Mehmetçik, Peygamberini Çekirge Yeme Pahasına Savunmuştu [Ömer Sağlam]
Gruplarımızda sansür uygulanmamaktadır. İmla hatalarının düzeltilme sorumluluğu makale sahibine aittir.
Süleyman Şah
Türbesi'nde nöbet tutan askerlerin, bir gece harekatıyla, hem de başında
tutukları türbeyle birlikte apar topar Türkiye'ye getirilmesi üzerine
Türkiye'de adeta yer yerinden oynadı.
İktidar partisi ve
devlet ricali, bu durumu TSK'nin caydırıcı gücü ve bir zafer olarak
nitelendirirken, muhalefet son derece haklı olarak bu durumu tabanları yağlayıp
kaçmak olarak yorumluyor.
Üzülerek
söylemeliyiz ki; biz de bu askeri harekatı, tıpkı muhalefet gibi kaçış ve
sıvışma harekatı olarak nitelendirenlerdeniz.
Hem de ne kaçış!
Bizimkiler, telaş
içinde kaçarken tankın kapağını açık unutmuşlar ve tank hareket edince haliyle
kilolarca ağırlıktaki kapak hızla kapanmış ve bir başçavuşun kafasına inerek
ölümüne sebep olmuştur!
Bu durumu kim nasıl
nitelendiriyor bilmem ama, hiç kimse kusura bakmasın ben bu durumu
"Süleyman Şah'ın laneti" olarak nitelendiriyorum!
Öyle ya, sen durduk
yerde ve ortalıkta herhangi bir düşman saldırısı bile olmadan tabana kuvvet
vatan toprağını bırakıp kaçarsan, netice işte böyle olur.
Ecdat, adamı işte
böyle çarpar kardeşim!
Gazeteler, şehit
olan astsubay Başçavuşun, fotoğraf çekerken başına tankın kapağı düşerek şehit
olduğunu söylüyorlar.
Sahi bu başçavuş
neyin fotoğrafını çekiyordu o sırada?
Hiç kaçışın
fotoğrafı mı çekilirmiş efendim?
Böyle utanç verici
bir olayın, tarihe bırakılacak belgesine ne lüzum varmış?
Haydi diyelim; kendiniz
utanmadınız kaçmaktan, bunun belgesini tarihe bırakıp da evlatlarınızı
utandırmaya gerek var mı?
Yarın öbürgün
çocuklarınıza ve torunlarınıza "bak yavrum, biz 2015 yılının 21 Şubatını
22 Şubatına bağlayan gece muhteşem bir kaçış harekâtı gerçekleştirdik" mi
diyeceksiniz yoksa?
Süleyman Şah'ın Laneti!
Sahi neden tankın
içinden başını çıkartarak fotoğraf çekmeye çalışmış bu asker?
Yere inip fotoğraf
çekmeye de mi fırsat bulamamış bu adamlar?
Yoksa bu asker,
iddia edildiği gibi fotoğraf çekerken değil de, Süleyman Şah Türbesi'ni ve
karakol binasını yıkan tankın topunu ateşlerken ölmüş olmasın!
Dolayısıyla; bu
konuda iki ihtimal vardır; ya kaçarken telaş içinde tankın kapağını kapatmayı
unuttular ve tank hareket edince, haliyle kapak sarsıntının etkisiyle kendiliğinden kapandı ve başçavuşun başına isabet etti ve
onun ölümüne sebep oldu.
Ya da mazallah bu
başçavuş, oradaki yapıları yıkmak için tankın topunu ateşlerken yine kapağın
başına düşmesiyle vefat etti!
Yoksa duran tankın
kapağı neden kendiliğinden kapansın!
Yok eğer gerçekten
tankın kapağı, tank sabit dururken kapanıp başçavuşu öldürdü ise, şu halde
Süleyman Şah'ın ruhu devreye girdi ve bizimkilere ibreti alem için
unutamayacakları bir ders verdi!
Allah arkadaşlarıyla
birlikte nöbet yerini terk edip kaçarken ölen başçavuşa yine de rahmet eylesin
ve taksiratını affetsin; böyle bir ortamda ölen askere şehit denir mi orasını
gerçekten bilmiyorum ben!
Ölen başçavuşun
babası da bu ihtimali düşünmüş olacak ki; kendisini telefonla arayan Ahmet
Davutoğlu'na "hakkımız zayi olmasın, hakkımızı koruyun" gibisinden
bir laf etmiş.
Süleyman Şah Türbesini Çalıp Kaçtılar
Bu kaçışın
hikayesini herkes kendi bakış açısıyla değerlendirmiş.
Bana göre; en çarpıcı
başlıklardan birisini Zahide Uçar isimli bayan gazeteci atmış;
"Süleyman Şah
Türbesini Çalıp Kaçtılar…" diyor Zahide Uçar!
Şu cümleler aynı
başlıktaki yazısından Zahide Uçar'ın;
"Osmanlıcılık
kılıfıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletine savaş açan Kuvva-i İnzibatiye
artıkları, Osmanlı bakiyelerini tek tek teslim ediyor. Sınırımıza 37 kilometre
mesafede bulunan ve sınırlarımız dışında kalan tek vatan toprağı Süleyman Şah
Türbesini teslim ettiler. Bayrağı topladılar. Süleyman Şah’ın kemiklerini alıp
kaçtılar."
İtiraf edelim ki;
milletçe taarruzu zaten unutmuştuk!
Savunmayı göze
alamadığımız ise Süleyman Şah türbesini kaçırmamızla su yüzüne çıktı!
Anlaşılan; ricatı ve
kaçmayı bile beceremiyoruz artık.
Düşmanın olmadığı
bir ortamda yapılan geri çekilmede bile zayiat veriyor ordumuz!
Demek ki; 37 km.
ötedeki Karakozak köyünden apar topar kaçış emrini verenler, ordumuzun içinde
bulunduğu bu durumu bilerek vermişler emirlerini!
Ümit Özdağ: IŞİD ile Pazarlık Yapılmış
Olabilir!
Dün akşam (23 Şubat) bir televizyon programına katılan
21. yy. Türkiye Enstitüsü Başkanı Ümit Özdağ, "bildiklerimi söylersem, TCK
kapsamına girer" anlamında çekincesini ortaya koyduktan sonra, Türkiye'nin
söz konusu operasyon konusunda IŞİD ile anlaşmış olabileceğini ima etti.
Özdağ'a göre;
IŞİD'in Türkiye'de
birçok menfaati bulunmaktadır.
Ona göre; örgüt,
insan kaynağından tutun da para ve lojistik kaynaklara varıncaya kadar,
Türkiye'den istifade etmektedir.
Dolayısıyla
operasyondan önce IŞİD'e bunlar hatırlatılmış olabilir.
Aynı programda;
"Türkiye'nin güney sınırının tıpkı Pakistan-Afganistan sınırı gibi
olduğunu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin de, Pakistan'ın Peşaver eyaleti gibi,
devlet otoritesinden yoksun kaldığını ve ortada sınır diye bir şey
kalmadığını" da söyledi Ümit Özdağ.
Özetle; bizim
aklımıza gelen Ümit Özdağ'ın da aklına gelmiş bulunmaktadır ki; kendisi bu
konuların uzmanı olarak, konuyu herhalde bizden daha iyi bilmektedir.
Ancak biz de karınca
kararınca, dünkü yazımızda, tıpkı Musul Başkonsolosluğu çalışanlarının
kurtarılmasında olduğu gibi, Şah-Fırat operasyonu konusunda da IŞİD ile
görüşülmüş olabileceğini dile getirmiştik(1).
Esasen Ümit Özdağ,
Süleyman Şah'tan geri çekilmeyi Türkiye'nin Ortadoğu da ki yeni bir yenilgisi
olarak kabul etmektedir.
Ayrıca Özdağ'a göre;
Türkiye'nin geri çekilmesi, bölgede IŞİD ve PKK'yı güçlendirirken, Türkiye'nin
desteklediği diğer grupları zayıflatmıştır(2).
Özdağ'ın bu
cümlelerinden çıkan netice şudur: Türkiye Ortadoğu'da bir kez daha kendi
ayağına kurşun sıkmış Suriye politikamızın ne kadar fos (içi boş) olduğu bir
kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Mehmetçik Medine'yi Çekirge Yeme Pahasına
Savunmuştu!
Dünkü yazımızda,
Türklerin Niğbolu'da, Kenije'de ve Plevne'de, kaçmak şöyle dursun; her türlü
açlık ve yoksunluğu göze alarak Haçlı ordularına karşı yapmış oldukları
muhteşem savunmaları örnek vermiştim.
İsterseniz bu gün de
en az onlar kadar muhteşem olan iki savunma savaşını daha örnek verelim.
Bunlardan ilki
Edirne Savunmasıdır.
Kahraman Mehmet
Şükrü Paşa, her türlü açlık ve yoksunluğu göze alarak; 1912 yılında cereyan
eden Balkan Savaşı sırasında 1912 yılının sonu ile 1913 yılının başında olmak
üzere; Bulgar ve Sırp ordularına karşı
Edirne'yi tam 155 gün boyunca kahramanca savunmuştur.
İkinci örneğimiz ise
Medine Savunmasıdır.
General Ömer
Fahrettin Türkkan Paşa ve emrindeki kahramanlar, Birinci Dünya Savaşı bitip
Mondros Mütarekesi imzalandığı ve silahlar bırakıldığı halde Medine'yi
savunmaya devam etmişlerdir.
Kime karşı?
İngilizlere ve
onların yönlendirdiği Mekke Emiri Hain Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah'ın
emrindeki bedevilere karşı!
Öyle ki; Fahrettin
Türkkan Paşa ve askerleri, yiyecek bulamadıkları için çekirgeleri bile toplayıp
onlarla karınlarını doyurmak pahasına savunmuşlardır İslam Peygamberi'nin
kabrini ve Şanlı Medine şehrini.
Medine'nin şanına,
kendi şanından şan, kendi canından can katmıştır Mehmetçik.
Bu yüzden
Mehmetçiklerimiz "İskorbüt" denilen ve ağzı yara yapan bir hastalığa
bile yakalanmışlardır Medine'de.
Ömer Fahrettin
Türkkan Paşa, İngiliz ve Şerif Hüseyin Baskısına ve İstanbul'dan gelen emirlere
rağmen, "Biz seni bırakmamayız Ya Resulullah" diyerek, gözyaşları
içinde Medine'yi savunmaya devam etmiş
ve Rivayete göre; ancak yemeğine konulan bir uyku ilacı sayesinde uyutularak
Anadolu'ya gelen trene bindirilmek suretiyle Medine'den çıkarılmıştır.
Süleyman Şah
Türbesi'ni bekleyen askerlerin kumandanı Binbaşı bunları biliyor mudur acaba?
Yahu binbaşım, sahi
o türbeyi ve karakol binasını havaya uçurma emrini verirken hiç mi yüreğin
sızlamadı senin?
Yoksa, tıpkı Ömer
Fahrettin Türkkan Paşa gibi, sana da mı ilaç verip sersemlettiler o emri
vermeden önce?
Çünkü aklı ve
bilinci yerinde hiçbir asker, böyle bir emri asla veremez!
Biz inanıyoruz ki; o
emri ayık kafayla vermedin sen binbaşım!
Ne olursun böyle
söyle; eğer günün birinde mahkemeye çıkarılırsan.
Aksi takdirde seni
ne bu millet affeder, ne tarih affeder ve ne de ecdat affeder.
Ecdat sana sürekli
lanet okur binbaşım.
Bunu kesinlikle
böyle bil emi...
Ömer Sağlam
____________
1-
http://www.turkishnews.com/content/2015/02/23/sadrazam-davutoglu-ahmet-pasa-ve-ceber-kalesi-ricati/
2-
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2015/02/22/8073/ortadoguda-bir-yeni-yenilgi-suleyman-sahtan-geri-cekilme
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.