Yakın geçmişte, Ergenekon ve Balyoz gibi sanal davaların
açılmasına sebep olacak şekilde, meslektaşları hakkında asılsız ve kurmaca
deliller üreterek hukuku yanıltmak suretiyle, arkadaşlarını ordudan tasfiye
etmeye kalkışan cunta, en sonunda hırslarının kurbanı olarak kendi kendilerini
tasfiye ettiler. Tıpkı akrebin kendi kendisini sokarak intihar etmesi gibi bir
şeydir yaptıkları.
Bu subayların,
genelde AKP iktidarı döneminde terfi ettirilen ve YAŞ toplantılarında
"İrtica Sebebiyle Ordudan ihraç" edilmelerine dönemin Başbakanları
ile Milli Savunma Bakanları tarafından karşı çıkılan, bu kararlara adı
geçenlerce şerhler konulan kişilerden oluştuğu gözlenmektedir. Özetle; Cuma
gecesi yapılan darbe girişimi, AKP iktidarı açısından tam da "Besle
kargayı oysun gözünü" gibi bir anlam taşımaktadır.
2012 yılında yayınlanan bir yazımızı, günün anlam ve
önemine binaen tekrar yayınlıyoruz(*)
[ GEREKTİĞİNDE SÜPÜRGEDEN YANA OLABİLMEKTİR ADALET ! ]
Balyoz fena indi
Balyoz Davası
ile ilgili mahkeme kararı açıklanmazdan az önce not defterime (facebook
sayfama) “365 kiliseye karşı 365 asker” başlıklı şu notu düşmüştüm:
“Miladi takvime
göre bir yılda 365 gün var. Malta’nın başkenti Lawelatta’da 365 kilise var.
250’si tutuklu olmak üzere Balyoz Davası’nda 365 asker yargılanıyor. 365
rakamında bir hikmet aramıyorum elbette. Bu tamamen bir tesadüf. Ancak iddiaya
göre; yargılanan 365 askerden her biri, Lawelatta’daki bir kiliseyi değil,
İstanbul’daki bir camiyi bombalamayı planlıyorlarmış! Bugün karar günü.
Sanıkların tamamının ceza alması hiç önemli değil. Bir tane asker bile bu
davada mahkumiyet alsa, bu beni son derece utandırır. Çünkü hiç bir demokrat
insan, darbeci bir orduya sahip devletin vatandaşı olmak istemez. Ben de
istemem.
Tutuklu general
Çetin Doğan’ın dediği gibi, verilecek kararın sadece mahkeme heyeti hakkında
değil, başta sanıklar olmak üzere TSK ve Türk Milleti hakkında da hayırlı
olmasını dilerim. Türk yargısının bağımsız olmadığı ve bu sebeple verilecek
kararın hukuki olmaktan çok siyasi olacağı iddialarına gelince; Türk Yargısı
sadece balyozcuları yargılamıyor. Bu ülkede milyonlarca dava görülüyor.
Milyonlarca dava dururken, sadece Balyoz Davası’nın siyasi olduğunu iddia etmek
sanırım inandırıcı değildir. Öyle olsa bile, kendisini Molla Kasım yerine koyan
bir üst mahkeme çıkacak ve söz konusu davadaki eğrilikleri düzeltecektir.
Bazı sanık
avukatlarının, davaya girmek yerine, ekran ekran dolaşıp müvekkillerini
televizyon ekranlarından savunmalarını isabetli bulmuyorum. Bu manevrayı, büyük
ölçüde tribüne oynamak ve sanıklar lehine kamuoyu desteği sağlamak olarak
yorumluyorum. Duyarlı her vatandaş gibi ben da mahkemenin kararını heyecanla
bekliyorum. Tek dileğim, bu davada hiç bir askerin ceza almamasıdır.”
Kararın
açıklandığı günün ertesinde ise yine not defterime (facebook sayfama) şu notu
yazdım:
“Dün, sadece
Türkiye Cumhuriyeti tarihi için değil, bütün Türk Tarihi için önemli bir gündü.
Balyoz Davası çerçevesinde iki testi çarpışmış ve tabiatıyla birisi
kırılmıştır. Balyoz Davası’nın, hukuki bir dava değil, siyasi ve rövanşist
duygularla açılan bir dava olduğu iddiaları hiçbir zaman silinmeyecektir
tarihten. Bunun yanında sanık askerlerin mahkeme heyetine karşı takınmış
oldukları umursamaz tutum da asla silinmeyecektir tarihin hafızasından.
Askerler, usulü dairesinde kendilerini savunmak yerine, mahkeme salonunda
Onuncu Yıl Marşı ve Harbiye Marşı söyleyerek adeta güç gösterisinde
bulunmuşlardır. Org. Çetin Doğan’ın, mahkeme heyeti hakkında sarf etmiş olduğu
‘Vereceğiniz karar hakkınızda hayırlı olsun’ şeklindeki sözleri ise tam
anlamıyla bir tehdit içermektedir.
Gerek askerlerin
Mahkeme heyeti karşısında takınmış oldukları tavır, gerekse savunma
avukatlarının mahkemeye girmeyip TV ekranlarında yaptıkları şovlar, tam
anlamıyla tribüne oynamak ve mahkeme heyeti üzerinde kamuoyu baskısı yaratma
amacı taşıyordu. Bunun yanında Başbakanın BDP’lilerin dağdaki militanlarla
kucaklaşması hadisesi ile ilgili olarak söylediği ‘Yargıya söyledim,
onlar da gereğini yapacaktır’ şeklindeki sözleri ve Bülent
Arınç’ın yakın geçmişte söylediği ‘Yaptığımız düzenlemelerle bundan sonra
sıkıysa darbe yapsınlar’ anlamına gelen sözleri, tam anlamıyla
Balyoz Kararı’na gölge düşürmüştür.
Gerekçeli kararı
görmeden tenkit etmek doğru değilse de, mahkemenin bu kadar çok mahkumiyet
kararı vermesi herkes gibi beni de şaşırtmıştır. Doğrusu ben, askerlerin emir
komuta zinciri içinde yaptıkları bir çalışmadan dolayı, özellikle dava konusu
çalışmaların yapıldığı 2003 yılında alt rütbelerde bulunan askerlerin tamamıyla
berat edeceğini, dolayısıyla berat kararı verilenlerin daha çok olacağını
tahmin ediyordum. Bu bakımdan, mahkeme kararının Yargıtay aşamasında
düzeltileceğini kuvvetle muhtemel görüyorum.”
Balyoz Davası’nın
sonucunun açıklandığı gün için “Bütün Türk tarihi için önemli bir gün” dememim
sebebi; hukuki olsun, siyasi olsun, neticede balyoz kararları, kesinlikle TSK
içinde bir tasfiyeye sebep olmuştur/olacaktır. Tarihimizde TSK içinde benzer
tasfiyeler elbette olmuştur. Bu tasfiyelerin en kayda değer olanı Enver Paşa ve
arkadaşlarının Balkan Savaşları arifesinde yapmış oldukları tasfiyedir. Benzer
hadiseler, cumhuriyet döneminde de yaşanmıştır. Hatta Harp Okulu’nun hiç mezun
veremediği dönemler de yaşanmıştır bu ülkede. Ancak, bu tasfiyelerin ortak
yanı, daha çok TSK içindeki cuntaların güç gösterisi şeklinde cereyan etmiş
olmasıdır. Yani, bu tasfiyeler daha çok askerlerin askerleri tasfiye etmesi
şeklinde gerçekleşmiştir. Bunun yanında, Başbakan Süleyman Demirel’in dönemin
Genel Kurmay Başkanı Cemal Tural’ı, Başbakan Turgut Özal’ın ise dönemin Kara
Kuvvetleri Komutanı Necdet Öztorun’u emekli etmesi örneğinde olduğu gibi, zaman
zaman sivil otoritenin TSK içinde gerçekleştirmiş olduğu küçük çaplı tasfiyeler
de yaşanmıştır bu ülkede. Ancak bunların hiçbirisi “Balyoz Davası” nın sebep
olduğu/olacağı tasfiye kadar geniş kapsamlı olmamıştır.
Şükürler
olsun onbaşılara dokunulmadı!
Ben Askerliğimi,
1986-1987 yıllarında yedek subay olarak Kars’ta yaptım. Bölük komutanının
olmadığı zamanlarda ve üst devrem olan asteğmenler tezkereye gittikten sonra,
askerlerin eğitimini ben üstlenmiştim(Esasen TSK’de eğitim hizmetleri genelde
asteğmenler tarafından yerine getirilir). Bölüğümüzde, Türk Yargı Tarihi’ne
“Yargıçlar vicdanla cüzdan arasına sıkışmışlardır” şeklinde bir özlü söz
armağan eden Yargıtay Başkanı merhum Mehmet Uygun ile aynı adı taşıyan
Kahramanmaraşlı bir asker vardı. Bizim Mehmet, salak mı salak, avanak mı avanak
bir tipti. Eğitim sırasında vermiş olduğum “Hücum” emri üzerine
bütün bölük “Allah Allah” nidalarıyla ileriye doğru koşarken (taarruza
geçerken), bizimki “Allah Allah” diyerek geri koşardı (geri çekilirdi).
O kadar salaktı anlayacağınız. Bu yüzden de sürekli bağlı bulunduğumuz taburda
genelde işe yaramaz askerlerden kurulan “Hazır Kıta” timi içinde
yer alırdı bizim Mehmet Uygun!
Hazır Kıta timi
ne iş mi yapar? Görevlendirildikleri birliğe herhangi bir saldırı ve tecavüz
eylemi olduğunda ilk müdahaleyi yapacak silahlı timdir bu tim! Genelde bir
mangadan ibaret olan bu tim gece sabaha kadar uyumaz, çatışmaya hazır bekler.
Gelin görün ki; bizim taburda bu tim tam da Allahlıklardan teşkil olunurdu.
Örneğin bizim hazır kıta timinin silahı var mıydı emin değilim! Silahları olsa
bile mermilerinin bulunmadığı kesindi! Çünkü bu gençler, silahlarına sahip
çıkamayacak durumda idiler. Bu yüzden ellerine verilecek bir silah hem
kendileri, hem de arkadaşları için potansiyel tehlike demekti. Bizim kilerin
yaptıkları tek iş, sadece Tabur Nöbetçi Subayı’nın zaman zaman verdiği emirle
koyun sürüsü gibi oturdukları odadan dışarı fırlayıp, binanın önünde tek sıra
esas duruşa geçmekti. Elbette bu fırlama esnasında, düşüp yaralananlar da
olurdu bazen! Günümüzde bazen günü birlik silah altına alınan engelli gençleri
görünce, nedense hep bizim meşhur Hazır Kıta timini hatırlarım ben.
Askerlik
yapanlar bilirler; kışlalarda askerlerin yanı sıra subaylar da nöbet tutarlar.
Kimisi Bölük Nöbetçi Subayı’dır bunların, kimisi Tabur Nöbetçi Subayı. Elbette
daha üst rütbeliler de daha üst birliklerin nöbetçi subaylarıdır. Yani TSK, 24
saat görevinin başındadır. Bölük Nöbetçi Subayları ise genelde bölükte görevli
astsubaylardan ve asteğmenlerden oluşur.
O gece
bölüğümüzün Nöbetçi Subayı idim. Bölük Sorumlusu çavuştan almış olduğum bilgiye
güvenerek Tabur Nöbetçi Subayı olan Çorumlu Yüzbaşı Kemal Kalender’e tekmil
verip, bölükte vukuat olmadığını bildirdim. Ancak o da nesi? Sabah olunca,
Kemal Yüzbaşı beni çağırdı ve bizim Mehmet Uygun’un gecenin bir yarısında
Eğitim Alanı’nda salak salak dolaşırken nöbetçi askerler tarafından
bulunduğunu, oysa benim “Bölükte vukuat yoktur” demek suretiyle
üstü olarak kendisini kandırdığımı veya yanlış bilgi verdiğimi söyledi ve bana
bir gün “Oda Hapsi” verdiğini bildirdi! Ve ben, bu sebeple
bir gün oda hapsi aldım ve yattım da!
Tabur
binasındaki bir odaya bir ranza getirdiler ve beni odaya hapsettiler, kapıma da
silahlı bir asker koydular! Tuvalete bile emrimdeki bu askerin silahının
gölgesinde gelip gittim ben! Oda hapsinin bittiği günün ertesi gün yaptığım ilk
iş, bana yanlış bilgi aktararak oda hapsi almama sebep olan kıdemli Çavuş
Balıkesirli Nazım Çavuş’u balta sapından geçirmek, bir önceki gün eğitim
alanında uyuyup kalan Kahramanmaraşlı Mehmet’in ise ağzını burnunu dağıtmak
oldu!
Konuyu şuraya
bağlayacağım; Balyoz Davası’nda toptancı bir yaklaşımla 331 askere ceza vermek
yerine, üst rütbeli üç beş generale verilecek sembolik bir ceza bile sanırım bu
davadan beklenen maksadı hasıl ederdi. Ben nasıl emrimdeki askerlerin sebep
oldukları bir olaydan dolayı ceza almışsam ve bir günlük oda hapsinden sonra
bölüğü tek tek saymaksızın üstlerime “Vukuat Yoktur” raporu vermemişsem,
Çetin Doğan ve birkaç üst düzey komutan da düzenlemiş oldukları ve Org. Hilmi
Özkök’ün beyanına göre maksadını aşan “Plan Semineri”nden dolayı ceza
alabilirlerdi. Mahkeme tarafından bu askerlerle ilgili olarak önce “Mahkûmiyetlerine”
sonra da “Tutuklu bulundukları süre göz önünde bulundurularak
tahliyelerine” denilseydi, kamu vicdanı sanırım çok daha tatmin olurdu
gibime geliyor. Ancak çoğu, bahse konu Plan Semineri’nin gerçekleştirildiği
2003 yılında yüzbaşı, binbaşı ve yarbay gibi alt rütbelerde bulunan 331 kişiye
ceza verilmesi, vicdanları kanatmış gözüküyor. Umarım Yüce Yargıtay, bu yanlışı
düzeltecektir. Demirel’in dediği gibi(1); bu dava bizim için elbette dünyanın
sonu değil ve köprülerin altından daha çok sular akacaktır…
“Balyoz
kararları, kamu vicdanını kanatmıştır” dememiz boşuna değildir. Balyoz
Davası’nın, TSK içindeki bir grubun tasfiyesi olduğuna inanan veya bunu iddia
edenler bir yana, “Balyoz’un TC Hükümeti’ni yıkmayı amaçlayan bir darbe planı
olduğunu” savunanlar bile verilen karardan rahatsız olmuş gözüküyorlar. Örneğin
darbenin hedefinde olduğu söylenen hükümetin bir üyesi olan Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay bile “İlk mahkemeler zaman zaman çok tartışmalı kararlar
verebiliyor. Bereket versin ki bu nihai karar değil. Daha Yargıtay aşaması
var”(2) demek zorunda kalmıştır. Balyoz Davası kapsamında hep arkadaşlarını
yalnız bıraktığı ve arkalarından vurduğu şeklinde suçlanan dönemin Genel Kurmay
Başkanı Hilmi Özkök ise “Üzülmemek mümkün değil, hepsi beraber çalıştığım silah
arkadaşlarım. Ceza almaları beni derinden üzüyor. Aileleri acı çekiyor,
kendileri çekiyor. Bunlar keşke olmasaydı diye düşünüyoruz, ne yapalım bunlar
yaşandı…”(3) demek durumunda kalmıştır.
Bazen bir
çalı süpürgesinin ucundadır adalet!
Medyaya yansıyan
haberlere göre; kendi halinde sokakları süpürürken sırf şımarıklık olsun diye
kendisine sataşan gencin kafasına elindeki çalı süpürgesi ile vuran Gölcüklü
Belediye Temizlik İşçisi Şükrü Kahraman aleyhine sataşan tarafça (Yasin K.)
dava açılmış bulunuyor(4). Oysa sadece Türkiye değil, cümle alem, AB Bakanı
Egemen Bağış ve belalısı Hollandalı Milletvekili Barry Madlener de biliyor
ki(5); davalı Şükrü Kahraman bu konuda masumdur!
Vurmuş olduğu
süpürgenin darbesiyle kafası yarılan ve 17 yaşında kazık kadar herif olduğu
söylenen davacı Yasin K. isimli gencin kafasına 12 dikiş atılmış olsa da benim
için fark etmez. Çünkü davalı Şükrü Kahraman defalarca “Oğlum bak git” diyerek,
müştekiyi uyarmış ve üstüne düşeni bihakkın yapmıştır. Bence asıl temizlik
işçisi Şükrü Kahraman, “Görevi başındaki kamu görevlisini taciz, saldırı ve
tahrik…” gerekçesiyle dava açmalıdır. Temizlik işçisi Şükrü Kahraman,
kanaatimce elindeki süpürgeyi kullanarak mütecavizi savuşturmuş, sokaktaki
asayişi temin etmiş ve böylece bir anlamda devletin yerle bir edilen itibarını
kurtarmış bulunmaktadır. Bu sebeple ben, bu davada kesinlikle, süpürgeden
yanayım. Ve bana göre; hep insandan yana değil, gerektiğinde bir çalı
süpürgesinden yana olabilmektir adalet…
Ömer Sağlam
____________
(*)http://www.turkishnews.com/tr/content/2012/09/24/gerektiginde-supurgeden-yana-olabilmektir-adalet/
1-http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21536034.asp,
2-http://haber.stargazete.com/guncel/bakan-gunaydan-ilginc-balyoz-yorumu-bereket-versin-ki-nihai-karar-degil/haber-691314,
3-http://www.samanyoluhaber.com/gundem/En-merak-edilen-isimden-Balyoz-yorumu/844831/,
4-http://www.ntvmsnbc.com/id/25383875,
5-http://www.youtube.com/watch?v=W5HQtXyWi1U,