Atatürk, Dinci Yobaz Said-i Kürdî'yi Huzurundan Neden Kovdu? [Ömer Sağlam]
Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk,
"İmamı Âzam Savunması" isimli kitabında "İslam tarihi boyunca,
üç büyük isim deccal ithamına maruz kalmıştır. Bu üç ismin ortak özelliği,
zulme ve onun kurumu olan emperyalizme savaş açmalarıdır" dedikten sonra
bu üç ismi Hz. Muhammed, İmamı Âzam Ebu Hanife ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk
olarak sıralıyor(1).
Hz. Muhammed hakkında "Kilise
babaları, Hz. Muhammed'e, bir peygamber olarak sahneye çıktığı ilk günden beri
deccal (antichrist) gözüyle bakmışlar, onu zındık, dinini de zındıklık olarak
damgalamışlardır. Batı'nın en büyük şairlerinden sayılan İtalyan Dante, ünlü
eseri İlahî Komedya'da, Hz. Muhammed'i cehennemin en alt tabakalarında azap
gören zındıklar arasında gösterir...Ünlü fizikçi Newton'a göre, Muhammed
kelimesinin ebced hesabıyla rakam değeri 666'dır ve bu rakam, deccal
kelimesinin rakamsal tutarının aynıdır" diyen Yaşar Nuri Öztürk, Gazi
Mustafa Kemal Atatürk hakkında da şöyle diyor:
"Hz. Peygamber'in kader
savaşı Bedir'e benzeyen savaşlarıyla Kelimei Şehadet'in esir edilmesini
engelleyen Mustafa Kemal'e de deccal dediler. Ne ilginçtir ki, bu sonuncu
ithamı, Haçlılarla ilk günden beri bir biçimde işbirliği yapan dinciler ortaya
attı...Sonuncu deccale açtıkları savaşta, kendilerine destek veren
'İslamcı-dincileri' ürkütmeden yanlarında tutmak için ilk deccale
(Hz.Muhammed'e) açtıkları savaşı, perde arkasından ve çok dikkatli, çok
usturuplu yürütmekteler"(2).
Bugün iktidar çevrelerince
"Paralel Yapı" olarak isimlendirilen cemaatin lideri Fethullah
Gülen'in, 1998 yılında Vatikan'da Papa II. John Paul ile görüşerek dinler arası diyalog sürecini
başlatmasından sonra, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın 2000
yılında kalabalık bir heyetle Vatikan'ı ziyaret etmesini, ayrıca Papa 6.
Paulus'un 1967, Papa II. John Paul'ün 1979, Papa 16.Benedictus'un 2006 ve nihayet Papa
Francesco'nun geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdikleri Türkiye ziyaretlerini bu
açıdan, yani Vatikan'ın ve onun uşaklığını yapan bizim yerli dinci işbirlikçilerin
"Deccal" ilan ettikleri Mustafa Kemal Atatürk'ün kurmuş olduğu laik
ve demokratik cumhuriyetin altını oyma girişimleri açısından da
değerlendirmekte fayda vardır.
Papa Francesco'nun, geçtiğimiz
Cuma günü (28 Kasım 2014) kendisini ziyarete gelen ve merkezi ABD'de bulunan
"Orientale Lümen Vakfı"na bağlı bir delegasyona, 28-30 Kasım günü
Türkiye'ye yapacağı ziyaret hakkında bilgi verirken, "Türkiye"
kelimesi yerine “Roma Piskoposu'nun (Papa), Ekümenik Patrikhane'ye ziyareti ve
şahsımın yeniden Patrik Bartholomeos ile buluşması, Roma ve Konstantinopol
(İstanbul) kiliseleri arasındaki derin bağın ve halen bizi ayıran engelleri,
sevgi ve gerçeklikle aşmak arzusunun bir işareti olacak" şeklinde bir
ifade kullanması(3) bu bakımdan son derece önemlidir.
Demek oluyor ki; Papa
Francesco'nun Ankara'ya gelir gelmez ayağının tozuyla Anıtkabir'e koşup
Atatürk'ün manevi huzurunda saygı duruşunda bulunması, ziyaretinin İstanbul
ayağında ise İstanbul Müftüsü Rahmi Yaran ile Sultanahmet Camii'nin mihrabına
geçip dua etmesi, hep göz boyamaya yönelik hareketlerdir. Papa'nın ve Patriğin
şahsında Hristiyan dünyasının tek amacı vardır; o da Ortadoğu'daki Hristiyan
halkları himaye altına almak, mümkünse bu halkları bulundukları ülkelerin
yönetiminde etkin hale getirmek ve İstanbul'u tıpkı Doğu Roma dönemindeki adıyla
tekrar Kostantinopol yapmak! Yani Batı Hristiyan dünyası, Kostantinopol
hayaliyle yanıp tutuşmaktadır ve İstanbul'un Kostantinopol olması demek, onlara
ve yerli işbirlikçilerine göre son deccal olan Atatürk'ün kurduğu Türkiye
Cumhuriyeti'nin sonu demektir.
Atatürk'e "Zalim" Diyen Dinci Yobaz Kimdir?
Yaşar Nuri Öztürk, istifade
ettiğimiz kitabında Atatürk için diyor ki;
"...Çöken imparatorluğun
külleri arasında Allah'ın bir lütfu gibi kalmış kaç insan varsa hepsini devreye
soktu. Elmalı'ya Kur'an tefsir ve tercümesini yaptırdı, Ahmet Naim ve Kâmil
Miras'a Buhari'yi tercüme ve şerh
ettirdi. Fazla telaffuz edilmemekle birlikte, belki de bunlardan daha önemli
bir şeye teşebbüs etti ama basiret yerine inat ve öfkeyle karşılaştığı için
düşündüğünü yapma imkânı bulamadı.
Türkiye'de Ezher benzeri bir İslam
üniversitesi kurma hayali olduğunu bildiği bir zatı Ankara'ya çağırıp ona bu
üniversiteyi Van'da kurması için devlet bütçesinden her türlü yardımı
yapacağını söyledi. Başlangıç olarak da, Meclis kararıyla, büyük bir meblağı,
kuruluş için tahsis etti. Aynı üniversiteyi kurmak için daha önce, Mahmut
Şevket Paşa'nın aracılığıyla Osmanlı hükümetinden de önemli miktarda altın para
alan bu zatın Atatürk'ün teklifine cevabı, ne yazık ki büyük bir talihsizlik oldu.
Davet edilen zat, Gazi'ye şunu sordu:
-'Paşa, sen namaz kılıyor musun?'
Atatürk, her zamanki
riyasızlığına, mertliğine yaraşır bir cevapla 'Hayır, kılmıyorum!' dedi. Vakar
ve imanına bizim de saygımız olan zat, Gazi'ye, İslam'ın basiret ve itidal ilkelerine
değil de öfkesine uygun bir cevap verdi. Daha doğrusu, beklediği bahaneyi
yakalamış olmanın keyfi içinde reddiyesini yapıştırdı:
-'Namaz kılmayan zalimdir, zalimin
hükmü de merduttur!'
Namaz kılmadığı için 'zalim' ilan
edilen zat ise bütün dünyanın tanıklığıyla bilinmektedir ki, hayatını
Müslümanların istiklal, ırz ve imanları zelil olmasın diye ateş ve kan
berzahlarının çemberinde cihat ve ribatla geçirmiş ve nihayet, Süleymaniye Camii'nin
minaresine haç takmak üzere Haliç'e demirleyen gemileri oradan geldikleri gibi
geri göndermiştir. Yine ateş ve kan çemberleri içinde çarpışarak..."(4)
Said-i Nursî Osmanlı Hükümetini Dolandırdı mı?
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, belki
de nezaketinden ve kendisine duyduğu saygıdan olacak, Atatürk'e
"zalim" diyen dinci yobazın adını zikretmemiş kitabında. Ancak biz,
kendisine olan saygımızı muhafaza etmekle birlikte okuyucumuza olan saygımız
gereği bu ismi açıklamak zorundayız. Bu kişi sevenlerince "Bediüzzaman"
olarak isimlendirilen Said-i Nursî'den başkası değildir. Diğer adıyla Kürt
Said!
Zira, Türkiye'nin doğusundaki
Van'da "Medresetüzzehra" adıyla ve Mısır'daki El-Ezher benzeri bir
üniversite açmak isteyen kişi, Said-i Nursî'den başkası değildir. Yaşar Nuri
Öztürk'e bakılırsa; Said-i Nursî, bu amaçla Mahmut Şevket Paşa vasıtasıyla
Osmanlı Hükümeti'nden de yüklü miktarda altın para almıştır. Söz konusu
üniversite kurulmadığına göre; Said-i Nursî Osmanlı hükümetinden almış olduğu
bu paraları ne yaptı? İade mi etti yoksa iç mi etti? En azından Yaşar Nuri
Öztürk bu konuda herhangi bir bilgi vermiyor/veremiyor kitabında. 1876 yılında
doğan Said-i Nursî, 1960 yılına kadar yaşadığına ve profesyonel olarak belli
başlı bir işi olmadığına göre, yani para getirecek herhangi bir işte
çalışmadığına göre; 84 yıl boyunca maişetini nasıl sağladı? Mahmut Şevket
Paşa'nın üniversite kurması için kendisine aktardığı yüklü miktardaki altın
liraların bu konuda bir rolü var mıdır? Bilmiyoruz. Taraftarlarına kalırsa;
Said-i Nursî'nin hayatı zaten sürgünlerle geçmiştir ve müritlerinin yardımlarıyla kıt kanaat
geçinmiştir! Acaba?
Atatürk Said-i Nursî'yi Huzurundan Neden Kovdu?
Yaşar Nuri Öztürk'ten öğreniyoruz
ki; yaptıkları görüşme sırasında Said-i Nursî, sırf namaz kılmıyor diye
Atatürk'e "zalim" demiştir. Bu konuşmadan sonra Atatürk'ün, kendisini
yaka paşa dışarı attığı akla gelirse de, muhtemelen o, yine saygısından ve
nezaketinden dolayı bu haddini bilmez misafirini en azından kapıyı göstermek
suretiyle bir anlamda usulü dairesinde kovmuş olmalıdır. Paralelcilerin
cilalayıp "tarihçidir" diye sahneye sürdüğü Mustafa Armağan bile en
azından bu konuda tarafsız davranıyor ve 25 Kasım 1922'de Mustafa Kemal
Paşa'nın meclisteki başkanlık odasında gerçekleyen görüşmenin sonucunun, bizim
aklımıza gelen şekilde noktalandığını çağrıştıracak bilgiler veriyor. Yani bazı
dinci yobazların "Said-i Nursi, kapıyı çarpıp çıktı" şeklindeki
efelenmelerinin, düpedüz yalan olduğunu belirtiyor. Hem de kuyruklu türünden
bir yalan olduğunu. Daha doğrusu o demiyor da biz onun dediklerinden bunu
çıkarıyoruz.
Mustafa Armağan, 1. ve 2. mecliste
(Şebinkarahisar) milletvekili olarak görev yapan Ali Sururi'yi (Ali Sururi
Tönik-Meclisteki Günlerim) şahit olarak göstermek suretiyle vermiş olduğu
röportajda Ali Sururi'nin "25 Kasım 1922'de akşam saatlerinde meclis
dağılırken, başkanın odasının yanından geçerken, içerden bağırma sesleri,
gürültüler duydum." şeklindeki sözlerini aktardıktan sonra Ali Sururi'nin
sözüm ona duyduklarının bundan sonrasını kendisi şöyle özetliyor:
"Kapı biraz açıkmış, Ali
Sururi Bey de duymuş bu bağrışmaları, 'kim var' diye yanındakilere sormuş,
-Molla Said Kürdi ile Atatürk var- demişler. Ali Sururi 1926'da bir kaza sonucu
ölüyor ve Said-i Nursi'nin sonraki yıllarda tanınan biri olduğu dönemi
göremiyor. Dolayısıyla tamamen tarafsız bir şahit. Kaldı ki Ali Sururi Bey
rejime yakın bir milletvekili. Bediüzzaman Atatürk'e bir açıklama yapıyor,
namaz kılmayan bir meclisin alacağı kararların meşru olamayacağını, bu
kararların meşru olabilmesi için milletvekillerinin namaz kılmasının şart
olduğunu ve namazın teşvik edilmesi gerektiğini vurguluyor. Said-i Nursi'nin bu
sözleri karşısında Atatürk, 'Hoca İngilizler, Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt
milletvekillerini İslami temaları kullanarak kışkırtıyorlar, onları ayırmak
istiyorlar, ben seni bunların önüne geçesin diye çağırdım' diyor. Sonra 'Ben
seni birlik için çağırmışken, sen namaz kılanlarla kılmayanlar diye ayrılık
çıkarıyorsun' diye eleştiriyor. Said-i Nursi bunun karşısında 'Ben ayrılık getirmek
için değil tam tersine, namazı teşvik etmek, sizin de bir gazi olarak, zafer
kazanmış bir komutan olarak, insanları dine ve namaza teşvik etmenizi istedim'
diyor. Evet karşılıklı konuşuyorlar ama
ikisi de bu görüşmeden memnun olmuyor, sonra Said-i Nursi odadan çıkıyor ama
bir kapı çarpma hadisesi yaşanmıyor. Arkasından Atatürk çıkıyor ve son olarak
'Böyle adamlarla bu memleket bir yere varamaz, bu hocalarla bir şey yapılmaz'
diyor"(5).
Mustafa Armağan'ın olabildiğince
tarafsız aktardığı yukarıdaki sözlerinden da anlaşılıyor ki; Mustafa Kemal
Paşa, muhtemelen Yaşar Nuri Öztürk'ün de dediği gibi başta Van'da bir
üniversite kurulması konusu olmak üzere bazı konularda kendisiyle görüşmek
üzere meclise çağırdığı Said-i
Nursî'nin, istiklalini yeni kazanmış bir ülkede bütün meseleleri bir tarafa
koyup, namaz konusuna yoğunlaşması üzerine kendisini bir güzel haşlıyor ve
sonra da ona kapıyı gösteriyor! Bu görüşmeden sonra ikilinin ölünceye kadar bir
daha bir araya gelmemiş olmaları, bizde böyle bir düşüncenin doğmasına sebep
olmaktadır...
Ömer Sağlam
__________
1-Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Âzam Savunması, s,244, İnkılâp Yayınları, İst.
2010.
2-Age, 244-245.
3-http://www.milliyet.com.tr/papa-turkiye-ziyaretinin-amacini/dunya/detay/1959688/default.htm,
4-Yaşar Nuri Öztürk, age, s, 221, 223. (Merdut: Reddolunmuş, kovulmuş,
hain)
5-http://www.sabah.com.tr/gundem/2011/01/05/saidi_nursi_kapiyi_carpip_cikti_mi.
Karşılaştırma için bkz.
http://www.haber7.com/guncel/haber/680607-said-nursi-ataturk-gorusmesinin-belgesi
(Parantezler tarafımızca konulmuştur. ö.s.)
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.