Diyanet'in 12 Şubat 2016 tarihli Cuma
hutbesinde geçen "Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bizlere namaz kılmayı,oruç
tutmayı, zekât vermeyi, hac yapmayı emretmiştir. Ancak namazın vakitlerini,
rekât sayılarını ve nasıl kılınacağını bize Efendimiz öğretmiştir. Orucun ne
şekilde ve nasıl tutulacağını, zekâtın hangi mallardan ve ne kadar
verileceğini, haccın menasikini bizlere hep Peygamberimiz göstermiştir.
Kısacası ibadet hayatımız, onun örnekliğinde şekillenmiştir..."
şeklindeki ifadeyi de ekleyerek aydın
bir din adamı olarak tanıdığım
Kırklareli İl Müftü Yardımcısı Adnan Zeki Bıyık'a kendi facebook
sayfasında şu soruları sordum:
"Lütfen aydın bir din adamı olarak
söyler misiniz, Diyanet'e göre okuma-yazma bile bilmeyen, yani 'Ümmî' olan bir
peygamber, başkalarına öğretecek derecede bu kadar bilgiyi nereden öğrendi?
Yani namazların vakitlerini, rekat sayılarını ve tadili erkanını, orucun nasıl
tutulacağını ve vaktini, haccın menasikini, zekatın hangi mallardan
verileceğini ve nisap miktarını nasıl, nereden ve kimden öğrendi? Lütfen 'Cebrail
tarafından kendisine öğretildi' kolaycılığına kaçmadan bize açıklar mısınız?
Okuma-yazma bile bilmeyen bir kişi bunca bilgiyi nasıl edindi? Oturup kendisi
uydurmayacağına, Cebrail tarafından öğretilenlerin de ayet şeklinde Kur'an'da
yer aldığına göre?"
Hoca epeyce bir süre sorduğum sorulara
cevap vermedi. Bu arada onun yerine birkaç kişi abuk sabuk cevaplar verdi
sayfasında. Ben de biraz espri olsun diyerek sayfasında şu yorumu yaptım:
"Adnan Zeki Hocam, size bir soru sordum, galiba soruyu cevaplandırmaya
tenezzül etmeyerek beni çömezlerinizin elinde bıraktınız. Hala cevap bekliyorum
sizden :) Soruyu kısaca bir daha soruyorum; Hz. Peygamber bizim kıldığımız gibi
namaz kılmayı, zekatın nelerden ve hangi miktarda ödeneceğini kimden öğrendi?
Diyanetin dünkü hutbesinde, bu konuda genel emir olmakla birlikte teferruatın
Hz. Peygamber tarafından öğretildiği söylenmektedir. Diyanet'e göre;
okuma-yazma bile bilmeyen bir kişi, bu kadar bilgiyi nasıl edindi?"
Ayrıca bu yorumu özelden mesaj olarak da
gönderdim kendisine. Meğer hoca, bizim sorduğumuz sorulardan hareketle bir
makale hazırlıyormuş! Hocanın ismimizi de kullanarak yazmış olduğu makale için
kendisine şöyle teşekkür ettim:
Teşekkürler Bıyık Hocam. Aslına bakarsanız,
sizden çok farklı düşünmüyorum bu konularda. Namaz ve diğer ibadetler
konusunda, Hz. Peygamber'in Cibril tarafından disipline edildiği ve
çocukluğundan itibaren Allah'ın yakın gözetiminde ve vahyin koruyuculuğundaydı
şeklindeki (yani Hz. Peygamber Allah tarafından çocukluğundan itibaren özel
olarak yetiştirildi anlamına gelen) ifadeleriniz dışındaki düşüncelerinize
katılıyorum. Söylediklerinizi ben biliyorum, ancak bir kere de size söyletmek
için tabiri caizse sizi bir miktar tahrik ettim! Malum aynı yorumu özelden de
göndererek sizi biraz sıkıştırdım!
Peygamberin ümmiliği konusundaki
düşünceniz benim düşüncelerimle örtüşmektedir. Hayatı boyunca okumanın ve ilmin
önemini vurgulayan Hz. Peygamber'in, ısrarla okur-yazar olmadığını ve bu yüzden
vahiy katipleri tuttuğunu söylemek, en basit tabiriyle O'na yapılmış bir iftiradır.
Buyurduğunuz gibi; "Ümmî" kavramı birçok anlama gelir ki; bunlardan
birisi de sizin dediğiniz gibi O'nun Kur'an'dan önce Tevrat ve İncil okumadığı
anlamına gelir. Ancak akla en yatkın anlamı "İçinden çıktığı Ümmete veya millete mensup" anlamında "Ümmî" olmasıdır. Yani Kur'an,
"Ümmi bir peygamber gönderdik"
derken, Araplara "Kur'an'ı daha iyi ve
daha kolay anlayabilmeniz için size, içinizden bir peygamber gönderdik" demek
istemiştir(1). Bunun dışında birkaç
yanlışınızı düzeltmek isterim. Ben Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan tekaüd
(emekli) müfettiş değilim. TDV'den emekli bir müfettişim. Bunun dışında
yazınızın başlığına da katılmıyorum. Zira Türkiye bir din devleti değildir ki; "Ehl-i Sünnet" çökünce
Türkiye çöksün. Atmış olduğunuz başlık, bu ülkedeki Alevi ve Şii Müslümanlara
karşı yapılmış bir ayrımcılıktır. Lütfen mezhepçilik yapmak anlamına gelen
tavır ve hareketlerden şiddetle kaçınalım.
Evet, Adnan Zeki Bıyık Hoca'nın yazısına
vermiş olduğum cevap böyle. Hocanın, biraz da bizim tahriklerimizle yazmış
olduğu makalede söylemiş olduğu en enteresan ifadelerden birisi şudur: "Ben bu ümmi kelimesini
Peygamber Efendimizin hakkında okuma yazma bilmediği şeklinde hiç söylemedim...Diyanet eğer savunuyorsa ya da
başkalarının iddia ettiği ya da savunduğu bir şeyi bana izafe
etmeyiniz..."
Benim
kendisine bir şey izafe ettiğim filan yok da, hoca biraz alınganlık göstermiş
galiba! Bıyık Hoca yazısında şöyle diyor Peygamberin ümmiliği konusunda:
"Nebiyyil Ümmi’den
kasıt, Peygamberimizin Tevrat’ı ya da İncil’i Kuran nazil olduğunda bilmediği
anlamında da kullanılmıştır... Okur yazar olmadığı anlamında
değil…Müşriklerin kendisine 'Muhammed O Kuran dediği sözleri Tevrat’tan
iktibas etmiştir' iftirasına reddiye olarak ayette Allah 'O Ümmi Peygamber'
ifadesi ile onlara cevap vermiştir ki buradaki ümmiliğin O'nun okuma yazma
bilmediği anlamına değildir. Dini bir metin tecrübesi olmama anlamınadır
ve Tevrat’ı maksuddur."(2).
Evet, biz de
böyle düşünüyoruz. Hz. Peygamber, sanıldığının veya asırlardır iddia edilenin
aksine okuma yazma biliyordu. Sırf Kur'an'a kendiliğinden bir şey katmadığına
delil olmak üzere; O'nun okur-yazar olmadığını iddia etmek, düpedüz kendisine
yapılmış bir iftiradır. Oysa Hz. Peygamber'in Kur'an'a kendiliğinden bir şey
katmak gibi bir düşüncesi olsaydı, okuma-yazma bilmese de bunu zaten yapardı. Çünkü
kendisini sorgulayacak bir makam yoktu o sırada. Her şey vahiy meleği ile
kendisi arasında geçiyordu. O'nun dışında Cebrail'i ne gören vardı ne de
işiten. Ancak biz Müslümanlar inanıyoruz ki; Hz. Peygamber Kur'an'a ilave veya
çıkarma anlamında herhangi bir müdahalede bulunmamıştır.
Öte yandan;
Diyanet'in hutbesinde geçtiği üzere; "Namazların
vakitlerini, rekat sayıları ve tadili erkanı, orucun nasıl tutulacağı ve vakti,
haccın menasiki, zekatın hangi mallardan verileceği ve nisap miktarı Hz.
Peygamber tarafından ashabına öğretildi" deyip, Hz. Peygamber'in bunları nereden
ve nasıl öğrendiği sorusunun cevabını vermemek ve bunu sadece Cebrail
tarafından öğretildi veya "Vahy-i
gayri metluv:Kur'an'a yazılmayan vahiy/Okunmayan vahiy" yoluyla
bildirildi demek, akla uygun bir açıklama değildir.
Böyle bir kabul, Allah korusun;
hadislerin de birer vahiy olduğu sonucunu doğurur ki; uydurma hadisleri dikkate
aldığımızda bu konudaki tehlikenin büyüklüğü kendiliğinden ortaya çıkar. Hele
hele Kur'an'da Peygamber için söylenen; "O kendi nefsinden bir şey söylemez.
O'nun söyledikleri kendisine vahyedilenden başkası değildir"(3)
şeklindeki ayeti kerime orada dururken, hadislere "Vahy-i gayri metlüv"
demek son derece yanlıştır. Söz konusu ayet, herhalde hadisler hakkında değil,
Kur'an ayetleri hakkında olmaladır.
Peki Hz. Peygamber, ibadetlerin vaktini,
miktarını ve eda şekillerini nasıl ve nereden öğrendi? Bazı ibadetlerin eda
şekilleri konusunda, Diyanet'in hutbesindeki ifadelerin aksine Kur'an'da bazı ayetler bulunmaktadır. Mesela
Orucun ne zaman ve nasıl tutulacağı konusunda Kur'an'da açık ayetler vardır(4). Yine Haccın sadece farziyeti
değil, eda şekillerinden bazıları konusunda da Kur'an'da bazı ayetlerbulunmaktadır(5).
Bununla birlikte; Müslümanların Hz.
Peygamber'den bu yana yapa geldikleri, hemen bütün ibadetler, İslam'dan önce de
biliniyor ve yapılıyordu ki; mesela Oruç konusunda Kur'an'da "Sizden
öncekilere farz kılındığı gibi, sayılı günlerde size de farz kılındı..."(6)
denilerek, Orucun İslam'dan önce de var olduğu, bilindiği ve tutulduğu haber
verilmektedir. Hac ona keza. Madem Kâbe'yi ilk olarak Hz. İbrahim inşa etti(7), herhalde ilk haccı da oy yapmış
olmalıdır. Demek oluyor ki; Hacc, en azından Hz. İbrahim'den beri yaklaşık 4000
yıldır bilinen bir ibadettir, kuralları ve eda şekilleri de o devirden
kalmadır. Esasen, Hz. Peygamber'in yanı sıra pek çok Mekkeli'nin de, İslam
gelmezden önce Hz. İbrahim'in tek tanrılı dini olan "Haniflik"
üzerine bulunuyor olmaları, İslami döneme yansıyan pek çok ibadetin, Hz.
İbrahim'den bize miras kaldığını akla getirmektedir.
Öte yandan, Mekkeli Müşriklerin ve civar
ülke halklarının, İslam'dan önce hacc yapmak üzere Mekke'ye geliyor olmaları,
haccın hem Müşriklerce, hem de diğer bazı din mensuplarınca bilindiğini
göstermektedir. Şurasını öncelikle belirtelim ki; Müşrikler de Allah'a
inanıyorlardı. Bir farkla ki; onlar isteklerini Allah'a daha çabuk ulaştırmak
için araya putları koyuyorlardı. Eğer Müşriklerde Allah inancı olmasaydı hiç
çocuklarına "Abdullah" ve "Abdurrahman" isimlerini koyarlar
mıydı? Zira bu tür isimler, İslam gelmezden önce de Mekke'de çocuklara
veriliyordu ki; en başta Hz. Peygamber'in babasının adı Abdullah idi. Ayrıca
Abdullah b. Mesut, Abdurrahman b. Avf ve Abdullah b. Cahş gibi ünlü sahabeler, İslam'dan
önce isim almış ve isimlerinde Allah lafzı bulunan sahabelerdi.
Kur'an'ın 105. suresinde bahsi geçen
olayın kahramanı Ebrehe'nin, aslında Hıristiyan olan Habeşistan Kralı'nın Yemen
Valisi olduğu ve herhalde bağlı olduğu kral gibi onun da Hıristiyan olduğu
kabul edilmelidir. Yemen'in Hıristiyan
Valisi, o dönemde de Kâbe vesilesiyle hac ve ticari fuarlar (panayırlar)
merkezi olan Mekke'nin cazibesini kırmak için, Sana'da büyük bir kilise yaptırıyor.
Gelin görün ki; halk Ebrehe'nin yapmış olduğu "Ebû Kulleys:Kiliselerin Babası" isimli kiliseye rağbet
etmiyor ve eskiden olduğu gibi yine hac yapmak için Mekke'ye gidiyorlar. Hatta
bir rivayete göre, bedevinin birisi sırf hakaret etmek için Ebrehe'nin
kilisesine pisliyor! Bunun üzerine Ebrehe, Kâbe'yi yıkmak için Mekke'ye bir
sefer düzenliyor, ancak muvaffak olamıyor.
Bu da gösteriyor ki; Hıristiyanlar da o
dönemde hac yapmak için Mekke'ye geliyorlar ve Kâbe'yi ziyaret
ediyorlardı. Pek çok kaynakta, İslam
öncesi devirde, ibadet maksadıyla Kâbe'nin etrafında tavaf yapan insanların,
tavaf esnasında alkış tuttukları ve ıslık çaldıkları yazılıdır. Demek oluyor
ki; Hz. Peygamber ve diğer Hanifler, tıpkı İslami dönemdeki gibi hac yaparken,
diğerleri farklı şekillerde hac yapıyorlardı. Yine demek oluyor ki; Hz. Muhammed,
peygamber olduktan sonra, Hanifken yapmış olduğu bazı ibadetleri yapmaya devam
etmiş ve bunu ashabına da tavsiye etmiştir. Muhtemelen namaz vakitleri, rekat
sayıları ve eda şekli de o dönemden İslami döneme tevarüs eden dini
geleneklerdendi. Bununla birlikte Kur'an'da "Namaz" kavramı değil ama
"tespih", "salat" ve "zikir" olarak, namaz anlamı
verilen bazı ibadetlerin zamanı (günü) ve vakti konusunda kimi bilgiler de
verilmektedir(8).
Hz. Peygamber, diğer din mensupları ile
de oldukça iyi ilişkiler içindeydi. Dolayısıyla, ilişki içinde olduğu
kavimlerin dini geleneklerinden İslam'ın ruhuna uygun olanları almadığını
hiçbir akıl sahibi iddia edemez. Pek çok kaynakta, O'nun Mekke'den Medine'ye
hicret ettikten sonra, orada baskın bir kavim olan Yahudi kabileleriyle iyi
geçinmek, onlarla sağlıklı ve dostane ilişkiler kurabilmek için Kıbleyi Kudüs
yönüne çevirdiği, ayrıca Yahudilerin tutmakta oldukları Kippur Orucu'nu tutmaya
başladığı ifade edilmektedir. Sanıldığının aksine, Kıblenin Kudüs yönüne
çevrilmesi konusunda Kur'an'da ayet yoktur. Bu, tamamen Hz. Peygamber'in siyasi
dehasının ürünüdür. Kur'an'daki kıble ayeti, kıblenin Mescid-i Haram yönüne
çevrilmesiyle alakalıdır(9).
Esasen, İslam Dini'nin orijinal bir din
olmadığı ve daha önce gönderilen ve fakat tahrif edilmiş semavi dinlerin yerine
kaim olmak üzere gönderildiği genel kabul görmüş bir görüştür. Ayrıca Allah,
Kur'an'da, insanlara doğru yolu göstermek için pek çok peygamber gönderdiğini
ve onlara da kitap verdiğini bize haber vermektedir. Allah'ın gösterdiği
doğru tek olduğuna göre göndermiş
olduğu kitaplarda verdiği emirler ve yapmış olduğu yasaklamalar da aynı olmalıdır.
Böyle olunca, başta ibadetler konusundakiler olmak üzere; Kur'an'da bulunan pek
çok emir, elbette daha önce diğer kitaplarda da yer alıyordu. Dolayısıyla;
Müslümanlar tarafından yapılan ibadetlerin şu veya bu şekilde diğer din
mensuplarınca da yapılıyor olması normaldir.
Bunun yanında, Hz. Peygamber'in
bilinenin ve asırlardır ileri sürülen iddianın tersine okur-yazar olduğunu,
çocukluğundan başlayıp peygamber oluncaya kadar ticaret kervanlarıyla, Şam'dan
tutun da Basra Körfezi'ne kadar birçok seyahatler gerçekleştirdiğini, farklı
kültürlere sahip pek çok insanla karşılaştığını ve Peygamber olduktan sonra,
yine pek çok insanla yan yana geldiğini düşünürsek; okuduklarından ve
karşılaştığı insanlardan ve onların örf ve adetlerinden etkilenmediğini söylemek
akla uygun değildir. Şöyle ki; Hz. Peygamber, Peygamber olmazdan önce
öğrendiklerini ve kendi bireysel hayatına tatbik ettiklerini, herhalde Kur'an
ayetleri karşısında teste tabi tutmuş ve Kur'an ayetleriyle çelişenleri,
uygulamaktan ve tatbik etmekten vazgeçmiş, Kur'an ayetleriyle çelişmeyenleri
uygulamaya devam etmiş, ashabının da böyle davranmasını istemiştir. Mesela; zıhar (bundan sonra senin sırtın bana
anamın sırtı gibidir diyerek eşten uzaklaşmak)(10), Allah'ın helal kıldıklarını haram kılmak gibi(11) ve ilişkilerde hatırlı kişilere
öncelik vermek/adamına göre muamele etmek(12)
gibi cahiliye dönemi adetlerini İslami dönemde de uygulamaya kalkışan Hz.
Peygamber, Allah tarafından bizzat uyarılarak bu davranışından
vazgeçirilmiştir.
Bu da gösteriyor ki; Hz. Peygamber,
önceki inançlarından kalan bazı dini gelenekleri Peygamber olduktan sonra da
devam ettirmiştir ki; herhalde bunların içinde kimi ibadetler de bulunuyordu!
Bunlara ilave olarak, ibadetlere ilişkin
pek çok şekil şartının, Hz. Peygamber sonrası dönemde belirlendiğini de
söylemek gerekir ki; bunların başında Teravih Namazlarının 20 rekât oarak
camilerde cemaatle kılınması, Cuma Namazı'nın farzının hutbeden sonra kılınması
gelmektedir. Yani, ulema ve fukaha da ibadetlerin şekil şartlarının belirlenmesinde
son derece etkili olmuştur ki; bugün ibadetlerin eda şekilleri konusunda mezhepler
arasında pek çok görüş ayrılıkları ve yorum farkları da bulunmaktadır. Eğer
bunların tamamı Diyanet'in 12 Şubat tarihli hutbesinde denildiği gibi, bizzat
Hz. Peygamber tarafından öğretilmiş olsaydı, bu görüş farklılıkları herhalde
olmayacaktı...
Ömer Sağlam
Not: Yazının başlığı Adnan Zeki Bıyık'ın
yazılı onayı alınarak konulmuştur.
1-Kur'an'da şöyle denilmektedir: "Çünkü, ümmilere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler"(Cum'a/2)
2- http://dinihaberler.com/ehl-i-sunnet-cokerse-turkiye-coker-makale,4127.html,
3-Kur'an-ı Kerim, Necm Suresi, 53/3-4,
4-Kur'an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/184,187.
5- Kur'an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/158, 196, 197, 198, 199, 200, 203, Mâide, 5/1,2,96, Hacc, 22/26,
6- Kur'an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/183,
7-Kur'an-ı Kerim, Hacc Suresi, 22/26.
8-Kur'an-ı Kerim, Tâ-Hâ Suresi, 20/130, Cum'a, 62/9
9-Kur'an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/149,
10- Kur'an-ı Kerim, Mücadele Suresi, 58/1-4
11-Kur'an-ı Kerim, Tahrim Suresi, 66/1-5,
12- Kur'an-ı Kerim, Abese Suresi, 80/1-10.