Nasıl olursa olur, ağaçların kesilmekte olduğunu gören birkaç kişi, kesimleri engellemeye çalışır. Karşı tarafsa engel dinleyecek türden değildir. Binlerce kişilik gücüyle yüklenir. Eylem hızla tırmanır. Bu vicdan tanımaz saldırıyı duyan gelir. Gelince de canını ağaçlara siper etmekte tereddüt etmez. Onlar tereddüt etmez ama komutlarının derhâl yerine getirilmesine alıştırılmış, hatta bu konuda şımartılmış zatla onun “Tak! Şak!”çı avanesi, AVM rantını yalayıp yutmak yerine ağaç için can vermeye kalkan bu insanlara inanamaz. Hep beraber şaşırırlar.
Onlar şaşa dursun, olaylar hiç şaşmadan devam eder. Korkudan ürpererek eylemlerden kaçacağı sanılan halk, olayların şiddetine paralel şekilde artar.
Eylemcilerin kullandığı üslup, saldırganların üslubundan çok farklıdır. Alışılagelmişin dışındadır. İnanılmaz derecede nezihtir.
Bu nezaketi çarpıtmak için büyük uğraş veren medya; “yandaş, koldaş, yağdaş, karındaş, çıkardaş, yoldaş, götürdaş” klavyecileriyle kışkırtıcılığı had safhaya taşır.
Başbakan, “Gezi Parkı Olayları”nın kendisine nasıl dokunabileceğini anlayabilmek için yurt dışına çıkma kararı alır. Çıkıp Kuzey Afrika’ya gider.
Oradan bakar, protestocuların nezaket içinde eylem yapan aklı başında insanlardan müteşekkil olduğunu, aralarına girmek isteyen kışkırtıcıları hemen dışladıklarını, sertlik ve kötülükle ilgileri olmadığını görünce; “Halleri vaciptir, halledileler!” emrini verir.
Emir geldi ya, atış serbest!
Türkiye'mizin geleceği olan çocuklarımızın; başta gözleri olmak üzere, kafatasları hedef alınır. Gazlanma, ilaçlı suyla yıkanma, hatta kurşunlanmalar hızla artar. Tabii ölümler de... Tabii sakat kalmalar da...
Coplanma, tekmelenme, çivili sopalarla sıradan geçirilme hatta palayla terbiye edilme eylemleri “vakayı adiye”dendir artık. Polisin içinde ne olduğu belli olmayan siviller de vardır. Bazıları onlar için "polistir" der. Bazılarıysa Akapeli...
İşler yurt içi faaliyetle de sınırlandırılmaz.
Beşiktaş “Çarşı Grubu”nun olaylara gösterdiği tepki ve bu tepkiye kayıtsız kalan Beşiktaş yönetimi, egemen güçleri çok sinirlendirir. Bu güçler “UEFA Başkanı” Michel Platini’ye ulaşır. Platini de yetmez. Zorlamalar başka kanallardan da sürdürülür. Sanki cami cemaatiymiş gibi isim takılmış bir grubun bazı üyeleri de aldıkları emre uygun olarak, “UEFA Disiplin Müfettişi” unvanlı bir stajyer avukata, yani Miguel Lietard Fernandez-Palacios’a ulaşır. Bir yıl önce UEFA’nın görüşüp konuştuğu şike davalarıyla ilgili “Türkçe Savcılık Metinleri” bu şahsa teslim edilir. Bu şahıs da hiç gereği olmadığı hâlde, bazı bağlantıları gizlemek için birkaç gün geriye dönük tarihlemeyle önüne konmuş dosyayı iddianame hâline sokar. Böylece Fenerbahçe’de Aziz Yıldırım ve birkaç yönetici; Beşiktaş’taysa dernek, şirket, yönetim ve taraftarın tamamı hedef hâline getirilir. İddianameye atılan tarih 31 Mayıs'tır.
Sahası yenilenmekte olan Beşiktaş, maçlarını İkitelli’deki “Olimpiyat Stadı” ile Kasımpaşa’daki “Recep Tayip Erdoğan Stadı”nda oynayacaktır. Kasımpaşa bir şartla razı olur. Stadlarında asla ve kat’a Başbakan aleyhine bağırılmayacaktır. Hatta kombine alanlara bu konuda yemin dahi ettirilir.
Derken fikstür çekilir. Beşinci haftada tüm dikkatlerin toplanacağı bir derbi vardır. Yer, "Olimpiyat Stadı"... Sonraki ilk iç saha maçıysa Kasımpaşa’daki Recep Tayyip Erdoğan Stadı’ndadır ve yedinci haftada oynanacaktır.
Beşiktaş, Avrupa ve Türkiye liginde dolu dizgin gitmeye başlar.
Bırakırlar mı? İşkenceciliğe soyunan UEFA denen kuruluş, bir yıl Avrupa’dan men cezası verir ki; bu cezanın ucunu kapatmamış, ellerini bağlayarak giyotin önünde diz çöktürdüğü Beşiktaş’ın tepesinde, her an düşebilecek bıçak gibi açık bırakmıştır. O bıçak hâlâ orada sallanıyor.
Sıra ligin beşinci haftasına gelir.
Az önce, "dikkatlerin üzerinde toplanacağı" dediğim o derbinin son dakikalarında; kısa zaman önce kurulmuş, buna karşın çok iyi örgütlenmiş bir teşkilatın adamları, neler olduğunu herkesin yazıp durduğu, bu nedenle yeniden anlatmayacağım ilginç olayları başlatırlar.
İlginç, iğrenç ve pis!
Beşiktaş'ın, Galatasaray karşılaşmasından sonraki ilk iç saha maçı; Recep Tayip Erdoğan’da olacaktır. Beşiktaş taraftarıysa bu şahıs ve Hükûmeti hakkındaki protestoyu, "Anayasa"nın verdiği özgürlükler teminatı çerçevesinde, üstelik Digiturk'un tüm kamuflaj çabalarına rağmen, her maçta sürdürmektedir.
İyi de bundan sonra ne olur, Beşiktaş'ın başına neler gelir?
"32 kısım tekmili birden" bu filmin sonunu görebilenler yazacak bunu...
Buraya kadar okuduklarınızsa bendenize ait bir komplo teorisidir.
Doğru da olabilir yanlış da…
Onu bulmak, hatta öykünün gerisini tamamlamak sizlere düşmekte…
Doğruların tutarlılığı, pusula gibi hep aynı noktayı göstermesindedir.
Aklın erdemiyse bunu fark etmek bunu görmek değil mi?
"Beşiktaş'ın Komplo Teorisi" hakkında vardığınız sonucu kendinize saklayın.
Bu konuda da akıllı olun lütfen! Yoksa birilerinin tokadı şaplayıverir yanağınızda. Tokatsever bir parlamenter değilseniz çok koyar bu hareket.
Tüm komşulara, hatta tü kaka olmaktan hoşlananlar dâhil herkese duyurulur.