan’ın Mezar-ı Şerif şehrinde ve Rusya’nın Dağıstan
özerk bölgesinde açılması planlanan İlahiyat Fakülteleri için ne kadar
para harcandı, sonuç ne oldu? Türkmenistan’da kaç trilyon para
batırıldı? Doğrusu netameli bir konuyla karşı kaşıyadır Türkiye...
Bay
Altıkulaç, yukarıda alıntı yaptığımız kitabının 983’üncü sayfasında
bulunan 5 nolu dipnotta Dağıstan İlahiyat Fakültesi konusunda şu
bilgileri vermektedir: “Bu protokole göre, rektörün bu özel
üniversitede açacağı İlâhiyat Fakültesi öğrencilerini bir veya iki yıl
biz Türkiye’deki İlâhiyat fakültelerinden birinde okutacaktık. Rektör
üniversitesinde gerekli hazırlıklarını yaptıktan sonra öğretim
Derbent’te devam edecekti. Biz sözümüzü tuttuk ve gelen öğrencilerin
Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde öğrenimlerini sağladık ve
her türlü iâşe ve ibâte masraflarını karşıladık. Ama rektör sözünü
yerine getiremedi. Getiremeyeceğinin veya getirmek istemediğinin
anlaşılması üzerine ilişkiye son verildi”.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.