Müslümanlar, asırlardır Hz. Peygamber'in okuma yazma
bilmediğini söyleyerek,
O en sevgiliye iftira etmektedirler.
Oysa Hz. Peygamber’in okuma-yazma bilip bilmediği konusunda
bir yargıya varabilmek için, öncelikle üzerinde durulması gereken konu, galiba
ümmî ve ümmîlik kavramlarının açıklanması olacaktır. Zira O’nun okuma yazma
bilip bilmemesi konusunda fikir beyan edenlerin hareket noktaları, Kur’an’da,
O’nun hakkında söylenen “Ümmî” sıfatıdır. Dolayısıyla Kur’an’da Hz. Peygamber
ile ilgili olarak kullanılan “Ümmî” sıfatının, ne anlama geldiğini bilmeden,
O’nun okuma-yazma bilip bilmediği konusunda akıl yürütmek ve bir kanaate varmak
imkânı bulunmamaktadır.
Arapça-Türkçe Lûgatlarda "Ümmî" kelimesine
farklı anlamlar verildiği gözlenmektedir. Mevlüt Sarı isimli dil bilimci
tarafından hazırlanan ve Bahar Yayınları’nca İstanbul’da yayınlanan
Arapça-Türkçe Lûgat’ta "El-Ümmiyyü" olarak zikredilen Ümmî
kelimesi, “okuyup yazma bilmeyen” şeklinde anlamlandırıldıktan sonra
"El-Ümmiyyetü" şeklinde verilen aynı kökten bir başka kelimeye
de “Ümmîlik. Analık. Okuma yazma bilmeme” şeklinde bir anlam
verilmiştir.
Atay Kardeşler ismiyle ilahiyat profesörü Hüseyin Atay ve
kardeşleri olan müftülerden müteşekkil üçlü bir komisyon tarafından hazırlanan
Arapça-Türkçe Büyük Lûgat isimli sözlükte ise (bkz. Atay Kardeşler,
Arapça-Türkçe Büyük Lûgat, Bayrak Matbaası, Ankara, 1964) bu kelimenin değişik
halleri ve anlamları şöyle verilmiştir:
Ümmiyyi; Okuyup
yazmayı bilmeyen.
Ümmiyyeti(Ümûmeti):
Analık, lohusalık.
Ümmiyyeti (Me’mûn):
Beyin zarına kadar başı yarılmış adam.
islaminur.org isimli internet sitesinde ise
"Ümmî" kavramı, 1-Ümmete mensup olan; 2-Anadan doğduğu hal
üzere bulunan, yani okuma yazması, tahsili bulunmayan; 3-Ümmül’ Kurâ’ya mensup,
yani Mekkeli olan; şeklinde üç ayrı biçimde anlamlandırıldıktan sonra “Bunlar
içinde meşhur olan ilk görüştür” şeklinde bir yargıya varılmış, bu yargı
ise “Yani ilkel halde bulunan ve henüz cehalet devrini yaşayan Araplar
içerisinde (n çıkan)...” şeklinde açıklanmış bulunmaktadır.
Başta DİB olmak üzere; dini çevrelerin büyük rağbet
gösterdiği DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi Dr. Osman Keskioğlu bu
konuda şöyle diyor:
Tefsircilerin (Müfessirlerin) ve lûgatçıların (Dil
bilimcilerin) beyanına göre ümmî kelimesi şu mânalara gelir:
1-(Ümm)e nispettir. Yani anasından doğduğu hal üzere
kalmış bulunan, talim ile doğduğu halinde değişiklik vuku bulmamış olandır.
2- Arap ümmetine mensup ki, Araplar hesap kitap bilmez
bir millet olmakla maruf idi.
3-Ümmül Kura’ya mensup, yani Mekkeli demektir.(Bkz. Dr.
Osman Keskioğlu, Kur’ân-ı Kerîm Bilgileri, s.75, TDV. Yayınları, Ankara,1989.)
...
Hz. Muhammed'in "Ümmî" oluşunu, onun Kur'an
ayetleri gelinceye kadar Tevrat, Zebur ve İncil gibi kitapları, en çok da
Tevrat'ı okumadığı ile açıklayanlar da var.
Bunun sebebi, biraz da Kur'an'da Yahudilik, Yahudi
Kültürü, Yahudi Tarihi ve Yahudi kralları (ki; Kur'an'da onlardan peygamber
olarak bahsedilmektedir) yoğun bir bilgi veriliyor o...lmasıdır. Hatta
Kur'an'da, İsrailoğullarının bir zamanlar Allah tarafından diğer milletlere
üstün kılındığından da bahsedilmektedir.
Dolayısıyla; Hz. Peygamber'in ümmîliğini, Kur'an ayetleri
gelinceye kadar O'nun Tevrat okumadığıyla açıklayanlar, O'nun Tevrat'tan
alıntılar yaptığı konusundaki iddiaları bertaraf etmek için, böyle bir savunma
ile ortaya çıkmışlardır. Kim bilir belki de öyledir!
Geçtiğimiz sene bir soyyal medya arkadaşım, Müftü
Yardımcısı sıfatı bulunan bir ortak arkadaşımızın sayfasında "Hz. Peygamber'in ümmiliği, yani
okur-yazar olmama durumu Peygamberlik geldikten sonra son bulmuş olabilir
mi?" anlamında bir soru sormuş. Müftü Efendi de bu soruya "Mümkündür" şeklinde bir cevap
vermişti.
Aynı sayfada, sorulan bu soru çerçevesinde ben de şunları
yazmıştım:
Evet, bu da mümkündür. Yani böyle de düşünülebilir. Zira
Kur'an'da "İnşirah" suresinde Hz. Peygamber'e Allah tarafından
yapılan bir cerrahi operasyondan, göğsününün açılıp
genişletilmesinden/ferahlatılmasından ve belini büken yükün üzerinde
alınmasından bahsedilmektedir. Bu operasyonun mahiyeti tam olarak neydi fazla
belli değildir. Bazı müfessirler, bu müdahalenin O'nun çocukluğunda yapıldığını
söylerler.
Ancak bize göre; bu işlem Hz. Peygamber'e ilk vahyin
geldiği anda da yapılmış olabilir. Yani Hz. Peygamber'in, Cebrail'in
"Oku" şeklindeki hitabı karşısında bocalaması ve şaşırması üzerine
yapılan bir operasyon da olabilir. Kim bilir bu operasyonla, belki de O'nun
okuması temin edilmiş olabilir.
Bununla birlikte benim aklım ve sezgilerim, Hz.
Muhammed'in çocukluğundan itibaren okur-yazar olduğu yönündedir. Zira O,
Mekke'nin ileri gelen ailelerinden birisi olan Haşimiler ailesine mensuptu ve
dedesi Abdülmuttalip, O'nun doğduğu sırada Mekke site devletinin bakanlarından
birisiydi. Hatta Mekke'yi işgale gelen Ebrehe ile yapılan müzekereleri o
yürütmüştür.
Buna ilave olarak Hz. Muhammed, doğduktan sonra Mekkeli
aristokratların geleneği üzerine çölde yaşayan Halime isimli bir süt anneye
verilmiştir. Bütün bunlar belli bir ekonomik güç gerektiren uygulamalardır.
Dolayısıyla; hali vakti yerinde olan Abdülmuttalip'in torunu Muhammed'i okula
göndermemesi ve okuma-yazmayı öğretmemesi akla uygun değildir.
Öte yandan, Hz. Muhammed çocukluğundan itibaren tüccarlık
yapan amcalarının yanında seyahatlere katılmış ve ticareti öğrenmiştir. Zengin
bir dul kadın olan Hatice, onun ticari başarısını ve güvenilirliğini dikkate
alarak ticaret kervanlarının başına, bugünkü anlamda şirketinin ceoluğuna
getirmiştir ki; Hz. Hatice'yi bugünkü anlamda ancak Güler Sabancı ile
kıyaslayabiliriz. Ticaret işinde ceoluğa kadar yükselen bir insanın hesap kitap
bilmemesi ve bunun için de okur-yazar olmaması kabul edilemez.
Ayrıca O, "Hılful Fudul" isimli bir STK'nın
önde gelen üyesi ve belki de başkanıydı. Bu örgüt adalet ve hukuk üzere iş
yapmak üzere yemin eden gençlerden kurulu bir örgüt idi ve Mekke'nin asayişini
üstlenmişti. Hz. Peygamber, bu örgütün ileri gelen üyelerinden birisi ve belki
de başkanı olarak, Mekke'ye gelen yabancı bir tüccarın mallarına el koyan Ebu
Cehil'in evini kuşatmış ve tüccarın alacağını Ebu Cehil'den alarak kendisine
teslim etmiştir.
Ebu Cehil bu durumu "Muhammed kapıma öyle şiddetli
vuruyordu ku; zelzele oluyor sandım. Kapıya çıktığımda Muhammed ağzından
köpükler çıkan öfkeli bir deve gibiydi. Ondan korktum..." şeklinde
anlatmıştır.
Yani özetle; Hz. Muhammed, genelde bahsedildiği gibi
silik ve sıradan bir koyun veya deve çobanı değil, gençliğinden başlayarak
kendisine peygamberlik verilinceye kadar da kesinlikle aktif bir insandır Eğer
öyle olmasaydı, sırf emin sıfatına dayanarak kendisine hakemlik yaptırılmaz,
Kureyş'in önca kodamanı dururken O'na Hacerül Esved taşını Kâbe'nin duvarına
koydurmazlardı. Şu halde genç Muhammed, Kureyş'in onca kodamanı arasında söz
konusu taşı Kâbe'nin duvarına yerleştirme görevini yerine getirdiyse, bunun
arkasında O'nun emin ve güvenilir olması kadar, "Hılf'ul-Fudul"
isimli gençlik örgütünün, kendisine verdiği desteği aramak da akla gelen bir
husustur.
Bugün Diyanet'in 4-6 yaş grubu çocuklara bile Kur'an ve
Arapça öğretmekte olduğunu, yani en azından Kur'an öğrenmenin kolaylığını
düşünürsek, Hz. Muhammed gibi aslen Arap olmasa bile, uzun asırlar önce
Araplaşan ve Araplar içinde yaşayıp Arapça konuşan bir kişinin Arapça
okuma-yazma bilmediğini savunmak akla ve mantığa aykırıdır...
Sevgililer gününüz kutlu olsun...
Ömer Sağlam