Bakıyorum da bu önemli olaylar hakkında hiç kimse konuşmuyor. Kimse konuşmuyor ama ben de susacağım diye bir kural yok ya! Ben konuşacağım.
Bu olaylar, Amerika'nın ne olduğunu da ortaya koyar. O nedenle günümüz yöneticileri için ders niteliğinde...
Yazı mutlaka uzun olacak. Çaresi yok. Türkler, kendisini Türk olarak görenler ve tarihle ilgilenenlerin mutlaka sabır gösterip okumalarını dilerim.
İnşallah “Çok uzun!” demez, sıkılmadan okursunuz.
II. Dünya Savaşı”nın sonu belirlenmiş, “Birleşmiş Milletler Savaş Gücü”nü teşkil eden Müttefikler, resmen açıklanmamış olsa da Almanya’yı yenmiştir. SSCB denen Rusya da galipler safındadır. Zaferleri ilan edilmemiş muzafferler, Şubat 1945’te Yalta Konferansı’nda buluşurlar. Asli katılımcılar; ABD, İngiltere ve SSCB’dir.
Almanların, teslim anlaşmasını Müttefiklerle imzalamasından 73, SSCB ile imzalamasındansa 74 gün önce, 23 Şubat 1945 günü Türkiye; deklarasyonda “ortak düşman” olarak tanımlanan Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek bekası için hayati bir çıkış yolu olarak gördüğü “Birleşmiş Milletler” fırsatını kaçırmaz.
Savaşın 15 Ağustos 1945 günü tüm dünyada fiilen, 2 Ekim 1945’te de hukuken sona ermesinin ardından Türkiye, 24 Ekim 1945 günü kurulan “Birleşmiş Milletler Örgütü”ne kurucu üye sıfatıyla katılır. Katılım tarihi kuruluş günüyle aynıdır.
- Atılan bu tarihler, iktidarda olan hükûmetlerimizin “hükûmet etme becerisi”ni göstermektedir de ondan!
- Nasıl mı? Onu da siz değerlendirin.
İşgal ettiği Berlin’deki arşivlerden, Türkiye’nin savaşa girmemek için uyguladığı stratejileri gören Stalin; bu işe inanılmaz derecede sinirlenir. Savaşın galiplerinden olması niyetinin gerçek boyutlarını göstermesi açısından önemlidir. O niyetse Türkiye’yi işgaldir. Bunun için Romanya’ya asker yığar. Diktatör Stalin tam bir zalimdir. Kendi halkı için de…
RUSYA GERÇEKTEN TÜRKİYE'DEN İSTEKLERDE BULUNDU MU
Uzun yıllar sonra, Rusya'nın; Türkiye'den yalnızca korkutarak baskı yapmak amacıyla isteklerde bulunur göründüğünü, aslında olayı Türkiye'yi Rusya'ya karşı kalkan olarak kullanmak isteyen ABD'nin planlayıp kışkırttığı şeklinde görüşler ortaya çıktı.
Evet, ABD'nin kirli siyasetinin temelini oluşturan katmanlardan biri de olayları çarpıtma ve yalan haber üretmedir. Onların da olayı provoke ettiği çok açık ama bir dönemin "Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği" adlı Rusya'sının da Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalıştığının ispatlanması kolay bir hadisedir. Bunun için Rus, İngiliz ve ABD arşivlerine bakılması yeterli olacaktır. Ermeni arşivlerine "Hadi canım sen de!" diyen olabilir, bunda da yerden göğe dek haklılar ama elimizdeki bilgilere göre, abartılı ifadelerle de olsa bu olayı arşivlerine aktardıkları yolunda haberler var. Bunu artık kullanmadığımız "Sessizliğin Sesi Gazetesi(*)"ndeki bir yazımda ayrıntılı olarak anlatmıştım. O gazeteye ait kayıtlar hâlâ Türk Yazın Dünyası'nda saklı. Bir gün oradan alıp yayınlarım.
Çünkü gerçekten önemli bir olay.
TÜRKİYE'DE İKTİDAR DEĞİŞİYOR ve ARDINDAN DA SAVAŞ PATLIYOR
Aradan belli bir süre geçer. Türkiye’de seçim zamanı gelmiştir. Seçimler yapılır ve iktidara Demokrat Parti gelir.
Savaşan gruplardan biri, o dönemde “Hür Dünya” ya da “Birleşmiş Milletler” denilmesinden çok hoşlandığımız Batılı güçler yani “ABD, Avustralya, Filipinler, Güney Kore, İngiltere, Kanada ve Türkiye”, diğeriyse yine o dönemde “Kızıllar” denmesine bayıldığımız “Komünist Rusya yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Kızıl Çin yani Çin Halk Cumhuriyeti, Kuzey Kore yani Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti”ydi. Taraflar bir anda değil aşama aşama savaşa dâhil olmuşlardır.
Türkiye de nereden çıktı dediniz değil mi? Valla bulursanız onu da Demokrat Parti’ye sorun. 14 Mayıs’ta iktidara geldi, 8 gün sonra 22 Mayıs’ta güven oyu alıp “Birinci Adnan Menderes Hükûmeti”ni kurdu, 25 Haziran günü tüm dünyanın ilgilendiği bir şekle bürünen savaşa; TBMM’ye haber verip karar çıkartmadan inanılmaz bir süratle katıldı. Hazırlıklar hızla tamamlanarak 17 Eylül günü, ünlü “General Tahsin Yazıcı” komutasındaki “Birinci Türk Tugayı” gemilerle İskenderun’dan yola çıktı.
Feda olsun canımız, kurtulsun vatanımız.”
ardından da bugün bile duydukça gönlümü titretip, gözlerimi yaşartan Alay Marşı(**) başlardı ki sonraki günlerde bu iki marşı çok daha fazla duyacaktık:
Al sancağı teslim etti, Allah'a ısmarladı.
Boş oturma, çalış dedi, hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz, saldırmazsan düşmana...
Sütüm sana helal olmaz, saldırmazsan düşmana…
Sonuçta bağrına bastığıysa ya oğlunun kanlı gömleği ya da beraber yaşanan acı tatlı günlerin derin anıları oldu.
Hücum aniden başlar, birçok askerimiz uyku tulumlarından çıkamadan şehit olur. Kurtulabilenler bakarlar ki, çevrede "Kızıllar"la kendilerinden başka kimse yok. Hemen "savaşarak geri çekilme" planı yaparlar. Hızlı bir yürüyüşle, evet doğru okudunuz, araçları olmadan yürüye yürüye motorize Amerikan birlikleriyle bir noktada temas kurarlar. Amerikalılar “Gidin bizi koruyun, savaşın!” evet evet aynen vaki, “Gidin bizi koruyun, savaşın!” diyerek bizimkilerin üzerine ateş açarlar. Bizimkiler de müttefiklerle mi düşmanla mı savaşsınlar onun kararını verir ve çekilmeyi durdurup geri dönerler. Yiyecekleri yoktur, inanılmaz derecede yorgundurlar, üstelik mühimmatları çok azdır.
Bu arada bilinmeyen bir şey daha vardır. Gece bir milyon, yazıyla da yazacağım, evet 1.000.000 kişilik gönüllülerden kurulu Çin Ordusu sınırı geçmiştir. Müthiş bir savaş olur. Savaşan taraflardan birisi yalnızca birkaç yüz kişi kalmış Türklerdir. Karşılarındaysa o güne dek görülmemiş büyüklükteki bitmez tükenmez düşman seli...
Bir süre sonra Batılı radyolarda, "Türk kuvvetlerinin Kızıllar tarafından tamamen imha edildiği, kaçan 'Birleşmiş Milletler Ordusu'nunsa çekilmekte olduğu, sonuç olarak da savaşın kaybedildiği" haberleri yayınlanır.
Bu arada MacArthur’un mobil karargâhında düşman ülkelerinin radyoları da dinlenmektedir. Moskova radyosu yayınını keserek Amerikalılara seslenir. “Zaferi Türklere borçlusunuz. Sizi Türkler kurtardı. Gelecek sefer sizi kurtaracak kimseyi bulamayacaksınız.”
Ardından Çin Halk Cumhuriyeti radyosundan da benzer bir anons gelir. Yaşananlardan herkes şaşkındır. Haince ölüme terk ettikleri Türkler hem Birleşmiş Milletlerin hem Amerika’nın hem de Güney Kore’nin geleceğini kurtarmıştır. Hadi olayı biraz küçültelim ve diyelim ki; "Kore Tugayı"mız tek başına, Çin ve Kuzey Kore ordularının saldırılarını durdurmuş, bugün, kalleşlikleri nedeniyle iğrendiğim Amerika'nın; "8. Ordusu, 9. Kolordusu ve 2. Tümeni"ni kesin bir yok oluştan kurtarmış, on binlerce Amerikan evinde ölüm ateşinin yanmasına engel olmuştur.
Güney Koreli kardeşlerimizi bu hesaba katmadım.
On binlerce çok mu geldi? Hayır, aslında çok az söyledim. Çünkü bir tümen 10.000 ila 20.000, kolordu 20.000 ila 45.000, orduysa 80.000 ila 200.000 arasında askerden oluşur.
Nasıl mı yapmışlar? Bir gün belki onu da yazarım ama şu an kısaca söyleyeyim. Amerikalılar Türklerin üzerlerine ateş açtıktan az sonra, düşman Türklere yetişir. Kanların gerçek anlamda su gibi aktığı bir savaş başlar. İkmal kuvvetleri de kaçtığı için Türklerin mühimmatları zaten azdır. Çabucak biter. Komutan bağırır “Süngü tak!”. Süngüler takılırken ortalığı çelik sesi kaplar. Komutan siperden fırlamış tek başına düşmana karşı koşmakta bir yandan da “Hücum!” diye bağırmaktadır. Bir desem mübalağalı olacak ama en fazla beş altı avuç kalan Türkler, “Allah Allah” nidalarıyla saldırırlar. Savaş daha da kanlı bir hâl almıştır. Biraz sonra ortalıkta o birkaç avuç Türk’ten başka kimse kalmaz. Düşmandan ölen ölmüş, sağ kalanlarsa çil yavrusu gibi dağılmışlardır.
Türkler daha sonra öğrenirler ki yendikleri çok sayıda askerle takviye edilmiş devasa bir kolordudur. Türklerin kayıpları şehit ve akibeti bilinmeyenler dâhil 1.194 kişidir. 234 askerimiz de esir düşmüştür. Yaralılarımızın toplamıysa 2.111'dir. Bu hesapça "1. Türk Tugayı"nda gazilik mertebesine çıkmamış hiç kimse kalmamış gibidir. Çinlilerin zayiatıysa çok daha fazladır. Yalnız ölülerinin bile 5.000'in çok çok üstünde olduğu söylenir ama tam sayı verilmez.
Normal bir kolordunun 20.000 ila 45.000 kişiden müteşekkil olduğunu bildiğimize göre düşman kuvvetlerinin toplam kaç kişi olduğunu da varın siz hesaplayın.
Asıl konumuz "Alçaklıkta, soykırımda, hainlikte, düzen bozmakta bir numara olan Çirkin Amerikalı"... Şimdilerde de Türkiye'yi her alanda sıkıştırmaya çalışmakta, teröristleri Türkiye'den üstün tutmakta, Ermenilerin yaptığı "Türk Soykırımı"nı örtmekte ve ünlü Holywood'unda "Ermeni Soykırımı" filmleri üretmektedir.
Şunu bilmelisiniz ki, Kore'de yaptıkları ne ilk ne de son kalleşliktir. Kalleşliklerini kronolojik olarak takip etmememin nedeni, Kore'ye hareket ederek o dönülmez yola çıkışımızın yıl dönümlerinden birini yaşamakta olmamız. Ne diyeyim? Allah bizleri yeni aptallıklardan, hain yöneticilerden, böyle dost ve müttefiklerden korusun. Amin!
Günay Tulun
Bilgi Notu: RADYO KURMAK NEDİR ?
Yukarıda bir yerlerde radyonun kurulmasından söz ettim. Günümüz kuşakları, düğmesine basılır basılmaz binlerce yayını alabilen radyolarla haşır neşir oldukları için bu sözü anlamayabilir. Anlatayım: Önce dışarıya, genelde de tavan arası ya da çatıya “ne denli uzun olursa o denli iyi sonuç verdiği için uzunluğu neredeyse iki kulaca varan ve üzerinde birer parmak aralıklarla on ya da on beş defa gezdirilmiş ince, çıplak ve çoklu bakır telin sarılmasıyla oluşturulan tahta çıtalardan üretilmiş kare şeklinde” bir anten yerleştirilir, o antenden de odadaki radyoya hat çekilirdi. Yayın merkezinin kısa, orta ya da uzun dalga boyunda yer almış olmasına bağlı olarak ya iyi sonuç alır ya da cızırtılar içinde geçecek bir yayına razı olurdunuz.