Ömer Sağlam
Kâbe'de Yaşanan Vinç Kazası Değil, Allah'ın Cezasıdır [Ömer Sağlam]
Yazılı ve görsel medya, Kâbe'de yaşanan vinç
kazasında ölenlere rahmet dileyenlerin mesajlarıyla yıkılıyor. Ölenler için
herkes rahmet dileme yarışına girmiş. Başbakan da öyle. 12 Eylül günü yapılan
kongrede konuşmasına Kâbe'de meydana gelen vinç kazasında ölenler için rahmet
dileyerek ve "El-Fatiha" deyip, salondaki kırk bin kişiye
"Fatiha" okutarak başladı. Allah, okudukları Fatiha'yı kabul etsin.
Bizde aynı şeyi yapıyoruz. Başta 4 Türk vatandaşı olmak üzere; Kâbe'de meydana
gelen vinç kazasında ölen 107 Müslüman'a
Allah'tan rahmet, yaralanan 208 kişiye acil şifalar diliyoruz.
Evet ama yetmez! O vincin neden ve nasıl
devrildiğini, orada ne eşi olduğunu ve yüzlerce milyon hacı adayının, adeta bir
vinç tarlasını andıran inşaat alanına neden sokulduğunu sorgulamadan, sadece
rahmet dilemekle yetinilemez. Böyle bir tutum, Müslüman'a yakışan bir tutum
değildir. Müslüman sorgulayıcı olmak zorundadır. Müslüman aklını çalıştırmak
mecburiyetindedir. Çünkü Allah böyle emretmektedir Kur'an'da. Bu sebeple İslam
Dünyası, çeyrek asırdır bir türlü bitmeyen rant amaçlı bu inşaatları, Türkler
ise bu kapsamda yerle bir edilen ecdat yadigârı eserlerin akıbetini Suudi
yönetiminden sormadıkça bu türlü ölümlerin arkası gelmez kardeşim.
Ben ilk defa 1990 yılında gittim Suudi Arabistan'a.
Ta o zamanda vardı Mekke'deki Mescid-i Haram ile Medine'deki Mescid-i
Nebevi'deki inşat çalışmaları. Yani tam çeyrek asırdır devam ediyor rant amaçlı
bu çalışmalar.
Hacda hemen her sene bir katliam yaşanır; ancak
Müslümanlar bunu asla sorgulamazlar. Bazen tünel faciası olur, bazen şeytan
taşlama alanında izdiham yaşanır, bazen de metaf alanında (Tavaf yapılan bölge)
toplu ölümler olur, sonra bedeviler birkaç kepçe, birkaç kamyon getirir, tıpkı
bir çöp yığını gibi insan cesetlerini kepçelerle kamyonlara yükler ve çölün
bilinmeyen bir tarafına götürür ve açmış
olduğu çukurlara topluca gömer! Ölenlerin akrabaları ise bu olayları sorgulamak
yerine, yakınlarının Peygamber'in kabrine yakın bir yere defnedildiğini ve
mesafe yakınlığı sebebiyle Peygamber'in şefaatinden daha çabuk nasiplenmek
suretiyle mutlaka cennete gideceğini düşünerek sevinir ve olayın akıbetini ve
sorumlusunu bir türlü araştırma gereği duymazlar.
Akıl ve yakîn var kardeşim; bizim mezarlıklar her
sene alabildiğine dolup taşarken ve bu arada sürekli genişletilirken, yeni yeni
mezarlık alanları ihdas edilirken Mekke'deki "Cennet'ül Muallâ" ve
Medine'deki "Cennet'ül Bâki" isimli mezarlıklar bir türlü genişlemez.
Şu halde sizin direk cennete uçtuğunu sandığınız akrabalarınızın nereye defnedildiğinden
haberiniz var mı? Neden hiç düşünmez ve hiç sorgulamazsınız bu konuyu?
Oysa Hac döneminde özellikle Mekke'de yaşananlar,
büyük bir insan hakları ve Suudilerin beceriksizliği, ihmali ve çoğu kere de
maksatlı tutumları sebebiyle insanların en birincil hakkı olan yaşam hakkının
ellerinden alınması sorunudur. Dolayısıyla; bu tür olaylarda ölenlerin
yakınları mutlaka konuyu uluslararası hukuk kurumlarına götürerek aşağılık
petrol şeyhlerini tazminat ödemeye mahkûm ettirmelidirler. Aksi takdirde orada
ölenlerin geride bıraktıkları miraslarının, murislere helal olup olmayacağı da
tartışmalı hale gelir. Lütfen bırakınız çevrenizde din adına laf söyleyen cahil
cühela din adamlarının olayları örtbas eder tarzdaki telkin ve tavsiyelerini
de, ölen yakınlarınızın haklarına sahip çıkınız!
1990 yılında Mina bölgesinde bulunan El-Muaysem
tünelinde yaşanan ve içlerinde 450
civarında Türk hacı adayının da bulunduğu binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan
faciayı yakından biliyorum; çünkü o sırada ben de oradaydım. Tünel geliş
gidişli olunca, gelenlerle gidenler tam ortada karşılaşmış ve arkadaki
kalabalıklar yüzünden geri çıkmak mümkün olmayınca, insanlar birbirlerini
çiğneyerek ölümlerine sebep olmuşlardır. Sonra da beceriksiz Suudi yönetimi,
kepçe ve kamyonlarla gelip, ölenlerin cesetlerini adeta alıp çöle döküp
gelmiştir! DNA testi ve otopsi gibi medeni dünyaya has cenaze iş ve
işlemleri hak getire! Benzer facialar sonraki yıllarda da
yaşanmıştır. Bu faciaların hemen tamamı, Suudi yönetiminin çoğu kere bilinçli
olarak almayı ihmal ettiği küçük tedbirler yüzündendir!
1990 yılında vuku bulan bu olayın üstüne
gidilmeyince, sonraki yıllarda da bu türlü pisipisine ölümler devam edip gitti.
Bu sene de vinç devrildi hacı adaylarının üstüne!
O sebeple sadece "Allah rahmet eylesin"
diyerek Müslümanlar görevlerini yapmış olmazlar/olamazlar. En küçük bir
inşaatın girişine bile "İNŞAATA GİRMEK TEHLİKELİ VE YASAKTIR" ve
"BARETSİZ GİRİLMEZ" gibi yazılar yazan bir ülkenin insanları, çeyrek
asırdır adeta bir vinç tarlası olan Mescid-i Haram'a ve Mescid-i Nebevi'ye
akrabalarını göndermekten asla çekinmezler. Üstelik bırakın baret giydirmeyi,
üzerindeki elbiselerin de çıkartılacağını bile bile yapar bütün bunları. Çünkü
hac, günlük elbiseyle değil, iki parça bezden oluşan ve "İHRAM"
denilen bir nevi kefenle yapılır. Hayır
hayır, haccın kefenle yapılmasına değildir itirazım, çeyrek yüzyıldır inşaat
alanında milyonlarca kişinin hac yapmak zorunda bırakılmasınadır.
Özetle; Müslümanlar, malını mülkünü satmak ve
bütçelerinden önemli bir miktarı ayırmak suretiyle böyle riskli bir alanda
ibadet etmek için can atarlar. Bir anlamda ölüme koşa koşa giderler.
Peki; Müslümanları bunca riski göze alarak hacca
gitmeye iten sebep ne olabilir? Elbette birinci sebep Allah'ın bu konudaki emridir.
Çünkü hac yapmak., İslam'ın şartlarından birisidir. Müslüman olan ve hali vakti
yerinde olan her Müslüman, ömründe bir kere de olsa hac yapmak durumundadır.
Gelin görün ki; hac simsarlarının ve topladığı hacı adayı miktarına bağlı
olarak ücretsiz hacca gitmekle yetinmeyip, üstüne bir de hac organizasyonu
yapan kurum ve şirketlerden ilave para kazanma düşüncesinde olan sözüm ona din
adamlarının yapmış oldukları propaganda ve bu düşüncedeki Diyanet'in tutumu,
özellikle günahkâr Müslümanları adeta cezbetmektedir. Çünkü din adamları, hacca
gidip Arafat yaylasında bir gün konaklayan Müslüman'ın anasından doğmuş gibi
günahsız olduğunu pompalarlar sürekli olarak.
Tamam da kardeşim, siz önce hac mekânlarını uygun
hale getirin/getirilmesi için Suudi makamları üzerinde baskı kurun, arkasından
yapın bu türlü propagandalarınızı! Ancak siz bunun da kolayını buldunuz: Size
göre; hac ne kadar zahmetli bir ortamda yapılırsa ecri ve sevabı da o denli
yüksektir değil mi? O sebeple siz, bu aziz milletin fertlerini 1998 yılına
kadar yerlerde yatırdınız klimasız evlerde. Uyduruk bir pike vererek
savuşturdunuz garipleri. Bazen de 50-55 derece sıcakta uyku tulumu verdiniz bu
milletin evlatlarına. O garipler de cennete gitme ümidiyle hiç sorup
sorgulamadılar sizin bu insanlık dışı işlemlerinizi ve eylemlerinizi.
Şimdi bazı aymazlar ve yobazlar çıkıp, beni BOP'çu
ilan edeceklerdir, bundan adım gibi eminim; ancak itiraf ediyorum ki; BOP
projesinin tek beğendiğim yanı, Mekke ve Medine'yi içine alacak biçimde bir
"KUTSAL İSLAM DEVLETİ" nin öngörülmüş olmasıdır. Ben de yıllardır
savunurum, Mekke ve Medine'nin Suudilerin keyfi yönetiminden alınarak tıpkı
bugünkü Vatikan'a benzer bir yapılanma içinde, Suudilerden bağımsız bir
yönetime kavuşturulması ve İslam Dünyası tarafından ortaklaşa yönetilmesi
gerektiğini. Benim önerim, Harameyn de denilen bu bölgenin eski adı İKÖ (İslam
Konferansı Örgütü) olan İİT (İslam İşbirliği Teşkilatı) tarafından
yönetilmesidir. Müslümanlar olarak siz kendi iradenizle bunları düşünüp, yapmazsanız/yapamazsanız, gün gelir elin
gâvuru kendi kafasına göre işte böyle dayatmada bulunur size. Siz de kuzu kuzu
kabul edersiniz bu türlü dayatmaları.
Son söz olarak demek istiyoruz ki; geçtiğimiz gün
Kâbe'de yaşanan hadise, öyle sıradan bir vinç kazası değil, tam anlamıyla
Allah'ın bir cezasıdır. Bu ceza hem hac parasıyla satın almış olduğu uçaklarla
Müslüman Yemen'i bombalayan, Filistin'e arkasını dönen, Suriye'deki iç savaşı
tahrik eden, bunun yanında kutsal mekânların çevresini Hilton, Sheraton ve
InterContinental gibi batılı sermayeyi temsil eden oteller zincirine tahsis
ederek, bu sermaye tarafından yapılan devasa oteller sayesinde Kâbe'yi adeta
devler ülkesindeki cüce pozisyonuna düşürmek suretiyle bir anlamda Allah ile
büyüklük yarışına giren Suudi yönetimine, hem de bütün bunlara seyirci kalan
İslam Dünyası'na verilmiş bir cezadır. Biz, geçtiğimiz Cuma günü Kâbe'de
yaşanan olayı böyle okuyoruz...
Ömer Sağlam
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.