Bakan çocuklarının da isimlerinin karıştığı akıl almaz rüşvet operasyonunda şimdilik kabak polisin başına patlamış olacak ki, başta İstanbul Emniyet Müdürü olmak üzere birçok şube müdürünün değiştirildiğini görüyoruz. Gezi olaylarında destan yazdıkları söylenen, ikramiye ile taltif edilen polisler böyle bir olayla karşılaşacaklarını o günlerde düşünebilirler miydi?
AKP’yi iktidara taşıyan sloganlardan birisi de “3 Y” idi. Yani Yasaklar, Yolsuzluk ve Yoksulluk… Daha geçenlerde Bülent Arınç bu 3 Y’den söz etmişti!..
3 Y’den biri olan yolsuzluk yargıya intikal ettiğinden bizim şimdilik bu konuda bir şey söylememiz olanaksız. Ancak tarihin her döneminde oğulların babalarının başına akla gelmeyecek işler açtığı, o adamları yerlerinden ettiği de bilinir. Yanılmıyorsam iki yıl önce; “Bir zamanların ve bugünün dâhi çocukları (!)” ve “Mahdumun muhterem babasını üzmeyin” diye iki köşe yazısı yazmıştım. Şimdi yeri gelmişken o iki yazımın bazı bölümlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Basınımızı izlediğinizde bazı siyasilerin çocuklarının gencecik yaşlarına rağmen dâhilere taş çıkartacak derecede beceri sahibi olduklarını görüyoruz. Kuşkusuz memleketimiz ne cevherler çıkarıyor diye onları eleştireceğimize sevinmeliyiz!.. Ancak onların dehaları bilim ve kültüre değil de ticarete odaklanmışlar. Bundan böyle günümüz ekonomi devri diyecek olursanız; bizlere de haklı olarak söz düşmez. Ekonomi bütün dünyayı sarsıyor, bizi ise teğet geçmek yerine göbekten vuruyor. Bu yönden ilerisi için ekonomi ve ticaret alış verişi yönünden dehalara ihtiyacımız olduğu da bir gerçektir.
Şimdi dehanın, dâhinin ne olduğu konusu üzerinde biraz duralım:
Yetenekleri olağanüstü işler başaracak, pek önemli ve şaşılacak şeyler yaratacak üstün kişilere dahi ismi yakıştırılmıştır. Bunlara deha sahibi de denilir. Dâhiye yakışan biçimde davrananlara da dâhiyane kişi sözcüğünü de sık sık kullanırız.
Türkiye’de “Dâhi Çocuklar Yasası” vardır ve bu yasa 7 Temmuz 1948’de TBMM’de kabul edilmiş olup hâlen yürürlüktedir. Kanunun çıkış nedeni ise küçük yaşta, müzik alanında büyük bir deha sahibi olan İdil Biret ve Suna Kan’dan kaynaklanmaktadır. Bu kanun teklifi Millî Eğitim ve Bütçe komisyonundan geçtikten sonra "TBMM Genel Kurulu"na getirilmişti. Meclis'te konu tartışılırken Millî Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu söz alarak şöyle konuşmuştur:
Efendim, takdir buyurursunuz ki, bu gibi çocuklar, milletlere tabiatın bir mevhibesidir. Bunlar nereden çıktı diye düşünmeyelim, hakikaten böyle çocuklarımız vardır diye sevinelim. Bunlar millî dehamızın filizleridir, verimleridir, ispatlarıdır. Güzel sanatlarda, bilhassa müzikte bu gibi dehalar küçük yaşta kendilerini belirlerler. Büyük müzisyenlerin böyle yaşta deha eserlerini gösterdikleri sabittir. Garp memleketlerinde bu gibi çocuklara çok ehemmiyet verilmektedir, bunlara çok ihtimam olunmaktadır. Bunlar için ayrı müesseseler vardır ki, bizde bunlar yoktur.”
Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan bir yasa ile güzel sanatların çeşitli alanlarındaki dâhi çocuklar yurt dışına gönderilerek eğitim almaları sağlanmıştı. Bu çocuklar Türkiye’ye döndükten sonra iftihar ettiğimiz gerçek birer sanatçı olmuşlardır. Bunlardan bazılarının isimlerini vermek isterim; Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Fehmi Alnar, Necip Kâzım Akses, İdil Biret, Suna Kan ve Bedri Baykam… Kuşkusuz isimlerini şimdi hatırlayamadığım dâhi çocuklarımız daha vardır.
Günümüzde devran değişmiş; dâhilik de farklı boyutlara ulaşmış… Bugünün dâhi çocuklarının (!) güzel sanatların dallarıyla, müzikle, resimle, tiyatro ile pek ilgileri yok… Babalarının yollarından mı, yoksa kendi yollarında mı yürüyorlar, bilemeyiz. Bugünkülerin dâhilikleri para ile babalarının mevkilerine dayanarak iş yerleri açıp, iş takipleri yaparak gösteriyorlar… Kiminin evinde milyonlarca Euro, çelik kasalar ve para sayma makineleri bulunuyor, üst düzey bir bürokrat da onlardan aşağı kalmayarak ayakkabı kutularına paraları doldurmuş…
Her şey para ile endeksli olunca günümüzün dâhileri de anında ortama uymuşlar!..
Jeremy Bentham “Doğruluğun ne olduğunu bilmeden onun hakkında konuşamayız” derken acaba ne düşünmüştü?
Confucius ise “Doğru insan, söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmamasından utanç duyar” derken, kendinden yüzyıllarca sonra gelecek olanları mı düşünmüştü?