Uydurulmuş Din Değil İndirilmiş Din [Ömer Sağlam]
İslam dünyasının içinde bulunduğu bugünkü duruma
bakınca, yüreği sızlamayan, içi cayır cayır yanmayan aklı başında Müslüman var
mı bilmem. Herhalde yoktur! Eğer varsa, böyle bir insanın gerçek anlamda
Müslüman olduğundan kesinlikle şüphe edilir. Çünkü Müslüman kardeşinin derdiyle
dertlenmeyen, sıkıntısını paylaşmayan kişi, asla gerçek anlamda Müslüman
olamaz. Bunu biz değil, İslam Peygamber'i Hz. Muhammed (s.a.s) söylüyor.
Şöyle diyor bir hadisinde Hz. Peygamber: "Sizden biriniz, kendi nefsi için arzu
ettiğini Müslüman kardeşi için de arzu etmedikçe gerçek anlamda Müslüman
olamaz". Bir başka hadisinde
ise şöyle buyurur O: "Müslüman
kardeşi aç yatarken, kendisi tok yatan kişi bizden değildir..."
Müslüman coğrafyasına batıdan doğuya doğru şöyle
bir bakınca karşımıza çıkan manzara şudur: Batıdan doğuya doğru hemen bütün
İslam coğrafyası, genelde emperyalist, yani sömürgeci ülkelerin, özelde ise
batılı emperyalist güçlerin oyun sahası ve güç gösterisi yaptığı alanlar haline
gelmiş bulunmaktadır. Gerçi bu manzara, yeni de değildir. Geçtiğimiz yüzyılın
başında, masa başına oturarak, İslam coğrafyasını kendi menfaatleri
doğrultusunda ada ve parsellere ayıran emperyalist güçler, İkinci Dünya
Savaşı'ndan itibaren az çok denge unsuru olan Doğu Bloğunun, diğer adıyla Demir
Perde'nin, 1990'ların başında aniden çökmesiyle birlikte, yaklaşık bir asır
önce çizdikleri sınırları yeniden çizme ihtiyacı hissetmiş bulunmaktadırlar. Bu
yeni satranç oyununun adı, Tayyip Erdoğan'ın "Türkiye'nin ortadoğuda bir görevi var. Nedir o görev. Biz Geniş
Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi'nin eş başkanlarından birisiyiz ve bu görevi
yapıyoruz. Ve ben özellikle Diyarbakır'a çok farklı bakıyorum. Diyarbakır,
Amerika'nın da düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesinin içinde bir yıldız
olabilir..."(*) şeklinde, kendisi adına bir başarı öyküsüymüşçesine
tanıttığı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesi
(GOP) olarak bilinen projedir.
Sovyetlerin dağılmasıyla dünyanın tek süper gücü
pozisyonuna geçen ABD'nin başını çektiği batılı büyük güçler, işte bu projeler
doğrultusunda İslam Ülkelerini önce istikrarsızlaştırma, sonra da dış destekli
iç çatışma ve savaşlar çıkarmak suretiyle küçük parçalara bölmeye
başlamışlardır. Tunus'ta sözde Yasemin devrimiyle iktidarı değiştirten batı,
Libya'da, bizim de ortağı bulunduğumuz NATO'yu devreye sokmak suretiyle güç
kullanarak Kaddafi yönetimini al aşağı etmiş ve Libya'yı şimdilik iki parçaya
bölmüş bulunmaktadır. Mısır'da seçimle işbaşına gelen Muhammed Mursi
yönetimini, askeri darbeyle devirten süper güçler, Suriye'deki Beşar Esat
yönetimini ise sözde halk hareketiyle devirmeye kalkışmış ve bu amaçla sözüm
ona Suriye Muhalefeti veya Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adını verdiği ve içlerinde
terör grupları da bulunan ve kim oldukları pek de bilinmeyen güçlere silah ve
para desteği vermektedir. Buna karşın Rusya, İran ve Çin gibi ülkelerin
desteğini alan Beşar Esat yönetimi, olabildiğince direnmekte ve bunun için
kendi halkını katletmekten çekinmemektedir. Suriye'deki iç savaştan en çok
etkilenen ülkelerin başında gelen Türkiye ise, şimdiye kadar 2.5 milyon
Suriyeli mülteciyi ülkeye kabul etmiş ve bunlar için kendi milli bütçesinden
5.5 milyar doların üstünde bir harcamada bulunmuştur.
Suriye'deki iç savaşın, ülkemiz açısından en
büyük tehlikesi de, bu ülkeden ülkemize gelen mültecilerin, toplumsal düzenimizi
bozucu ve yıkıcı bir potansiyele sahip olmalarıdır. Çünkü, bu insanlar sadece
sınır illerinde kurulan kamplarda kalmıyorlar, bugün en küçük kasabalarımıza
varıncaya kadar bütün Türkiye sathına yayılmış bulunmaktadırlar. Bu durum,
sosyal yapımız ve özellikle aile düzenimiz ve toplum ahlakı için büyük
tehlikedir. Üstelik bu adamların arasında, teröristlerin ve Beşar Esat'ın gizli
haber alma teşkilatı El-Muhaberat'a mensup
ajanların olup olmadıklarını bile yeterince bilmiyoruz biz. Çünkü
Türkiye, şu ana Suriye sınırına hakim olmaktan oldukça uzaktır.
Birçoğu aynı zamanda müttefikimiz olan batılı
devletler, 30 senedir mücadele verdiğimiz PKK'yı fiilen terör örgütleri
listesinden çıkarmış bulunuyorlar. Bu örgütün Suriye kolu olan PYD'yi neredeyse
"Kahraman" ilan etme noktasına geldiler. Bunun birkaç sebebi var;
birinci sebep kendi kurdurdukları IŞİD isimli örgüte karşı mücadelede PYD'yi
kullanıyor olmalarıdır. Bir başka neden de PYD vasıtasıyla, Kuzey Suriye'den
Akdeniz'e uzanacak bir koridor açmak ve arkasından bu koridor ile Kuzey Irak'ta
Barzani yönetimindeki Kuzey Irak'ı birleştirmek ve böylece BOP çerçevesinde
kurulması planlanan Büyük Kürdistan Devleti'ne açık denizlere çıkış yolu
oluşturmaktır. Muhtemeldir ki; süper güçlerin zihninde Kuzey Irak'ta çıkarılan
petrolün, oluşturulacak bu koridordan Akdeniz'e ulaştırılması düşüncesi de
bulunmaktadır.
Günümüzde Kuzey Irak'ta fiilen bir Kürt Devleti
kurulmuş bulunmaktadır ki; bu devletin yöneticileri, batılı süper güçler
tarafından meşru devlet başkanı gibi kabul görüp, ağırlanmaktadırlar. Bunun
yanında, Irak'ın orta kesimi Selefi IŞİD örgütünün, güney kısmı ise İran'ın
etkisinde olan Şiilerin yönetimindedir. Yani şu anda Irak fiilen üçe bölünmüş
bulunmaktadır. Zaten BOP da bunu öngörmektedir.
İslam Coğrafyası'ndaki bir başka istikrarsızlık
alanı Yemen'dir ve işin ilginç yanı, Yemen'de şu anda Suudi Arabistan ve petrol
zengini diğer körfez ülkeleri ile İran çatışmaktadır! Zira İran, Yemen'de eski
yönetime karşı ayaklanan Şii Husilere destek vermekte, Husilerin iktidara
gelmesiyle Yemen üzerinden yapılan petrol sevkiyatında sorun yaşayacaklarına
inanan Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri ise Şii Husilere karşı mücadele
verenlere destek vermekte, hatta Husi hedeflerini havadan bombalamaktadırlar.
Yemen'deki çatışmalarının senaryosunun da Batılı süper güçler tarafından
yazıldığı konusunda asla şüphe yoktur. Çünkü Yemen üzerinden sevk edilen körfez
petrolünün en büyük alıcısı yine batılı büyük devletlerdir. Üstelik Batılılar
körfez petrolünü sudan ucuza mal etmektedirler.
Afganistan'da yıllardır devam eden ve artık
Pakistan'ı da tehdit eden iç çatışmalar da aynı senaryoların bir parçası
hüviyetindedir. Zira BOP, Pakistan ve İran'dan koparılacak topraklarla bağımsız
bir Belucistan Cumhuriyeti'nin kurulmasını öngörmektedir. Böylece Belucistan
ile Afganistan komşu olacak, zamanla Orta Asya'nın zengin petrol, doğalgaz ve
diğer madenlerle tarımsal zenginlikleri, Afganistan-Belucistan üzerinden Hind
Okyanusu'na ulaştırılacak, oradan da dünyaya sevk edilecektir. Yani Batı,
nükleer silaha sahip olan Pakistan ile aynı silahı elde etmek üzere olan İran'ı
potansiyel bir tehlike olarak görmekte ve kuracağı Belucistan Cumhuriyeti ile
bu iki ülkeyi zayıflatıp saf dışı etmeyi planlamaktadır. Yıllardır
Afganistan'da devam eden ve artık iyiden iyiye Pakistan'a da sıçrayan iç
çatışmaların nihai amacı budur.
İslam coğrafyasındaki bu istikrarsızlıkların, iç
çatışmaların, savaşların ve bölünmelerin sebebini, sadece emperyalist ülkelerin
plan ve projeleriyle açıklamak kanaatimizce yanlıştır. Bu, büyük ölçüde
kolaycılığa kaçmak olacaktır. İşte burada Merhum Mehmet Akif'in o meşhur
mısralarını hatırlıyoruz:
"Girmeden
tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu
vurdukça yürekler onu top sindiremez".
Yani eğer İslam ülkeleri, muhtelif faktörlerin,
en çok da dinsel faktörlerin etkisiyle ayrışıp birbirine düşmeseler ve dinsel
çatışmalara zemin hazırlayacak biçimde farklı gruplara bölünmeseler, bir ve
beraber olsalar, herhalde dış güçlerin bu ülkelere girmeleri de o denli zor
olacaktır. Çünkü inanç farklılaşmaları, milletlerin direnç ve dayanma güçlerini
zayıflatan en büyük etkenlerden birisidir. Esasen bugün, Afganistan, Irak,
Libya, Suriye ve Yemen'de devam eden çatışmaların bir ayağı da inanç
farklılıklarından doğan ve "İndirilmiş
Din" yerine "Uydurulmuş
Din" esasına dayalı mezhep savaşları görüntüsünde cereyan eden
savaşlardır.
Bilindiği gibi mezhepler, aynı dini hükmün farklı
kişilerce farklı şekilde yorumlanmasından kaynaklanan inanç ve ibadet
ekolleridir. Peki Allah'ın emrini, yani bir anlamda Allah'ın koyduğu hükümleri
ifade eden ayetler, farklı kişilerce neden farklı şekilde yorumlanır? Bunun
birçok nedeni var. En büyük nedenleri de galiba, yorumlayan kişinin bilgi ve
algı seviyesi, içinde yaşamış olduğu toplumun gelenek ve kültürü, mensubu
bulunduğu milletten tevarüs eden gelenek ve alışkanlıklar, siyasi iktidarların
baskı ve yönlendirmesi, ayrıca havalarda uçuşan ve Hz. Peygamber'e ait olduğu
söylenen ve kimilerine göre sayıları milyonları bulan hadislerdir.
Bugün Müslümanlar, diğer semavi kitapların tahrif
ve tahrip edilmesine karşın, Kur'an'ın tahrif ve tahrip edilmediğini kabul
ederler. Doğrudur; Kur'an, Allah'ın son ve en mükemmel kitabıdır ve herhangi
bir tahribata ve tahrifata da uğramamıştır. Çünkü bunun garantörü bizzat
kitabın asıl sahibi olan Allah'tır. Allah kitabında bu garantiyi şöyle açıklar:
"Kur'an-ı
kesinlikle biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz"(Hicr/9).
Dolayısıyla; eğer Müslümanlar indirilen dine,
yani Kur'an'daki dine uysalardı aralarında hiçbir problem de çıkmazdı. Çünkü
herkes Kur'an'ı aynı şekilde anlayacaktı. Gelin görün ki; Müslümanlar zaman
içinde dinin kaynağı olarak Kur'an-ı kabul etmekle yetinmemişler, Kur'an'ın ve
çok az sayıdaki sahih hadislerin yanına, Hz. Peygamber'e ait olduğu ileri
sürülen kimi yalan ve yanlış rivayetleri, İslam fıkıhçılarının, kıyasen varmış
oldukları kanaatleri ve Müslümanların az çok üzerinde görüş birliğine
vardıkları kanaatleri de dinin kaynağı olarak kabul etmişlerdir. Kıyamet de
zaten işte bu noktada kopmuştur. Allah'tan az çok korktukları için Kur'an
ayetlerini değiştirmeye tevessül edemeyenler, konu hadis ve diğer deliller
olunca ve kuldan utanma duyguları da olmayınca, işi çığırından çıkarmışlar,
farklı maksatlarla bol bol hadis uydurmuşlar, mevcut olan hükümden hareketle
yanlış ve yanlı hükümler çıkarmışlar, ayrıca yanlış ve yanlı kararlarda sözüm
ona ittifak etmişlerdir.
İşte bu sebeplerle Müslümanlar, zaman içinde
"İndirilmiş Din"den koparak, kendi nefisleri için daha cazip gelen
"Uydurulmuş Din"lerin peşinden koşmaya başlamışlar, bir takım
şarlatanlar, din bezirgânları ve din tüccarları da, şeyh, meşayih, imam, cemaat
reisi, tarikat büyüğü gibi kılık ve kisvelere bürünerek saf Müslümanların
uydurulmuş dine koşmalarını teşvik ederek onları özendirmişlerdir. Dolayısıyla;
İslam Coğrafyasındaki istikrarsızlığın, kan ve göz yaşının bir sebebi
emperyalist devletlerin kurmuş oldukları tuzaklar ise de, bir sebebi, hatta
bize göre en büyük sebebi de işte şarlatanlarca oluşturulan uydurulmuş dinlerdir.
Böyle olduğu içindir ki; mesela dünyanın kişi
başına düşen milli gelir bakımından en zengin ülkeleri, 2011 yılı rakamlarına
göre; sırasıyla Lüksemburg, Norveç, İsviçre, Avustralya, Danimarka, İsveç,
Hollanda ve Kanada olduğu halde, bu ülke liderlerinden hiçbirisi, dünyanın en
zengin liderleri arasında yer almazlar. Oysa yine 2011 yılı rakamlarına göre;
kişi başına milli geliri 36.521 dolar olan Brunei Sultanlığı ile 19.890 dolar
olan Suudi Arabistan krallığı bir yana, kişi başına milli geliri 1.164 dolar
olan Pakistan lideri Asıf Ali Zerdari bile 1.4 milyar Euroluk kişisel
servetiyle dünyanın en zengin liderleri arasındadır.
Yine böyle olduğu içindir ki; etnik köken ve
coğrafya itibarıyla birbirlerine oldukça yakın olan Singapur'un kişi başına
milli geliri (2011 itibarıyla) 50.717 dolar iken, Malezya'nın kişi başına milli
geliri 8.617, Endonezya'nın kişi başına milli geliri 3.469 dolardır.
Hindistan'ın kişi başına milli geliri 1.527 dolar iken, Pakistan'ın kişi başına
milli geliri 1.164, Bangladeş'in kişi başına milli geliri 690 dolardır.
Hindistan'ın bir milyarı aşan nüfusu dikkate alındığında; Hindistan
ekonomisinin büyüklüğünü varın siz hesap edin. Yine Slovenya'nın kişi başına
düşen milli geliri 25.939 dolar, Hırvatistan'ın
ki 14.672 dolar iken, Bosna-Hersek'in kişi başına milli geliri 4.715 dolar,
Arnavutluk'un kişi başına milli geliri 4.131 dolardır.
Eğer İslam Dini, doğru ve güzel bir şekilde
anlatılsaydı ve anlaşılsaydı, hiç bu türlü gelir adaletsizlikleri ve en
alttakilerle en üsttekiler arasında hiç bu kadar ekonomik uçurumlar olur muydu?
İslam Dini doğru anlatılsaydı ve anlaşılsaydı, başka din mensuplarıyla aynı
etnik kökenden gelmekle ve aynı coğrafyada yaşamakla birlikte, Müslümanların
yoğunlukla yaşadıkları ülkeler, hiç ecnebilerin yoğunlukla yaşadıkları komşu
ülkelerden geri kalırlar mıydı? Özetle; Müslümanlar, Kur'an'daki gerçek
İslam'la amel etselerdi, hiç bu kadar yabancı güçlerin ve emperyalistlerin
elinde oyuncak olurlar mıydı sanıyorsunuz?
Ömer Sağlam
_________________
(*)https://www.youtube.com/watch?v=cpWVwS-a4-w
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.