Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
İyi
saatte olsunlara mı karıştı, gulyabaniler mi götürdü, anlamak mümkün değil.
Kafamız;
“Darbeci, Gezici, Ergenekoncu, Balyozcu; AVM’ci, rantçı, şakşakçı, satıcı; yalancı,
iftiracı, bölücü ve bilumum cı, ci, cu, cü”lerle meşgulken, İstanbul’un bir
adası daha kayıplara karıştı.
Gel de
çık işin içinden.
Geçen
gün, İstanbul’un ünlü “Kızıl Adaları”nı anlatan “Vordonisi Yazıları”yla ilgili
bir soruyu cevaplarken, adaları saymak gerekti. Başladım tabii…
Yanımdaki
arkadaş kolumu dürttü:
- Ne ada
dedin, ne ada?
Sayımı
yeniledim:
- Tavşan
Adası, Sivriada, Yassıada…
- Anlamadım!
Yine
baştan aldım:
- Tavşan
Adası, Sivriada, Yassıada…
- Yanlış,
dedi.
Güldüm:
- Haklısın,
öyledir.
- Dalga
geçmeye kalkma. Gerçekten yanlış...
Sonra,
benim sıralamama uygun şekilde saymaya girişti.
- Tavşan
Adası, Sivriada, Demokrasi ve Özgürlük Adası…
- …
- Evet,
Demokrasi ve Özgürlük Adası…
- O da
nereden çıktı?
- Dur!
Hemen söylenme, anlatacağım.
Anlattı
da…
Bilmem
kaçıncı kez, zekâmın ne kadar yetersiz kaldığını fark edip, acıdım hâlime...
İstanbul
İl Genel Meclisi üyelerinin canları istemiş, toplanmış; Yassıada’nın adını değiştirmişler.
Hem de oy birliğiyle…
Gözlerimin
önünden, “Evet!” hatta “Evvettt!” diyen esmer, kumral, sarışın; normal, zayıf,
şişman insan siluetleri geçti.
İktidarı da muhalefeti de evetlemiş olayı…
Böylece, eski
dönemler içinde Plati ve Hayırsızada, tüm hayatım boyunca da Yassıada
olarak bildiğim yer; sonu bilinir bir yolculuğun ilk adımlarını attı.
Hem de ne
zaman?
Anadolu’daki
bazı yerlere, Türkçe ve Osmanlıca adların silinip Kürtçedir zannıyla Ermenice isimler verildiği dönemde...
Hem de ne
zaman?
Topraktan
rant, havadan nema, sudan çıkar sağlamanın doruğa tırmandığı bugünlerde…
-
Vatandaş : “Hayır, yapmayın!”
- Ünlü
Dayı Abi: “Sen kimsin be!”
-
Vatandaş : “Ülkenin gerçek sahibi,
yurttaşım ben! Karar alırken bana da sor.”
- Ünlü
Dayı Abi: “Sizi gidi bozguncu, din dışı, kadın erkek oturan, ahlaksızlar. Ne
yurttaşıymış o? Yurttaş’ın daniskası
benim. Eser, yaparım; esmez, yapmam! Ben çoğunluğum, iktidarım, aslanım,
kaplanım… Ben bilirim, ben yaparım, ben satarım!.."
Yassıada’nın
bende ayrı bir anısı var.
Ünlü Yassıada
mahkemelerinin sürdüğü günlerden birinde, akşam karanlığı basar basmaz hava
aniden patlamış, bizler de yolcusu olduğumuz “Ülev Vapuru”yla bu fırtınanın
içinde kalmıştık.
Yaşlı Ülev’den
gelen her çatırtıya yolcuların çığlıkları eşlik ederken, dalga boyu zaman zaman
bacanın üzerini aşıyor, vapur bir o yana bir bu yana yatıp yatıp kalkıyordu. Dümeni, dalgaları
baştan alabilmek için çevirmenin mümkünü yoktu. Üst kattaki kapılardan
biri iyi zincirlenmemiş olacak ki, açılmış; hemen önüne istiflenmiş olan tüm su
ve gazoz kasaları içeri giren dalgayla önce karşı tarafa savrulmuş, sonra geri dönüp denize uçmuştu.
Gençlik ya, bizler de birkaç arkadaşla birlikte kaptan köşküne çıkmış, itiraz yerine teşekkürle karşılaşmanın keyfiyle yardıma çalışıyorduk.
Vapur, hedefimiz Yassıada’ymışçasına süratle o yöne sürükleniyordu.
Birden,
hemen yanıbaşımızda, Yassıada’dan kalktığı söylenen iki askerî bot belirdi. Bize mi öyle
geldi, yoksa gerçekten de olay öyle mi yaşandı, bilmiyorum ama, onlar yanımızda görünür
görünmez deniz bir an durulur gibi oldu. Hep birlikte dümeni çevirebilmemiz
için, o birkaç saniyelik an yetmiş, ardından da selamete çıkmıştık.
Bugün ne o adadan kalkan hücumbotlar kaldı ne de Ülev...
Hepsi tarihin ders alınası sayfalarına göçüp gitti.
Tıpkı, şimdi, Yassıada'nın da gönderilmeye çalışıldığı gibi...
Yukarıda
“İl Genel Meclisi üyelerinin canları istemiş, toplanmış; Yassıada’nın adını değiştirmişler.
Hem de oy birliğiyle” demiştim ya, siz o söze bakmayın. Başbakan’dan emir
gelmeden bir şey yapılamayacağını, hele hele “bu kadar rant hesabı yapılan,
üzerine oteller dikilmesi planlanan bir yerin tek kum tanesine bile
dokunulamayacağını” herkes gibi ben de gördüm, öğrendim, ezberledim.
Doğal
güzellikleriyle ünlenmiş “Adalar”ın tümü, korunması gereken değerlerimiz arasındadır.
Tarihsel ve arkeolojik özellikleriyle de tanınırlar. Ağaç fakiri Yassıada’nın, kendine özgü fauna ve florası vardır. Pek bilinmez ama adanın altındaki su
altı kaya mağaralarında zaman zaman, nesli gittikçe tükenen foklar barınır.
Ada, tescil edilmiş bir sit
alanıyken başdöndürücü bir hızla ve amiyane tabirle iyot gibi açığa çıkarılmış,
hakkındaki söylemlerle sanki "Demokrat Parti"ye karşı o ihtilal yapmış gibi itibarsızlaştırılarak, aç gözlü rantiyelerin kolayca
yutabileceği lokma hâline itilmiştir.
Bu cebelletik rantiye öyküsünü özetlersek; İstanbul Valiliği İl İdare Kurulu, 2 Ekim günü, Yassıada'nın adının değiştirilmesine karar verir. Yassıada, 10 Ekim 2012 günü, Sivriada’yla birlikte, sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı olarak yaftalanır. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, isim değiştirme konusunu 5 Kasım'da İl Genel Meclisi'ne teklif eder. 7 Kasım günü gündem dışı olarak İl Genel Meclis'ine sunulan isim değişikliği oy birliğiyle kabul edilir. 8 Kasım 2012’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı az önce sözünü ettiğim yaftaya tasdik mührünü çakar, bundan tam sekiz gün sonra da takvim yaprakları 16 Kasım 2012’yi gösterirken, adanın tarihî sit özelliği kaldırılır.
Bu ne
hız?
Gökler Hâkimi Flaş Gordon bile yetişemez bu hıza…
Bir
zamanların istihbarat gurusu Necdet Coşkunmeriç ağabeyimizin sık sık söylediği; “Hey amico, C'é Sabata*; avanta, lavanta!” tekerlemesine, “kokanta”yı eklemenin zamanı gelmiş de geçmekteymiş gibi...
O koku etrafı sarmadı mı?
Ne dersiniz?
Günay Tulun
*1969 yapımı Sabata filminin şarkısı:
Hey Amico, C'é Sabata Hai Chiuso...