1914 yılında başlayıp 1918 yılında bitmesine rağmen, "Hasta Adam" hâline dönüştürülen Osmanlı Devleti için bitmeyen, bitemeyen bir savaştır; Birinci Dünya Savaşı...
Ta ki, yurdumun tamamının, düşman askerlerinin çizmelerinden temizlendiği, 18 Eylül 1922 tarihine kadar...
Osmanlı İmparatorluğu aslında tarafsızdır. Bunu ilan da etmiştir. Ama dediğim gibi, entrikalar, açıkça söylemek gerekirse Alman entrikaları sonucu; onların SMS Goeben ve SMS Breslau adlı savaş kruvazörlerini sahiplenmek, Osmanlı ülkesinin savaşın merkezi hâline gelmesine yetip de artmıştır bile...
Goeben ve Breslau; yani bizim, son adı olan "Yavuz"la tanıdığımız "Yavuz Sultan Selim Kruvazörü" ile kahramanca savaşırken mayına çarparak batan talihsiz "Midilli"miz...
Dile kolay, Osmanlı; kurtuluşu için tam altı cephede savaştı.
Bu cephelerden en önemlisi, en büyük deniz zaferimizin elde edildiği, kurtuluşumuza giden yolun açıldığı; "Çanakkale Cephesi"dir.
İstanbul ve Çanakkale Boğazları, ilkokul yıllarından beri bizlere öğretildiği gibi, sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan köprüler değildir. Jeopolitik konumu nedeniyle uluslararası ilişkilere yön vermede "odak" noktadır boğazlarımız.
İşte bu yüzdendir ki, gerek Rusya gerek Fransa ve özellikle de İngiltere; stratejik ve jeopolitik nedenlerden dolayı boğazları ve İstanbul’u ele geçirmek istemişlerdir.
Bunun için kıyasıya bir mücadele başlamış ve İtilaf Devletleri açısından, ÇANAKKALE BOĞAZI geçilmez, geçilemez olmuştur .
İstanbul’a deniz yolu ile ulaşamayacaklarını anlayan Fransız ve İngiliz kuvvetleri, 25 Nisan 1915 günü şafak vakti, "Gelibolu Yarımadası"nın güneyinden, tam beş noktada karaya çıkarlar.
Birebir savaş, süngü savaşları başlamıştır artık.
Bu çok kanlı boğuşma aralık ayına kadar sürer .
İngilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel olarak değerlendirmişler, Türk’ün yüksek manevi gücünü görmezden gelmişlerdir. İşte bu, çok büyük bir hesap hatasıdır. Bu hata, kibirli İngilizleri; önce denizde, sonra da karada hiç beklemedikleri bir yenilgiye itmiştir.
Çanakkale Savaşları; Türklerin güç ve kahramanlığını dünyaya bir kez daha göstermesi, Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün müthiş bir askerî deha ve muhteşem bir lider olarak ön plana çıkması açısından da önemlidir.
Değerli Okurlar!
Sizlere, Çanakkale’yi geçilmez yapan çok sayıdaki kahramanlarımızdan birini anlatmak isterim. Bu kahraman, Çanakkale Boğazı’nın geçilemeyeceğinin imzasını atan, ilk darbelerden birini vuran, o büyük kahramandan, Onbaşı Seyid’den başkası değil.
Onbaşı Seyid, 1889 yılının Eylül ayında, Balıkesir’in Harran ilçesinin Manastır köyünde yaşama "Merhaba!" demiş. 1909 yılının Nisan ayında askere gitmiş. Balkan harbine katılmış. Terhis edilmemiş ve Çanakkale Cephesi’ne topçu eri olarak gönderilmiş.
İngilizlerin meşhur bir ikindi çayları vardır. Bilirsiniz... Saat 17 gibi içerler.
İşte o meşhur çaylarını, İstanbul’da içmeyi düşünüyordu General Hamilton ve mahiyeti...
İngilizler, bu planlarını uygulamaya koyarlarken, "Seyid Onbaşı"yı hiç hesaba katmamışlardı. Doğal olarak, varlığından bile habersizdiler.
O ki, düşmanın attığı top isabeti yüzünden kısa bir süre baygınlık geçiren, ayıldığında, Ali adlı arkadaşı haricinde, tüm arkadaşlarının şehit düştüğünü gören, bataryası çalışmayan, ama resmen ilahî bir güçle 275 kg’lık mermiyi sırtında namluya sürüp, ateşlemesi sonucunda savaşın kaderini değiştirmiş kahramandır.
Zaferin bir gün öncesine dönelim.
"Mecidiye Tabyası"na önemli bir istihbarat gelir. Bu istihbarat düşmanın ertesi gün saldıracağı hakkındadır. Haber anında yayılır cepheye... Tabii arkasından da koşuşturmaca...
Seyid ve arkadaşları tüm hazırlıklarını tamamlamışlar, düşmanı beklemeye başlamışlardır.
Gözlerde uyku yoktur.
Nasıl uyuyabilirler ki?
“Önce vatan” diyen kahramanları uyku tutar mı hiç?
18 Mart 1918 sabahı, Fransız ve İngiliz savaş gemileri Çanakkale Boğazı’ndadır. Kıyıları hemen yoğun top ateşine tutarlar. Tutarlar tutmasına da aynı şiddette de karşılık görürler. Şaşırmışlardır. Bir anlık ateş kesin ardından bombardımanı artırırlar.
İngiliz donanması boğazı geçmek üzeredir. Seyid’in attığı top mermisi, İngilizlerin Ocean zırhlısını dümeninden vurur. O an, gerçekten de o an, savaşın dönüm anlarından biridir.
Dümenden darbeyi alan zırhlı sürüklenirken, bir gece önce Yüzbaşı Hakkı Bey komutasındaki Nusrat’ın döktüğü mayınlara çarparak batar.
İngilizlerin ünlü siyaset adamı Winston Churchill, “Yenilgimiz, o top mermisi ve Nusrat’ın döşediği 26 mayındır. Bu sadece bizim yenilgimiz değil, dünya tarihinin de değişmesidir.” demiştir.
Yazık! İngilizlerin çay içme hayalleri Seyid yüzünden hüsrana uğramıştır.
İyi ki, onların çay içme hayallerini öldürdün Seyid’im.
Senin bu ilahî gücün, "İstiklal Savaşı" kahramanlarına örnek oldu.
Seyid Onbaşının bu hareketi ve karakteri, "İngiliz askerini görünce tabana kuvvet kaçacaklardır bu Türkler." diyerek, talihsiz bir demeç veren İngiliz Generali Hamilton’a da ağır bir ders niteliğindedir.
Savaşın kaderini tayin edenlerden biri olan o muhteşem insan, kahraman Seyid; memleketi olan Balıkesir Havran'daki köyüne 1918 yılında geri döner. Bütün isteği, sakin bir hayat sürmektir. Dile kolay tam dokuz yıl cepheden cepheye koşmuştur.
Ama rahat değildir. Vatan işgal altındadır. Tüm Anadolu düşman çizmesinden kurtulmak için mücadele verirken, "birisinin tabiri"yle kahraman Seyid Onbaşımız "Yan gelip yatamaz.". Hele de düşmanın Balıkesir’e çok yaklaştığını duyunca hiç mi hiç dayanamaz. Cepheye geri döner. Yaralanır ve hastaneye gönderilir. Kurtuluş Savaşı’mızı kazandığımız haberini de hastanede alır. Cephede olamamasına çok üzülür. Hastanedekiler; üzülmemesini söyleyerek, kurtuluşa giden yoldaki anahtarlardan birinin de kendisi olduğunu hatırlatırlar.
Memleketi Havran’a, köyüne, tekrar geri döner kahramanımız.
Fakirdir. Hem de çok fakir. Ailesi perişandır.
O dönemde ne yapsın, nasıl para kazansın, geçimini nasıl idame ettirsin, ailesine nasıl baksın?
Odunculuk yapmaya karar verir; çalışır, çabalar bizim Seyid Onbaşı...
1923 yılında, yanında eşi Latife Hanım ve Kazım Karabekir Paşa ile Balıkesir’e gitmek üzere yola çıkar, Mustafa Kemal... Edremit'ten geçerken, "Seyid Onbaşı"yı görmek ister. Yetkililer, Seyid’den haberleri olmadığını söylerler.
Çok kızar ve emreder Mustafa Kemal: Derhal bulun!
Haber salınır, kahramanımız gelir hemen. Perişan hâldedir. Saç sakal uzamış, üstü başı yırtık pırtıktır. Onun bu hâlde Mustafa Kemal’in huzuruna çıkartılmasını istemez yetkililer. Derhâl tıraş ettirilir. Üzerine kaymakamın yedek takım elbisesi giydirilir. Mustafa Kemal’in huzuruna öyle girer.
Mustafa Kemal’in, "Seni iyi gördüm Seyid. Bakıyorum durumun iyi!" demesi üzerine, "aslında durumunun iyi olmadığını, üzerindeki elbisenin kaymakama ait olduğunu" söyler.
Bunun üzerine Atatürk, gazilere maaş bağlanmasını ilk kez burada emreder. Emreder ama, Seyit Onbaşı bu maaşı kabul etmez ve “Ben bunu maaş için değil, vatanım için yaptım” der.
Yine de "İş Bankası"nda bir hesap açılır; maaşı, düzenli olarak oraya yatar.
Soyadı kanunu çıkınca, "Çabuk" soyadını alır Seyid Onbaşı.
"Mertlik ve yiğitlik" sembolü, Çanakkale Deniz Savaşı’nın dönüm noktalarından birine imza atmış o büyük kahraman, Koca Seyid öldüğünde bakarlar ki; İş Bankası'ndaki maaşından tek kuruş çekilmemiş.
İster istemez, günümüzün açgözlüleri geldi aklıma.
"Ya sizin?" desem, "Aklınıza ne geldi?" diye sorsam; ne derdiniz?
Canay Davran