Öncelikle ifade etmem gerekirse; ben, Alevi
vatandaşlarımızın kimi taleplerinin karşılanması gerektiğine, bunun milli
birliğimiz ve bütünlüğümüz açısından son derece önemli olduğuna inanan bir Sünniyim.
Özellikle Alevilerin, cemevelerine ibadethane statüsü verilmesi ve diğer
ibadethanelere hangi imtiyazlar veriliyorsa aynı imtiyazların cemevlerine de
verilmesi ve Aleviliğin okullarda işin ehli öğretmenlerce anlatılması
taraftarıyım.
Buna ilave olarak, Aleviliğin bir okulunun veya en
azından İlahiyat fakültelerinde kurulacak bir kürsüsünün bulunmasını, dedelerin
ve zakirlerin buralarda yetiştirilmesini savunuyor, babadan oğla kalma dede
geleneğine son verilerek, Alevi yurttaşlarımızın bir takım cahil adamların
elinde oyuncak olmamasını istiyorum. Eğer Alevi vatandaşlarımız isterlerse
dedelerin ve zakirlerin, tıpkı imamlar gibi devlet kadrolarına alınarak maaşa
bağlanmasını ve Diyanet'te Alevilerin de temsil edilmesini savunuyorum.
Bunun yanında devlet veya başka herhangi bir kurum
tarafından Alevilik tanımı yapılmamasını, bu konuda dayatmada bulunulmamasını,
Alevi ritüelleriye alay edilmemesi gerektiğini savunuyor ve kabul ediyorum. Ayrıca,
Sunniyim demekle, Hz. Peygamber'e atfedilen ve hadis diye rivayet edilen bütün
rivayetlerin doğruluna da şeksiz şüphesiz inanan birisi değilim. Aslına
bakılırsa Alevilik ve Sünnilik ayrımına tam da Alevi Halk Ozanı Aşık Veysel
gibi bakıyorum. Merhum Şatıroğlu'nun;
"Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ateş
Söndürmektir tek çaresi.
Şu alemi yaratan bir
Odur külli şeye kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası.
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…"
Şeklindeki dizeleri benim için de pek ala geçerli
olup, özellikle Anadolu Türklüğü'nün ve Türkçesinin, Alevi halk ozanlarına ve
aşıklık geleneğine borçlu olduğunu kabul ediyor ve savunuyorum.
13. İmam ve Alevilik Üzerinden Yeni Din Oluşturma
Çabaları
Bütün bunları neden anlatma gereği duyduğuma gelince;
dün gece Sünni iken sonradan, bilemediğim bir sebeple Alevi olan, Alevi olmakla
kalmayıp, Alevilere Aleviliği öğretmeye kalkışan ve kendisini adeta 13. imam
zannederek Aleviliği yeniden sistematize ve disipline etmeye çalışan, tabiri
caizse kendisinde Aleviliğin amentüsünü yeniden oluşturma istidadı vehmeden bir
arkadaşla bir miktar tartıştım facebook üzerinden. Bazı arkadaşlar özelden "Bırak
şu cahil adamı. Onun Alevilik adına söylediklerin sık sık ekranlara çıkarılan
başı fesli ve cübbeli din adamının Sünnilik adına söylediklerinden farkı yok,
birisi ifratı temsil ediyor, öbürü tefriti..." dedilerse de
aldırmadım tartışmaya devam ettim. Çünkü kendisiyle uzun süredir arkadaşlık
ediyorum sosyal medyada. Pek çok konuda da aynı şekilde düşünüyoruz.
Dün akşam Alevilik üzerine yapmış olduğu bir
paylaşımdan dolayı; "Bu tür
paylaşımlar için zamanın uygun olmadığını, Güneydoğu'dan hemen her gün
düzinelerce şehit cenazesi gelirken, milletin kafasını bu tür şeylerle
ütülemenin, dikkatleri başka yöne dağıtmanın, AKP'nin giriştiği algı
yönetiminden farksız olduğunu, güney sınırımızda mezhep savaşları yaşanırken
mezhep propagandası yapmanın toplumda nifak yaratmak anlamına geldiğini, oysa
yapılması gerekenin, verilen mücadelenin ortaklaşa verilmesi kadar, tutulan
yasın da ortaklaşa tutulması olduğunu" anlatmaya çalıştım.
O ise özetle; "Güneydoğu'da yapılan mücadelenin Alevileri ilgilendirmediğini,
kendilerinin her şeye Alevilik üzerinden baktığını, verilen mücadelenin vatan
için değil, Uzun adam için verildiğini, ölenlerin de Uzun Adam için öldüğünü,
Sünni Kürtlerin kendisi için bir şey ifade etmediklerini" söyledi.
"Ölenlerin
genelde fakir-fukara çocukları olduğunu, iş bulamadıkları için uzman er, erbaş
ve polis olduklarını, bunların genelde Çorum, Yozgat, Tokat, Amasya, Sivas,
K.Maraş gibi Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları illere mensup gençler
olduklarını ve dolayısıyla, bu olayların bütün bir milletin ortak meselesi
olduğunu" anlatmaya
çalıştım ama nafile! O Nuh diyor Peygamber demiyordu!
Sonunda "seni
vicdanınla baş başa bırakıyorum. Umarım ve dilerim ki; bütün Alevi
kardeşlerimiz senin gibi düşünmüyordur" dedim, o da bana "Vicdansız sensin!" dedi
tartışmayı böylece kapattık. Arkasından da rahatsız olmuş olacak ki;
duvarındaki ikili tartışmamıza ait bütün yorumları sildi! Oysa çok değil, daha
bundan beş-on gün önce Aleviler ve Alevilik konusundaki görüşlerim dolayısıyla
hakkımda "Bazen sana kızıyordum ama
şimdiye kadar bütün haklarımı helal ediyorum ve özür diliyorum" diye
yorum yapmıştı sayfamda.
Kendisini 13. İmam zanneden ve Alevilere Aleviliği
öğretmeye kalkışan, aslen Sünni olan bu arkadaşımızın dünkü paylaşımından bir
parçayı aşağıda bilgilerinize sunuyorum. Açık söylemek gerekirse; ben böyle bir
Aleviliği kabul etmiyorum. Bu inançtaki vatandaşlarımıza, milli birlik ve
bütünlüğümüz adına elbette saygı duyar katlanırım ama kesinlikle böyle bir
Aleviliği kabul etmem mümkün değildir!
Evet, ne IŞİD, El-Kaide, El-Nusra, Taliban, Vahhabilik
gibi ifrata kaçan Sünnilik, ne de Hz. Ali'yi Hz. Peygamber'in üzerine çıkarıp,
Hz. Peygamber'i, haşa ölümsüz olan Hz. Ali'nin mümessili sayacak şekilde
tefrite kaçan Alevilik bizce makbul ve muteber değildir. Üstelik bu türlü
yaklaşımlar, tıpkı benim gibi Alevi yurttaşlarımızın haklı taleplerine iyi niyetle
yaklaşan ve en azından sempatiyle bakan diğer vatandaşlarımızın Alevilerden
gittikçe uzaklaşmalarına ve karşı cephenin daha da kemikleşmesine sebep olacak
türden yaklaşımlardır. Alevi kardeşlerimiz bu türlü düşünce sahiplerine prim
vermemeli, haklı iken haksız duruma düşmemelidirler.
Hele hele bu tür konuları, böyle bir zaman diliminde,
yani Türk Tarihi'nin en kritik safhalarından birinde gündeme taşıyıp kaşımanın,
iyi niyetten yoksun olduğu ortadadır. Bana göre; bu tür paylaşımlar, "PKK
terörünü halletmekle iş bitmiyor, sırada biz de varız!" gibi bir
anlam taşımaktadır. Öte yandan statüsü ne olursa olsun Alevilik, İslam'ın
içinde bir inançlar ve ritüeller sistemidir; Aleviliği Hz. Ali'yi, Hz.
Muhammed'in önüne geçirmek suretiyle adeta yeni bir din gibi sunmak yanlış oğlu
yanlıştır.
İnsanların Sosyalist, Marksist ve hatta ateist
olmalarına saygı gösterebilirim, ancak bu durumlarını dini inançlarla ambalaj
ederek, gizlemeye çalışmalarını ve gerçek emellerine ulaşmak için dini
inançları ve inanç gruplarını kullanmalarını asla tasvip edemem. Bu
arkadaşlarımızın, AKP düşmanlığı ile devlet düşmanlığını birbirinden
ayırmalarında fayda vardır. Güneydoğu'daki hadiseler ve komşu devletlerle olan
ilişkilerimiz konusunda bu iktidarın elbette hataları vardır. Ancak içinde
bulunduğumuz günler o hataları sorgulama ve yargılama vakti değildir. 2019'da
bunun gereğini nasıl olsa sandıkta yaparsınız. Ancak şimdi, bir ve beraber olma
vaktidir.
İşte bizim 13. İmam olma heveslisi dostumuzun,
Alevilik kabullerinden birisi; yorumunu ise idrak ve iz'an sahiplerine
bırakıyorum:
"Alevilikte,
Hz. Ali, velilik ve imamlık makamındadır. Velilik, HAKK’ın yeryüzündeki ve
insanlar arasındaki belirişini / tezahürünü ifade eder. İmamlık ise Hz. Ali’nin
zahiri / görünür önderliğinin ifadesidir. Hz. Ali, imam olmak bakımından ölümlü
veli olmak bakımından ise ölümsüzdür. O, bin bir donda görünmektedir. HAKK’a yürüyen,
Hz. Ali’nin imamlık kimliğidir. Onun veliliği ise tanrısal olduğundan
ölümsüzdür. AHMED-İ MUHTAR, Hz. Ali’nin işte bu mahiyetini insanlığa
bildirmekle görevlendirilmiştir."
Güneydoğu'daki Mücadele Uzun Adam İçin mi Yapılıyor?
Alevilikte epeyce bir mesafe kat ettiği anlaşılan
dostumuzu "Güneydoğu'daki mücadele
Uzun Adam için yapılıyor, ölenler Uzun Adam için ölüyor" şeklinde bir
düşünceye kapılmasının sebebi var elbette. Geçtiğimiz günlerde MEB tarafından
Öğretmen ataması için yapılan törende konuşan Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan kendisine gönderilen bir fotoğraftan oldukça
etkilendiğini belirtip, “Dün bana şöyle bir resimli mesaj geçmişler.
İki tane özel harekatçı, ‘Yürü uzun adam arkandayız’ diye. Çok duygulandım. İkisinin elinde
Türk bayrağı ve silahlarıyla arkada duvarda o yazı. Onlar orada şehit olmaya
inanmışlar” diye konuşmuş ve o fotoğraf tören salonundaki
perdeye yansıtılmıştı. İki özel harekat polisinin Türk Bayrağı ile önünde poz
verdikleri duvarda ise "Seni seviyoruz uzun adam R.T.E"
yazıyordu(1).
Polislerin bu hareketinin yanlış olduğunu,
o fotoğrafı gördüğümüz günlerde yazmış, bu hareketin polislere verilen 450
TL'lik zamma karşılık Cizre'den verilen bir teşekkür mesajı değilse, bu pozu
orada çarpışan polisler değil, olsa olsa AKP lehine algı oluşturmaya çalışan
Aktroller olabileceğini, hatta o poz için Cizre'ye bile gidilmeyip, fotoğrafı
Ankara, İstanbul veya başka bir şehrin gecekondu semtlerinden birisinde
çekilmiş olabileceğini yazmıştım.
Dolayısıyla; yanılmamışım; bakın orada yüzlerce şehit verme pahasına
yürütülen mücadeleye "Uzun adam için
yapılan mücadele" nazarıyla bakanlar var bu ülkede.
Davutoğlu'nun Alınlarından Öptüğü
Teröristler!
Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz 17
Şubat Çarşamba günü Ankara'da kendini patlatarak 28 canımızı alan teröristin 8
Temmuz 2015 günü, mülteci olarak Kobani'den Mardin'e giriş yapan PYD militanı
Salih Neccar olduğunu açıklamıştı(2).
Saldırıdan sadece 16 saat sonra yapılan bu açıklama gerçekten de enteresandı!
Sanki, ABD ve Rusya'ya "Bakın
gördünüz mü, PYD terör örgütüdür. PYD'nin yönetimindeki Kobani'den gelen bir
terörist tarafından Ankara'da eylem konuldu..." dercesine palas
pandıras yapılmış bir açıklama gibi gelmişti bize. Ancak konuya ilişkin haber
ve yorumlara mahkemece yasak getirildiği için yazıp çizilemiyordu bütün bunlar.
Ancak bu gün gelinen noktada görüldü ki;
söz konusu saldırıyı gerçekleştiren teröristin PYD'li değil, PKK'nın TAK isimli
koluna mensup Van doğumlu Abdülbaki
Sömer olduğu açıklandı. Adı geçen terörist için Van'daki evinde taziye
çadırı bile kurulmuş bulunuyor. Hükümet kanadı ise, Abdülbaki Sömer'in, Salih
Neccar takma adıyla Kobani'den ülkemize giriş yaptığını söylüyor. Yani hükümet,
"Başbakanın olaydan 16 saat sonra
yaptığı açıklamada bir yanlışlık yok. Gelişmeler, teröristin Kobani'den geldiği
gerçeğini değiştirmez" demeye getiriyor lafı. İyi de 18 Şubat günü
ekranlara çıkıp "Ey Amerika, Ey
Rusya bakın PYD'den gelen bir terörist Ankara'da eylem yaptı" şeklindeki
açıklamanızı nasıl izah edeceksiniz söz konusu ülkelerdeki mevkidaşlarınıza?
Bundan sonra sizin açıklamalarınıza itibar ederler mi sanıyorsunuz?
Bu bir yana; biz konunun başka bir yanına daha
dikkat çekmek istiyoruz. Malum; hükümet PYD'yi terörist örgüt olarak ilan etmiş
bulunuyor. Hatta ABD'yi ve Rusya'yı bu terör örgütüne yardım etmekle suçluyor. Elbette
biz de öyle düşünüyoruz. Hem de hükümetten çok önce olmak üzere. Yani baştan
beri PYD'yi ve YPG'yi terör örgütü olarak kabul ediyoruz.
Oysa çok değil, daha geçtiğimiz yılın 1
Ocağında, yani bundan sadece bir yıl önce Başbakan Ahmet Davutoğlu partisinin
Diyarbakır il kongresinde şöyle diyordu: "Kobani’ye buradan selam ediyorum.
Kobani’deki kardeşlerimin alnından öpüyorum. Kobani bize tarihin emanetidir..."(3). Bu durumda Sayın Davutoğlu'na sormak
isteriz: Salih Neccar ya da Abdülbaki Sömer'in, geçen senenin 8 Temmuzunda PYD
Bölgesi Kobani'den mülteci olarak Mardin'e geçtiğini belirttiğinize göre;
Diyarbakır'dan selam gönderip alınlarından öptükleriniz arasında Salih Neccar
ya da Abdülbaki Sömer de var mıydı Sayın Başbakan? Onlar olmasa bile terörist
ilan ettiğiniz Salih Müslim ve başında bulunduğu örgütün üyeleri de vardır
değil mi? Kobani'deki kardeşlerinizin neden alınlarından öptünüz; IŞİD'i
Kobani'den geri püskürttüğü için değil mi? Yoksa yanlış mı düşünüyoruz.
Ömer Sağlam
______________
1- http://www.diken.com.tr/erdogani-duygulandiran-fotograf-seni-seviyoruz-uzun-adam/,
2- http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/basbakan-davutoglu-kobaniye-selam-ediyorum
3-http://www.haberturk.com/gundem/haber/1197685-ankara-saldirgani-turkiyeye-siginmaci-gibi-girmis