Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
ŞU YUNAN NE YAMAN
Marmara Adası…
Kimi Eski Yunan’a kimi hiç doğmamış hayali Bizans’a kimisi de aklının kestiği, gönlünün seçtiği bir devlete bağlar doğumunu.
Bu koskoca adayı görmemek için, eski kavimlerin, tümden tuhaf yaratıklar olması gerekmez mi? Hem soruyor hem de teklemeden cevaplıyorum: Gerekir tabii…
Ne akıllı şu Yunan. Her şeyi sahiplenmiş en baştan! Yunan uygarlığı tüm uygarlıklardan üstünmüşmüş de…
Fenike’den kalkacağım, Orta Asya’dan koşacağım, Afrika’dan yola koyulacağım, Avrupa’dan geleceğim de şu koskoca Marmara Adası‘nı görmeden geçeceğim. Tarihçiler bu işin doğrusunu araştırsalar iyi olur. Her şeyi Yunan’a mal ederek işin kolayına kaçmak, “Ben tarihçiyim” diyenlere yakışmıyor.
TATLI SU DERELERİ ve GÖL MARMARA’DAN DENİZ MARMARA’YA
Bilirsiniz: Marmara Denizi bir zamanlar tatlı su gölüydü.
Çevresindeki tüm topraklar, gürül gürül akan; içilebilir sularla doluydu. İçilebilir su konusuna hiç girmemem gerekirdi ama kalemim durmuyor ki… Onun mutlaka doğruları yazıp, gerekiyorsa lafını esirgememesi gerek.
Çünkü Marmara’nın tatlı su gölü olduğu dönem olan bilmem kaçıncı zamanı es geçersek, başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi‘nin o gürül gürül akan derelerini 1950′li yıllarla 60′lı yılların başlarında da capcanlı görmek mümkündü.
Vah, o belediyecilik oynayanlara!
Vah ki ne vah!
Neyse kentine mi kendine mi hizmet ettiği belli olmayan, üretim hatası o insanları da dile çok dolamamak gerek.
Beterin de beterlerini görmekteyiz çünkü…
Marmara Denizi’ne kıyısı olan illerdeki özellikler Marmara Adası için de geçerli. Bugün bile 9 deresi, 7 kaynak suyu var. Derelerin debileri düzensiz ve yazın kuruyabiliyorlar. Tabii ki bunlar, benim kıt bilgilerimin ürünü… Fazlası da olabilir. Yüzerken, denizin içinden fışkıran tatlı kaynak sularını içebileceğiniz pek çok bölgeye de sahip.
Az önce anlattığım o çok uzak geçmişte belli ki dağmış. Şu anda, deniz seviyesine göre 709,65 metreye kadar tırmanan yükseltileri var. Çevresindeki diğer adalara kıyasla bitki örtüsü bugün bile güçlü…
Tarih boyunca bu dağı, etrafı sularla çevrildikten sonra da bu adayı hiç kimse görmemiş hiç kimse yurt edinmemiş de bu işi aradan binlerce yıl geçtikten sonra Yunanlılar mı yapmış? Hadi canım, bunu kimler söylüyorsa gitsinler işlerine…
ADAYI YERLEŞİME YUNANLILAR AÇMIŞMIŞ
Bugüne kadar ortaya çıkarılabilen ilk yerleşimin, Yunanlıyla ya da Yunan kökünden geldiği iddia edilenlerle ilgisi yok. Bu işin şu an için görülebilen başlangıcı, neolitik dönem. Tanıklarıysa Asmalı köyünün kuzeyinde yer alan koydaki alüvyonlu tabakanın içi… Kanıtlar orada. İnanın çok çok daha eskisi de vardır. Bir gün onlar da ortaya çıkacak. Tıpkı İstanbul’u Yunan’ın kurmadığının ortaya çıktığı gibi…
Bu arada, özellikle Yunanlılar ve hayranları tarafından -ki ben onların tümüne Yunan tarafı diyorum- yok edilmeye çalışılan önemli bir bilgi var. Adanın bilinen ilk ahalisi Trakya’nın isim babası Traklarmış. Dikkat edelim lütfen, bilinen olarak söz ediyorum. Her eskinin daha eskisi olabileceğini unutmadan…
Trakyenler olarak seslenmenin bazılarını daha mutlu kıldığı bu halkın ismine dikkat edelim lütfen. ”Traklar, yani Asya’nın içlerinden gelenler, yani Truvisalılar; bir başka isimleriyle Truvalılar, namı diğer Troialılar, yani Trüskler, Etrüskler, yani Tirskanlar yani Turkanlar yani Turskalar yani Tirskler yani Tursklar yani Tarklar yani Torklar yani Turlar yani Tikler yani Tirkler yani Tiki yani Tuklar yani Tucüeler yani Tukyular yani Toruklar yani Turuklar yani Törökler yani Kürtler yani Türkler”in çok önemli bir boyudur söze konu olan.
Herodot’un yazdığına göre, Hindulardan sonra yeryüzünün en kalabalık halkı Traklarmış. beyaz tenli, uzun boylu, renkli gözlü; çok iyi ok atan, ata çok iyi binen, öldüklerinde atlarıyla birlikte Orta Asya’daki gibi kurganlara gömülen bu savaşçı insanlar, yine Herodot’un anlattığına göre Asya’nın içlerinden gelmişler. Herodot döneminin telaffuzuyla bu halkın en önemli boylarından birinin adını yazsam, size neyi anımsattığına bakar mısınız lütfen!Yalnız sonuncu telaffuzu birkaç kez tekrarlamanızı rica edeceğim. (Odrys, Odrüs) ODRUS!.. Bizim “OĞUZ”a ne denli benziyor değil mi?..
Bu Odruslar, Trakların; Marmara’dan başlayıp Tunca nehri ve vadisi boyunca yerleşmiş üst boylarından biri…
Olabilir mi?
Neden olmasın!
Her yeri Yunan’a kurdurabiliyorsunuz da neden birkaç yerin kuruluşunu da Türklere yakıştıramıyorsunuz. Üstelik adayı Türkler kurdu da denmiyor. Yerleşimden söz ediliyor yalnız.
Her yeri, topu topu “birkaç bin kişilik Yunan”a mal ederken “Hah hah!” yok da Herodot’un bile yeryüzünün en kalabalık iki halkından biri olarak söz ettiği Türkler ortaya çıkınca mı var?
De gedin len, de gediverin şu tarihin üstünden.
Bugünün bilimcicikleri şimdi dalga geçecek bir konu daha bulmuş olacaklar. Hani bir dönem, ne bir dönemi, bugün bile bizde moda olan, “Hah, haaaa! Orayı da Türkler mi kurmuş? Kah kah kah” seslerini duyar gibiyim.
Oysa “Oğuz Boyları”na ait damgaların; Küçük Asya, Avrupa ve dünyanın birçok yerinde bulunması, bu yazılarla ilgili zamanlama ölçümlemelerinin de çok çok eskileri göstermesi bu tezi mümkün kılıyor.
Marmara Adası’na yerleşen bu insanların, Traklardan olduğu söylenen ve Ada’nın hemen karşı kıyısında yani Marmara Denizi’nin çevresine yayılmış hâlde yurtlanmış bulunan “Kainoi”lar olma ihtimali oldukça büyük. Tersi ise mantıksız…
Araştırın efendiler, hazıra konmaktan, yalan yanlış her şeye selam çakmaktan vazgeçin.
Tarihin sularına, bir tutam tuz da siz bırakın.
Adayı; Yunanlılarla onların onulmaz hayranlarından kurtardık ya, bir de yorum bırakalım tarihe…
Bence en doğru söylem şu: Adaya verilen isimlerle ilgili belgelere daha çok Yunan kaynaklarında rastlıyoruz. Her şeyi Yunan kökenli göstermek için gerçekleri çarpıtmakta pek ustalar; yalnız yine de şu kaydetme titizlikleri için, onlara saygı göstermek, içtenlikle teşekkür etmek gerek.
İsmi de öyle uydurmuşlar ki geyik dolu ada onların dilinden geyik adası oluvermiş. Yani, Prokonnesos’tan Prokonnisos’a giden yol çok kısa…
Kendilerinden önceki uygarlıkların izlerini yok etmek için çok uğraşmışlar.
Haklarındaki; çarpıtma, hatta kanıtları yok etme iddiaları gerçekse çok çirkin. İnanmak istenmese de yakın tarihlerdeki Türk izlerini yok etmek için sarf ettikleri müthiş çabaları düşününce, inanmamak aptallıkmış gibi geliyor insana…
Yunanlılar darılmasınlar bana. Amacım doğruları ve doğru bildiklerimi yazmak. Biraz da kendi tarihlerini yazan bilimcilerine kızsınlar. Onlar da her şeye sakız, her yemeğe maydanoz olmasalarmış.
Bir sorum daha olsa kızmazsınız değil mi?
Odrusları sormuş ve karşılığınızı beklemeden sabırsızlıkla cevaplamıştım ya! İşte ondan sonra bir de Kainoi boyu size neyi hatırlatıyor desem ayıp mı olur? Yalnız bu kez sabredeceğim. Cevabını çok zaman sonra yine bu kitabın ilerleyen sayfalarında vermek nasip olur inşallah.
İkinci yazıda görüşmek umuduyla…