Geçtiğimiz 12 Mart, bilindiği gibi
İstiklal Marşımızın kabulünün yıldönümü idi. Bu sebeple, her sene olduğu gibi,
bu sene de yazılı ve görsel medyada sık sık Mehmet Akif'den dem vuruldu.
Çeşitli kurumlar çeşitli etkinlikler düzenlediler bu konuda. Akif'in hayatından
çizgiler aktarıldı, şiirlerinden
örnekler verildi. Mehmet Akif'in ismi ve şiirleri yine her sene olduğu gibi
camilerde okunan hutbelere kadar girdi bu sene de. Biz ise, derin derin
hülyalara daldık bunca riyakârlık ve bunca ikiyüzlülük karşısında. 2012 yılında
yayınlanan ve bu riyakârlıkları ele alan "Fikret'in Haluk'u Varsa Akif'in
de Aydemir Güler'i Vardır" başlıklı yazımızı, yeniden düzenleyerek bir kez
daha bilgilinize sunuyoruz aşağıda. Umarım faydalı olur...
Fikret'in Haluk'u
Varsa Akif'in de Aydemir Güler'i Vardır
Tevfik Fikret ve Mehmet Akif
Ersoy. Umumiyetle birbirinin çağdaşı iki şair olarak bilinir. Ancak birbirine
karşı mahallelerde oturan iki şair. Çünkü Tevfik Fikret ve Mehmet Akif'in dünya
görüşleri birbirinden taban tabana zıttır. Tevfik Fikret, Türkiye'ye egemen
olan ve Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük olarak bilinen üç önemli fikir akımından Batıcılık akımını temsil
ederken, Mehmet Akif İslamcılık akımının temsilcisi ve fikir öncüllerinden
birisi olarak bilinir ve kabul edilir. Cumhuriyeti kuranlar, örneğin Mustafa
Kemal Paşa daha çok Tevfik Fikret'in etkisinde kaldığı halde, bugünkü iktidar
mensupları daha çok Mehmet Akif'in de mensubu bulunduğu düşünce yapısına
sahiptirler. Bunu sadece ben değil, bugünkü iktidarın ikinci adamı olan Sayın
Bülent Arınç da söylüyor. Diyor ki; Bülent Arınç;
"Mehmet Akif'in Asım diye
önüne koyduğu gençlerle Tevfik Fikret'in Haluk diye önüne koyduğu
gençler birbirinden farklıdır. Akif'in hedefine koyduğu ve Asım diye bilinen gençliğin
bugün en güzel şekliyle karşımızdaki örneği Recep Tayyip Erdoğan'dır"(1). Dolayısıyla
Bülent Arınç ve diğerleridir...
İki şair ve fikir adamının çok az
olan ortak yanlarından birisi, her ikisinin de fikirlerini istikbalimizi emanet
edeceğimiz gençler üzerinden vermiş olmalarıdır. Tevfik Fikret, bunu bizzat
oğlu "Haluk" üzerinden yaparken, Mehmet Akif, kendi muhayyilesinde
yatarmış olduğu sanal çocuğu "Âsım"
üzerinden yapar.
...
"Türk-İslam Ülküsü'nün
Kahraman Şehidi: Enver Paşa" başlıklı makalemiz, oldukça geniş bir okuyucu
kitlesine ulaşmış ve yorum almış bulunuyor. Yorumların geneli lehte olmakla
birlikte aleyhte yapılan kimi yorumlar da vardır. Bu yorumlardan birisi Mehmet
Selim Çelik isimli okuyucuma aittir. Mehmet Selim Çelik, Mehmet Akif Ersoy'un;
"Üç beyinsizin uğruna üç
milyon halk,
Nasıl doğranıyor baba mezarından
kalk"
Şeklindeki beytini (biraz yanlış
da olsa) aktardıktan sonra şu yorumu yapmıştır "İstiklal şairimiz burada
üç beyinsiz olarak Enver Paşayı, Talat Paşayı ve Cemal Paşayı kastetmiştir.
Hayalleri uğruna vatan toprağının dört bir yanında üç milyon insanın şehadetine
sebeb oldukları için.."(2).
Öncelikle söylemek gerekirse;
Mehmet Selim Çelik isimli okurumuz, Akif'in beytinde söylemek istediğini
yeterince anlayabilmiş değildir. Çünkü bize göre; Akif'in doğrandığını
söylediği şey, üç milyon halkın katledilmesi değil, Osmanlı Haritası'nın
parçalanması, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemen olduğu coğrafyada irili ufaklı
devletler kuruluyor/kurduruluyor olmasıdır. Zira değil Enver Paşa ve
arkadaşlarının iktidarda olduğu yıllarda üç milyon insanın doğranması, altı
asırlık Osmanlı İmparatorluğu boyunca bile Osmanlı coğrafyasında bu kadar kısa
sürede bu kadar insan öldürülmemiştir.
Örneğin Amerikalı ünlü tarihçi
Justin McCarthy bile 1912-1921 yılları arasında 3 milyon Müslüman'ın öldüğünü,
bu rakamın içinde Osmanlı sınırları dışındaki Müslümanların ve savaşlar
dışındaki sebeplerle ölenlerin de olduğunu söylemektedir(3). Diğer bir Amerikalı
bilim adamı olan Bruce Fein ise, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Doğu
Anadolu'da ölen Müslüman sayısını yaklaşık 2 milyon olarak tahmin etmekte ve bu
rakamın içine salgın hastalıklar, kötü beslenme ve açlık sebebiyle vuku bulan
ölümleri de dahil etmektedir(4).
Bilindiği gibi; Osmanlı'nın en
geniş sınırlarına ulaştığı 1699 yılında imparatorluk topraklarının genişliği 24
milyon km2 dolaylarındadır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ise 4.9 milyon
km2'ye kadar gerilemiştir. Akif'in, Enver Paşa ve arkadaşlarını "Üç
Beyinsiz" olarak niteleme cüreti gösterdiği yıllarda ise devletin
sınırları 3 milyon km2'ye kadar gerilemiş olmalıdır. Dolayısıyla Akif, doğrama
kavramını 3 milyon insanın katledilmesi anlamında değil, olsa olsa Osmanlı
coğrafyasının parçalanması anlamında kullanmıştır. Aksini düşünmek, örneğin
Birinci Dünya Savaşı sırasında dünya çapında bütün cephelerde öldürülen
insanların tamamının sorumluluğunu Enver, Talat ve Cemal Paşa'lara yüklemek
ise, insafsızlıktır, vicdansızlıktır. Büsbütün Enver Paşa ve arkadaşlarına
iftiradır, bühtandır. İftira ve yalan söylemek ise Müslüman'a yakışan bir
davranış modeli asla değildir. Hele hele bu Müslüman, "İstiklal
Marşı"nın ve "Çanakkale
Destanı"nın şairi Akif ise.
...
Mehmet Akif, Arnavut kökenlidir.
O, sadece bir şair ve edip değil, aynı zamanda bir siyasetçidir. Hem de
yukarıda dediğimiz gibi, İslamcı siyasetin Türkiye'deki öncü isimlerinden
birisidir. Bu sıfatlarıyla elbette hakaret edecektir Enver Paşa ve
arkadaşlarına. Çünkü onlar, Türk Milliyetçisi idiler ve ülkedeki
"Türkçülük" akımının temsilcileriydiler. Devletin kurtuluşunu, Türk
Dünyası ile bütünleşmekte görüyorlardı. Akif ise milliyetçiliği şiddetle
reddeden ve onu "Kaltabanlık", yani "Namussuzluk" olarak isimlendiren
bir adamdır. İşte onun bu konudaki düşüncesini aktardığı şiiri:
“Hani milliyetin İslam
idi,kavmiyet ne
Sarılıp sımsıkı dursaydın o milliyetine
Arnavutluk ne demek, var mı şeriatte yeri
Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri
Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahud Kürd’e
Acem’in Çinli’ye, rüçhanı mı varmış nerde?
İslamiyette anasır mı olur ne gezer
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır ruh-i Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın.”
...
Görüldüğü gibi; Akif'e göre
"Milliyet" deyince anlaşılması gereken şey "İslam"dır. Yani
bir anlamda "Ümmetçilik". Yani Akif, "Ümmetçilik" peşinde
koşan bir insandır ve bu maksatla Enver Paşa'nın teklifini kabul ederek yine
Enver Paşa tarafından teşkil edilen bir "Teşkilat-ı Mahsusa"
heyetiyle Mekke Emiri Şerif Hüseyin'i ikna etmek için Hicaz'a gider. Buradan
anlaşılan şudur; Enver Paşa ve arkadaşları, devleti ayakta tutmak için
İslamcılık akımından da istifade etmek istemiş ve bu konuda din unsurunu da
kullanmaktan asla çekinmemişlerdir. Çünkü Enver Paşa, diğer ikisinden, yani
Talat ve Cemal Paşa'lardan farklı olarak dindar bir insandır. Hatta namazında,
abdestinde bir adamdır. Bu sebepledir ki; Şeyh Tunûsi, Kuşçubaşı Eşref gibi
adamların bulunduğu heyete, o günlerde yazmış olduğu şiirlerle İslamcı kesimin
lider kadrosu içinde yer alan Mehmet Akif'i de heyete dahil etmiştir. Ancak
gelişmeler, Akif'in döneklik anlamına gelmese bile, Enver Paşa tarafından
kullanıldığı zehabına kapılmasına yol açmış ve Akif, Enver Paşa ve arkadaşlarına
"Üç Beyinsiz" diyecek noktaya gelmiştir.
İslamcı Mehmet Akif, Türk
Milliyetçiliğine şiddetle karşıdır ama, kökenlerinin bulunduğu Arnavutluk'a "Öz
vatan" nitelemesi yapmaktan ve atalarının gömülü bulunduğu bu topraklara
yakın ilgi göstermekten de asla geri durmaz. "Üç beyinsiz kafanın derdine,
üç milyon halk/Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!" şeklinde
seslendiği babası hakkında;
"Babam Fatih müderrislerinden
İpekli Hoca Tâhir Efendi merhumdur ki, benim hem babam, hem hocamdır. Ne
biliyorsam kendisinden öğrendim. Şiirin daha iyi anlaşılmasına, merhûmun da
rahmetle anılmasına vesîle olur, diye şu hâşiyeyi yazmaya mecbûr oldum"
der ve yukarıdaki mısralarının da içinde bulunduğu "Aç Gözünü" isimli
şiirinde şöyle seslenir ölmüş babasına:
"Diriler koşmadı imdâdına,
sen bâri yetiş...
Arnavutluk yanıyor... Hem bu sefer
pek müthiş!
O ne yangın ki: Ocak kalmadı
söndürmediği!
O ne tûfan ki: Yakıp yıktı bütün
vâdîyi!
...
Baba! En sevgili annen, o senin öz
vatanın,
Olacak mıydı fedâ hırsına üç
kaltabanın?
Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak
gitti...
Öyle bir gitti ki hem: Bir daha
gelmez ebedî!
Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin
acaba?
'Meşhed'in beynine haç saplanacak
mıydı baba!
Ne felâket: Dönüversin de mesâcid
ahıra,
Hırvat’ın askeri tepsin çıkıp
üstünde hora!
Bâri bir hâtıra kalsaydı şu
toprakta diri...
Yer yarılmış, yere geçmiş şühedâ
türbeleri!
Nerde olsam çıkıyor karşıma bir
kanlı ova...
Sen misin, yoksa hayâlin mi?
Vefâsız Kosova!"
...
Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal
Paşa hakkında yapılan ve telif hakkı İslamcı siyasetin öncü ismi olan Mehmet
Akif Ersoy'a ait olan "Üç Beyinsiz" nitelemesi, daha sonraki yıllarda
aynı ekole mensup başka kişilerce de kullanılmıştır. Bunlardan birisi de
tarihçi-yazar Mustafa Müftüoğlu'dur. "Yalan Söyleyen Tarih Utansın"
isimli ciltler tutan kitabında sıklıkla dile getirmekle öfkesini dindiremediği,
hiddetini bir türlü söndüremediği gözlenen hazret, en sonunda "Üç Beyinsiz
Kafa" ismiyle başlı başına bir kitap bile yazmıştır. Kitabın arka
kapağında yer alan şu cümleler, içeriğinin hangi gözle ele alındığını ele verir
gibidir;
"Üç Beyinsiz Kafa Talat,
Enver ve Cemal Paşalar. Masumane gayelerle hilafetin son kalesini yıkan,
yüzbinlerce insanımızın şehid düşmesine sebep olan kişiler. İttihad ve
Terakkinin üç beyinsiz kafasının öyküsü. Koca İmparatorluğun dağılışının
hikayesi. Tarihimizin en acılı safhası..."(5).
Mustafa Müftüoğlu, yukarıdaki
cümleleriyle Enver Paşa ve arkadaşlarına saldırırken, aslında onlar adına
hayırlı bir iş daha yapıyor ve fikir öncüsü Mehmet Akif'in, doğrandığını
söylediği 3 milyonluk halkın sayısını, "yüz binlerce" diyerek en
azından 1 milyon bile olmadığını itiraf etme durumunda kalıyor. Ki; İslamcı
kesime göre; Enver Paşa ve arkadaşlarının beyinsizlikleri yüzünden bu yüz
binlerin, 300 bini Çanakkale Cephesi'nde, 90 bini Sarıkamış'ta şehit olmuştur.
Oysa; son yapılan araştırmalara
göre Çanakkale'deki şehit sayımız 100 bini, Sarıkamış'taki şehit sayımız ise 25-30
bini bile bulmuyor. Özetle; İslamcı,
Ümmetçi ve Hilafetçi çevreler, Türk Milliyetçiliği'nin sembol
isimlerinden Enver Paşa'ya saldırma adına yalan söylemekten bile geri
durmuyorlar. Ki; Enver Paşa ve arkadaşlarına saldırma vesilesi yaptıkları şehit
sayılarını bile, İngilizlerin ve Ruslar'ın, Çanakkale ve Sarıkamış'ta Türklere
verdirdikleri zayiatı ve dolayısıyla kendi başarılarını yüksek göstermek
maksadıyla kaleme aldıkları kaynaklardan ve maksatlı olarak düzenlemiş
oldukları sahte belgelerden almaktadırlar.
Taraftarları tarafından her ne
kadar aksi savunulsa da, Mehmet Akif Ersoy, Cumhuriyet'le başı hiç de hoş
olmayan bir adamdır. O, muhtemelen, padişahlık olmasa bilme en azından
hilafetin devam ettirileceğine inanıyordu. Ancak beklentileri çıkmayınca,
Türkiye'yi terk edip, soluğu Mısır'da yakın dostu Abbas Hilmi Paşa'nın yanında
almıştır. Bu arada Mustafa Kemal Paşa tarafından kendisine verilen
"Kur'an'ın Türkçe çevirisini yapma" görevini de yerine getirmemiştir.
Çeviriyi hazırladığı halde, bir türlü teslim etmemiş, içinde bulunduğu dini
taassuptan dolayı, tercümenin asıl Kur'an yerine kaim olmayacağını, ancak
zamanla böyle bir durum ortaya çıkacağını düşünerek yapmış olduğu Kur'an
tercümesinin imha edilmesini vasiyet etmiş ve bu vasiyet, 2014 yılında CHP ve
MHP'nin ortak Cumhurbaşkanı adayı da olan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Eski
Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmelettin İhsanoğlu'nun ailesi tarafından yerine
getirilmiştir.
Öte yandan Mehmet Akif Ersoy, bir
Peygamber veya Tanrı değildir. O sadece bir Müslüman şairdir. Böyle olunca onun
söylediği her söze ve yazmış olduğu her şiire tıpkı sahih hadislere ve Kur'an
ayetlerine bakıldığı gibi kesin doğru nazarıyla bakılamaz. Dolayısıyla Mehmet
Akif "Üç Beyinsiz" yaftalamasında bulundu diye Enver Paşa ve arkadaşları
ne beyinsizdirler ne de Osmanlı İmparatorluğu'nu onlar yıkmıştır. Unutulmasın
ki; Akif'in "Bedrin Arslanları" ile kıyas ettiği Çanakkale
kahramanlarının Harbiye Nazırı ve Başkumandan vekili de Enver Paşa'dır.
Dediğimiz gibi; Türkiye, cumhuriyetle
yönetilmeye ve inkılaplar üst üste yapılmaya başlayınca, Akif şaşkınlık ve bir
bocalama dönemi yaşamış, bu bocalama ve arayış döneminde Mısır'a gitmiştir.
Ancak maiyetine sığındığı Abbas Hilmi Paşa'nın yanında da aradığını bulamamış
ve tekrar yurda dönerek fakru zaruret içinde ölmüştür. Öyle ki; bir grup
Üniversite öğrencisi olmasa, belki de belediye tarafından kimsesizler
mezarlığına gömülme durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Çünkü Cumhuriyet'e ve
Cumhuriyet'i kuranlara karşı takınmış olduğu tavır sebebiyle itibar ve irtifa
kaybetmiş bir adamdır Merhum Mehmet Akif. Ancak ne var ki; onun hayatı ve
takınmış olduğu tavır, taraftarlarınca yine de kendi adına bir fazilet ve erdem
örneği olarak anlatılmaktadır ötede, beride.
Tevfik Fikret ve
Mehmet Akif
Yukarıda Bülent Arınç'tan
verdiğimiz ilginç bir örnekle de dile getirdiğimiz üzere; Dini siyasete
bulaştırmayı siyaset sanatı sayanlarca Mehmet Akif, sürekli Tevfik Fikret ile
kıyaslanır ve bu kıyaslamada Akif yüceltilip göklere çıkarılırken, Tevfik
Fikret yerden yere vurulur. Özellikle 21 Temmuz 1905 günü II. Abdülhamit'e
düzenlenen başarısız bir suikast girişiminden sonra Tevfik Fikret'in kaleme
almış olduğu mısralar, Tevfik Fikret'in aleyhine alabildiğince kullanılır.
Fikret, şiirinde bombanın patlayışını anlattıktan sonra, bu saldırıya kimin
sebep olduğunu sorar ve bombacıya övgüler düzer:
"Silkip ukudu rıbka-i-asarı
en çetin,
Bir uykudan uyandırır akvamı dehşetin.
Ey şanlı avcı dâmmı beyhude kurmadın,
Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın"(6)
İslamcıların bu konuda Fikret'e
yüklenirken üzerinde durdukları konu, Fikret'in, II. Abdülhamit'e suikast
düzenleyen suikastçıya yaptığı övgü değil, daha çok suikastçının kimliğidir.
Çünkü suikast girişimi Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermeni devleti kurmak isteyen
Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından gerçekleştirilmiştir. Patlama sonucu
civardaki halk arasında 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmıştır. Olaydan sonra
yapılan araştırma sonucu olaya karışan 40 kişinin kimlikleri belirlenmiş, bunlardan
15'i yakalanarak tutuklanmış, Belçika vatandaşı olan Edward Joris'in suikast
girişiminin lideri olduğu sonucuna varılmıştır. Edward Joris 2 yıl hapis
yattıktan sonra serbest bırakılmıştır(7).
Ayşe Osmanoğlu "Babam Sultan
Abdülhamit" isimli kitabında; 1905 yılında babası Abdülhamit Han'a karşı yapılan
suikast girişiminin faillerinin Ermeni Taşnak Cemiyeti'ne mensup kişiler olduğunu,
başlarındaki Anarşist Edvard Jaures'le birlikte tamamının mahkum olduğunu, ancak
babası padişahın, bir süre sonra bu Adward Jaures'i affederek ihsanda bulunduğunu
ve memleketine gitmesine izin verdiğini, onun da padişaha hizmet edeceğine dair
söz verdiğini ve verdiği sözü tuttuğunu söylüyor(8). Ayşe Osmanoğlu'nun
anlattıkları ise sanki insanın aklına, bu suikast girişiminin, II. Abdülhamid
tarafından istibdat yönetimini pekiştirmek için bizzat planlanmış bir kumpas
veya bir tertip olabileceğini akla getirmektedir!
Tevfik Fikret, şiirini yazarken
muhtemelen bombacının kimliğini ve etnik kökenini bilmiyordu. Çünkü bahse konu "Bir
Lâhza-i Ta'ahhur-Bir Anlık Duraklama" isimli şiirinde suikastçının kimliği
ile ilgili hiçbir bilgi bulunmamaktadır. O, sadece "Müstebit" bir
padişahın ortadan kaldırılmamasına hayıflanmaktadır şiirinde. Üstelik,
suikastçının etnik kökeni bilinse bile, burada önemli olan ve üzerinde
durulması gereken, suikastçının etnik kökeni değil, istibdatçı ve baskıcı bir
idareciye karşı duyulan nefrettir.
Ermeni asıllı bir kişinin, Türk asıllı bir hükümdara karşı
sergilemiş olduğu öldürme kastı, Türkler olarak bize her ne kadar ağır
geliyorsa da, suikast girişiminin sergilendiği 1905 yılı, Osmanlı'da milliyet
kavramının şiddetle bastırıldığı, İslamcılığın ve Osmanlıcılığın geçer akçe
olduğu bir döneme rastlar. 1900'lerin başında bile Türkler saray çevresine,
Türkçülük ise payitahta henüz girememektedir. Türkler, devlet erkanının ve
saraylıların gözünde hâlâ köylü, kro ve taşralı insanlardır. Onlar sadece
savaşlarda ölmek için yaratılmış mahluklardır! Vaktiyle Prof. Dr. Ercüment
Kuran'a ait bir kitapta okumuştum şu olayı;
Bir gün Yıldız Sarayı'nda görevli
bir Arnavut çalışan, sarayda bahçıvanlık yapmakta olan bir Türk'ü "Def ol
buradan Pis Türk!" diye azarlar. O sırada sarayın bahçesinde dolaşmakta
olan Padişah II. Abdülhamit hadiseyi görür ve Arnavut asıllı saray görevlisine
şöyle der; "Unutma ki ben de Türk'üm!"
Öte yandan, İslamcıların II.
Abdülhamit'e karşı düzenlenen suikast girişiminde suikastçının etnik kökeni
üzerinde durmaları ve bu noktadan hareketle Tevfik Fikret'e yüklenmeleri,
milliyetçilik bir yana tam da ırkçılığın daniskasıdır.
Ayrıca; 26 kişinin öldüğü, 58
kişinin yaralandığı bir olayın faillerinin neden idam edilmeyerek iki yıl gibi
kısa bir süre hapis yattıktan sonra salıverilmeleri de doğrusu biraz
enteresandır. Bu durum, olayın sanki II. Abdülhamit'in bilgisi dahilinde
yazılmış ve Padişahı halkın gözünde kıymetlendirmeyi amaçlayan bir senaryoyu,
politik bir manevrayı akla getirmektedir. Tıpkı bugün Bülent Arınç'a bir
binbaşı tarafından suikast girişiminde bulunulduğu, tıpkı Hüseyin Çelik'in
odasına Van Valisi tarafından bomba koydurulduğu(9) iddiaları gibi. Bilindiği
gibi her iki iddia da fos çıkmış, Arınç'ın iddialarına ilişkin açılan dava ise
takipsizlikle sonuçlanmıştır. Yapılan sadece TSK'nin kozmik odasına
girilmesinden ve iddialara göre; TSK'nin bazı gizli dosyalarının, geçmemesi
gereken ellere geçmesinden ibaret kalmıştır. Genel Kurmay Başkanlığı yapmış
olduğu resmi açıklamasında "Mahkeme kararı gereği Cumhuriyet Savcılığına
teslim edilmiş imaj içeriğindeki TSK’ya ait bilgi ve belgelerin mevzuata aykırı
şekilde yetkisiz kişilerin eline geçmesine sebebiyet verenler hakkında adli
yollara başvurulacaktır.” diyor çünkü(10).
İslamcıların Tevfik Fikret'e
yüklenirken savundukları argümanlardan birisi de hiç şüphesiz, onun Türk
Gençliği'ne örnek olarak gösterdiği oğlu Haluk'un hayat çizgisidir. Çünkü iyi
bir tahsil yapması için önce Avrupa'ya, arkasından Amerika'ya giden Haluk,
orada Hıristiyanlığa ilgi duymuş ve Hıristiyan olmuştur. Dahası, kısa süreli
bir iş adamlığı deneyiminden sonra 1943 yılından itibaren kendisini tamamen
dine vermiş ve 1965 Haziran'ında Orlando, Park Lake Presbyterian Kilisesi
rahibiyken ölmüştür(11).
İşte Hâluk'un bu hayat çizgisi de
Türkiye'deki İslamcılar ve Tevfik Fikret düşmanları tarafından, onun aleyhine
kullanılan argümanlardan birisi olmuştur. Günümüzün "Dinler Arası
Diyalogcuları" ve "Medeniyetler İttifakçıları"nın kulakları
çınlaşın. Eğer Fikret'in oğlu Hâluk hâlâ yaşıyor olsalardı, batı Hıristiyan
dünyasına yaklaşmada en büyük kozları sanırım Hâluk olur, babasının yazmış
olduğu şiirleri ve ortaya koymuş olduğu düşünceleri bir kenara iter, derhal
kendisiyle diyaloga geçerlerdi! Örneğin şu bizim Meşhur Pensilvanya Vaizi,
mutlaka arar bulurdu Orlando Park Lake Presbyterian Kilisesi Rahibi Hâluk
Efendi'yi!
Tevfik Fikret'in oğlu Hâluk hiç
değilse bir papaz olmuştur. Yani bir şekilde din adamıdır. Üstelik Kur'an'ın
beyanına göre Hıristiyanlık da tıpkı Müslümanlık gibi semâvî bir dindir. Yani
ilahi vahye dayanır.
Peki ya İslamcıların,
saltanatçıların ve hilafetçilerin göklere çıkardıkları Akif'in hayatında bu
türlü üretim hataları yok mudur? Elbette vardır. Hem de Fikret'inkinden de
beterdir bu üretim hataları. Çünkü Mehmet Akif'in kendi oğlu Emin'in hangi şartlarda
öldüğü bilinir ama fazla deşifre edilmez her nedense. Çünkü, İslamcılar bunu
özellikle gizlerler Türk Milleti'nden. İşte biz söylüyoruz bu durumu; Mehmet
Akif Ersoy'un oğlu Emin Ersoy, içki bağımlısı bir genç olarak yaşamış ve öyle
de ayrılmıştır bu dünyadan. Bunalım içinde yaşadığı bir gün solcu yazar Çetin
Altan’a kadar giderek yardım isteyen Emin Ersoy, olaydan kısa bir süre sonra
Beşiktaş’ta bir çöp kutusunun yanında ölü bulunmuştur. Mehmet Akif'in diğer
çocuklarının da(ki; yanlış bilmiyorsam toplam 5 çocuğu olmuştur) fazla parlak bir hayatı olmamıştır. Hemen
tamamı fakr-u zaruret içinde, istenmeyen şartlarda ve kimsesiz bir şekilde
ölmüşlerdir.
Dindar Akif'in ikinci kuşak
torunu, yani kızı Feride'nin torunu Aydemir Güler ise tam bir dinsizdir! Yani
ateist demek istiyorum. Kimdir Aydemir Güler? Bugünkü Türkiye Komünist Partisi
(TKP)'nin Genel Başkanlığını da yapan bir siyasetçi. Bildiğim kadarıyla din ile
komünizm yan yana gelebilen kavramlar değildir. Çünkü komünizm, her türlü dini
inkâr eden, dini afyon olarak nitelendiren materyalist bir felsefedir. Eğer
Aydemir Bey, gerçekten komünist ise o zaman dinsiz demektir. Yok eğer dine ve
Allah'a inanıyorsa o zaman da gerçek komünist değildir. Sadece komünist rolü
oynuyordur.
Şu sözler TKP Genel Başkanı
Aydemir Güler'e aittir:
"İnsanın doğarken ailesini
seçme hakkı olmuyor. Ben 15 yaşında Komünistliği seçtim. Mehmet Akif Ersoy'un
İstiklal Marşı'nı yazması bana hiçbir şey hissettirmiyor. İnsan doğarken
ailesini seçme hakkı olmuyor. Hem Mehmet Akif Ersoy'un ailesinin İslâm'la çok
ilgili olduğu söylenemez. Ben 15 yaşında komünistliği seçtim. Çünkü yaşadığımız
düzenden memnun değildim. O gün bugündür komünistim. (Bu durum) İlk yıllarda
biraz problem oldu. Şimdi sanıyorum bizim ailede TKP'nin oyu bayağı fazla.
Mehmet Akif Ersoy'un adını kullanmayı hiç düşünmedim. Bir kere bu benim
savunduğum ilkelere ters düşüyor..."(12).
Özetle; Aydemir bey diyor ki;
bizim ailede, yani Mehmet Akif Ersoy'un torunları arasında benim dışımda da
komünist felsefeye inanan dinsizler bulunmaktadır.
Kendisiyle röportaj yapan gazeteci
Aydemir Güler hakkında şu değerlendirmeleri yapmaktadır:
"Türkiye Komünist Partisi
(TKP) Genel Başkanı Aydemir Güler, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un
ikinci kuşak torunu. Peki, keskin bir İslâmi söylemi olan bir dedenin, taban
tabana zıt fikirlere sahip torunu olmak nasıl bir şeydi? Dedesiyle manevi bir
bağı var mıydı? Dedesiyle gurur duyuyor muydu? Röportaj sırasında öne çıkan şu
oldu: Güler, konuştuğumuz süre içerisinde bir kez bile Mehmet Akif Ersoy'dan
bahsederken, 'dedem' kelimesini kullanmadı. Sanki Ersoy'un torunu olmaktan
memnun değil gibiydi. Konuşmanın biraz gergin başlamasının sebebine gelince...
Güler ile röportaj yapmak için partiyi arayıp randevu aldım. Partiye gittiğimde
herkeste büyük bir şaşkınlık oluştu. Randevulaştığımız saatte gitmeme rağmen,
beni yarım saat beklettiler. Bu şaşkınlığa sebep, başörtülü oluşumdu. Güler'in
basın danışmanı iki kez Güler'in yanına gidip geldi. Sonunda Nihan Hanım yanıma
gelip, 'Şunu sormayın, bunu sormayın' ricasında bulundu. Sormamı istemedikleri
şey ise Güler'in Mehmet Akif Ersoy'un torunu olmasıydı. Ama ben sordum..."(13).
Hülasa edecek olursak; ne Tevfik
Fikret'in oğlu Papaz Hâluk, ne Mehmet Akif'in içki bağımlısı oğlu Emin ve
dinsiz torunu Aydemir Güler değersiz kişilerdir, ne de bu ikisi ataları için
birer nakısa teşkil ederler. Dolayısıyla ne oğlu Hâluk papaz oldu diye Tevfik
Fikret değersizdir, ne de başta Aydemir Güler olmak üzere, torunları ateizmi ve
komünizmi seçtiler diye Mehmet Akif değersizdir. Tam tersine, değil mi ki hepsi
de insan, o zaman bizim için hepsi de değerlidir. Biz ki; "Yaratılanı
severiz yaratandan ötürü" sözünü kendimize düstur edinmiş insanlarız.
Ayrıca "beşerdir şaşar" sözü, herkes için, bu arada elbette Fikret ve
Akif ile onların sulbünden gelenler ve elbette bizim için de geçerlidir. Allah,
herkesin taksiratını affetsin. Ölenlere rahmet, kalanlara sağlık ve afiyet...
Ömer Sağlam
________________
1-http://www.haberler.com/arinc-mehmet-akif-in-asim-inin-ornegi-erdogan-dir-3434911-haberi/
2-
http://www.sozcu18.com/turk-islam-ulkusunun-kahraman-sehidi-enver-pasa-2339yy.htm,
3- http://haber.stargazete.com/guncel/prof-mccarthyden-soykirim-iddialarina-tokat-gibi-yanit/haber-889066.
4-
http://www.turkishnews.com/tr/content/2010/04/25/bruce-fein-parlamentolar-tarih-yazamaz.
5-http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=46608,
7- http://tr.wikipedia.org/wiki/Y%C4%B1ld%C4%B1z_Suikast%C4%B1
7-Ayşe
Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, s, 60-63,
6.Baskı, Timaş Yayınları, İst. 2013
8-http://t24.com.tr/haber/necdet-ozel-kozmik-oda-belgelerinin-savciliga-teslim-edilmesi-icin-hicbir-girisimim-olmadi,290401
9-http://www.haberturk.com/gundem/haber/756112-celikin-bomba-iddiasina-yanit
10-http://t24.com.tr/haber/necdet-ozel-kozmik-oda-belgelerinin-savciliga-teslim-edilmesi-icin-hicbir-girisimim-olmadi,290401
11-bkz.
Fikretin Dramı-5 başlıklı yazı,
http://blog.milliyet.com.tr/tevfik-fikret-in-drami---5--son-/Blog/?BlogNo=192019,
12-bkz.http://www.habervitrini.com/haber/mehmet-akifin-torunu-komunist-cikti-145133/
internet adresinde bulunan "MEHMET AKİF'İN TORUNU KOMÜNİST ÇIKTI!.." başlıklı
haber röportaj,
13-Aynı
kaynak