Ömer Sağlam
Galatasaray ve Kerküklü Gencin Verdiği Milliyetçilik Dersi Üzerine [Ömer Sağlam]
Bir seyirci olarak futbolu pek çok kişi gibi ben de
severim. Fanatik olmamakla birlikte GS taraftarıyım. Gelin görün ki; bu
taraftarlık sadece GS'nin yurtiçi ve yurtdışı maçları için geçerlidir. Mesela
FB'nin, BJK'nin, TS'nin veya başka takımlarımızın yurtdışı maçları olunca benim
GS taraftarlığım biter. Özetle ben; konu yurtdışı olunca hadiseye milli
hassasiyetler noktai nazarından bakarım. Mesela FB ve Anadolu Efes Basketbol
takımlarının Avrupa'da yaptıkları maçlardan büyük keyif alır, galibiyetlerine
müthiş sevinirim...
Son zamanlarda kulüpteki FETÖCÜLER'in temizlenmesi
konusunda GS kulübünde izlenen ikircikli tavır, gerek yazılı, gerek sözlü ve
gerekse sosyal medyada epeyce bir tartışma konusu yapıldı. Diğer kulüp
taraftarları epeyce bir dalga geçtiler biz GS taraftarlarıyla.
Gerçekten de GS Genel Kurulu'nun, bazı kişileri FETÖ ile
iltisaklı kabul ederek kulüpten ayrılmaları yönünde oy kullanırken, aynı
durumdaki Hakan Şükür ve Arif Erdem hakkında farklı davranmaları ve onların
ihracına onay vermemeleri yanlış olmuştur. Hele hele gerek hükümetten gelen
tazyik, gerekse toplumdan yükselen tepki üzerine GS yönetiminin apar topar
toplanarak adı geçen iki kişiyi, "Aidatlarını ödemediklerini" gerekçe
göstererek ihraç etmeleri yanlış oğlu yanlış olmuştur. Bu kararla GS yönetimi,
kendilerini tartışılır hale getirmişlerdir.
Bu durumda en azından bize göre; Hakan Şükür ve Arif
Erdem'in ihraç edilmeleri yetmez, onların ihracına karşı çıkan kulüp üyeleri de
GS'den ihraç edilmelidir! Zira GS'deki FETÖCÜLER ancak böyle temizlenebilir.
GS'yi FETÖ ile birlikte anmak, hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir. Bu konuda
Basbakan'a katılıyorum. Sayın Başbakan, "Galatasaray
teröristleri barındıramaz. Yönetim yanlışı düzeltti. Her camiada yanlış adamlar
olabilir. Galatasaray camiası yıllarca yüzümüzü ağartmış bir kulüptür.
Dolayısıyla buradaki birtakım kişilerin, birtakım marjinal, muhalif grupların
yaptığı yanlışları, çiğlikleri kulübe, 100 yıllık mazisi olan kulübe mal etmek
haksızlık olur."demiştir.
Bana kalırsa; GS yönetimi de topluca istifa etmelidirler.
Zira, Hakan Şükür ve Arif Erdem'in GS Genel Kurulu'nda önce ihraç edilmeyip,
hükümet kanadından ve toplumdan gelen tepki üzerine Yönetim tarafından uyduruk
bir gerekçe ile ihraç edilmeleri de göstermiştir ki; GS sporun kurallarına ve
mali ilkelere uygun olarak değil, duygusal kararlarla yönetilmektedir. 1.8
milyar dolar olarak açıklanan borç yükü de zaten bunu göstermektedir.
Tencere Dibin Kara Seninki Benden Kara
Gerçi diğer spor kulüplerinin de GS'den farklı ilkelere
göre yönetildiği pek söylenemez. Eğer öyle olsaydı, bugün başta halter ve
atletizm olmak üzere; Türk sporcuları doping belasına bulaşmaz ve milletimizin başını
eğdirmez, yüzünü kızartmazlardı! Haklarında doping kullandıkları iddiaları
bulunan ve hatta bu yüzden ceza alan bazı kişiler, federasyonlarda yönetici
olarak görev alamazlardı.
Doğrusu, dün üç bayan atletimizin doping kullandıkları
gerekçesiyle yılları kapsayan sürede uluslararası yarışmalardan men edilmeleri,
kazanmış oldukları madalya ve unvanların da geri alınması, beni ziyadesiyle
utandırmıştır. Çünkü benim, milliyetçilik anlayışım, bu tür hadiselerden
utanmamı zorunlu kılmaktadır. Sporcular hakkında bu tür kararlar verilirken,
sporumuza yön veren yöneticilerin hâlâ yerlerinde oturuyor olmaları da benim
için ayrı bir üzüntü kaynağıdır aslına bakarsanız.
Kerküklü
Gencin Verdiği Milliyetçilik Dersi Üzerine..
Yıl
1990.
Diyanet
adına görevli olarak karayolundan hacca gidiyoruz.
Benim
ilk hac yolculuğum.
Konvoyumuz,
görevlileri taşıyan dört otobüsten ve tıbbi malzeme taşıyan iki, gıda maddesi
taşıyan bir TIR'dan oluşuyor.
Güzergahımız
Habur'dan çıkıp, Irak üzerinden Suudi Arabistan'a ulaşmak şeklinde.
Geçtiğimiz
yol boyunca, özellikle de sınır kapılarında, Saddam'ın ve Kral Fahd'ın asker ve
polisleri, her türlü zorluğu çıkarıyorlar.
"Küllü
hasârât, küllü müşkülât, lazım teftîş, lazım kontrol.." deyip, otobüs ve
kamyonlarımızı didik didik arıyorlar!
Üstelik, TIR'lar Türkiye'de gümrüklenip, kapıları
mühürlenmiş vaziyette oldukları halde!
Neyse
ki; Irak tarafındaki polis ve askerler açlar; birkaç elmaya ve bir avuç zeytine
fit oluyorlar..
Onları
verdin mi "yallah" deyip gönderiyorlar bizi.
Oysa
Irak ile Arabistan arasında yer alan "Arar" isimli Suud gümrük
kapısında görevli Suud asker ve polisleri nemrut mu nemrut.
Onların
karınları tok, kuyrukları bir hayli dik.
O
sebeple, onlar zeytine, elmaya rıza gösterecek türden değiller.
Onlara
daha kıymetli şeyler vermek gerekiyor; mesela Riyal veya Dolar türünden şeyler!
O
tarihlerde üzerinde bol sıfır bulunan bizim paramız geçmiyor bile gümrük
kapılarında!
Bu
sebeple olacak; Arar'da, gümrük sahasında ve açık arazi de birkaç gün
bekletildiğimizi hatırlıyorum!
...
Habur
Gümrük Kapısı'ndan Irak tarafına geçtikten ve Zaho'da epeyce bir bekletildikten
sonra güç bela ertesi gün bir kuşluk vakti Bağdat'a varıyoruz.
İmam-ı
Azam Ebu Hanife'nin kabrinin ve Azamiye Camii'nin de bulunduğu meydanda mola
veriyoruz.
Bağdat'ın
kadınları ve çocukları hemen etrafımızı sarıyorlar.
Yiyecek
ve içecek istiyorlar bizden.
1980-88
arasında devam eden İran-Irak savaşı biteli iki yıl olmuş, bu sebeple Irak
halkı çok fena durumda.
Aç ve
sefiller!
Biz üç
arkadaş şöyle demli bir çay eşliğinde kahvaltı yapmaya karar veriyoruz.
Ankara'dan
çıkalı günler olmuş, hiç kahvaltı yapmamışız!
Bu
özlemle aranırken derme çatma küçük bir lokantamsı yer buluyoruz bir cadde
kenarında.
Hemen
içeri dalıyoruz.
İçeri
tenha.
Bütün
işyerlerinde olduğu gibi bu küçük lokantanın duvarında da Saddam Hüseyin'in o
siyah bereli, gergin suratlı, pos bıyıklı, gösterişli üniformalı portresi
asılı.
Dipteki
masalardan birinde oturan genç bir adam, önündeki tabaktan eliyle dilimlenmiş
domatesleri yemeye çalışıyor!
İçimizden
"Arap işte, ne olacak, pis herif!" diye geçiriyoruz ama gelmişken
mecburen oturuyoruz masalardan birisine.
Sıra
geliyor kahvaltılık malzemeleri istemeye de, nasıl kıvırıp, kotaracağız bu işi?
Bizde
yabancı dil ne gezer!
Sözde
üçümüz de İmam Hatipliyiz ama bizde Arapça hepten nanay.
Birimiz
mülkiyeli, ikimiz idari bilimler mezunu ama bizde İngilizce tümden şinanay!
Yeri
gelmişken söyleyelim; İmam-Hatip mezunlarının Arapça bildiği ve İmam-Hatip
okullarında Arapça öğretildiği külliyen yalandır!
İmam-Hatip
okullarında öğretilen Arapça ile Araplarla anlaşmak mümkün değildir.
Bu
sebeple liselere Arapça dersi konulmasının gereksizliğini söylemeye sanırım
lüzum yok!
Neyse
uzatmayalım;
Çay ve
şekeri istemeyi başarıyoruz.
Çünkü
Araplar da çay (şay) ve şeker (şakâr) diyorlar.
Sıra
geldi ekmek, peynir, zeytin, domates ve yumurta istemeye!
Lokantacı
biz Türklerin ekmeksiz yemek yemediğimizi ve kahvaltı etmediğimizi biliyor
olmalıydı ki; bizi "Hubs" diyerek ekmek istemekten kurtardı ve çayla
ekmeği hemen getirdi.
Arkasından
"cubne" veya "cubin" gibi bir kelime telaffuz ederek peynir
işini de hallediyoruz.
Zeytin,
zaten Arapça!
Sıra
geldi yumurta istemeye.
Anlatana,
daha doğrusu anlatamayana kadar akla karayı seçiyoruz!
Arkadaşlardan
birisi tavuk gibi kanat bile çırptı, yumurtayı anlatabilmek için!
Önce
tavuk gibi kanat çırptı, arkasından da elini lokantacıya doğru uzatıp
parmaklarını birbirine sürterek "yumurta yumurta, kaynamış kaynamış"
diye ikiliyor.
Sözüm
ona haşlanmış yumurta istiyor bizimki!
Ancak
Arap usta, arkadaşın hareketlerine sadece kahkaha atarak gülmekle yetiniyor.
Mal
adam, taş kafanın birisi; arkadaşımızın süper Arapçasını hiç anlamıyor bile!
Sonunda
ben galiba hatırımda kaldığı kadarıyla "egg" gibi bir laf ediyorum.
Ancak
lokantacı, her nedense benim bu süper İngilizcemi de anlamıyor!
Tam o
sırada önündeki yiyecekleri eliyle yediği için deminden beri tiksinerek
baktığımız genç yerinden kalkıyor ve bize doğru gelerek;
-"Men
size yardım edebilirem. Men sizi anlamişem. Men Türkem. Men Çerküşlüyem..."
diyor.
Şaşırıyoruz!
Adam
bal gibi Türkçe konuşuyor işte!
"Kerkük"
kelimesini "Çerküş" veya "Gercüş" gibi telaffuz ettiğinden,
bir an için delikanlının "Gercüşlü", yani o yıllarda Mardin'e bağlı
olan Gercüş ilçesinden olabileceğini düşünüyoruz nedense!
O
senelerde Gercüş ve Dargeçit gibi yerlerde PKK'lıların sık sık askerlerimizi
şehit ettiklerini düşünüyor, bu delikanlının da bir PKK militanı olabileceğini
bile konuşuyoruz gözlerimizle!
Neyse
sonradan bir şekilde Kerküklü olduğunu anlıyoruz ve delikanlının yardımıyla
yumurtalarımız ve domateslerimiz de geliyor sofraya.
Ona da
çay söyleyip başlıyoruz Kerküklü gençle ordan burdan konuşmaya.
Bir ara
duvardaki Saddam portresini kaş, göz işaretiyle göstererek;
-"Seviyor
musun onu?" diye soruyoruz.
Gencin cevabı,
-"Hayır
onu sevmirem, men Cenan Evren'i sevirem!" oluyor.
Bu
sözlerinden anlıyoruz ki; Türkmen Delikanlı, Saddam'dan öyle nefret ediyordu
ki; bu nefretini, bizim darbeci Kenan Evren'i sevecek kadar ileriye taşıyor.
Elbette,
onun sevgisi Türkiye'ye ve Türk Milleti'ne.
Ancak, yaklaşık
9 yıl süreyle Türkiye'yi yönetmiş olan Kenan Evren'in ismini daha çok duyduğundan,
Kenan Evren'in şahsında Türkiye'ye yönelik bir sevgi olduğu gözlerinden belli
oluyor gencin.
Çünkü
bize, sanki yıllarca sonra kavuştuğu yakın akrabalarına bakar gibi, sevgi ve
muhabbetle bakıyor.
Gence,
-"Türkiye'de
hangi takımı tutuyorsun?" diye sorduğumuzda, hiç düşünmeden,
-"Galatasaray"
cevabını veriyor!
-"Neden
Galatasaray?" sorumuza verdiği cevap ise çok daha enteresan oluyor gencin:
-"Çünkü
Galatasaray Nemse takımını yenerek bizi sevindirmiştir. Onun için Galatasaray'ı
tutirem!"
...
Bilindiği
gibi, Osmanlı döneminde Avusturya "Nemçe" veya "Nemçelü"
olarak adlandırılıyordu ve Kerküklü Türkmen delikanlısı, bu kelimeyi
"Nemse" olarak telaffuz ediyordu.
Galiba tarihlerde
veya daha önceki tarihlerin birinde Galatasaray, Avrupa kupası maçlarında
Avusturya'nın "Avusturya Wien" veya "Rapid Wien"
takımlarından birini elemişti ve Türkmen genci, bu galibiyetin sevincinden
kendisine hisse çıkarıyordu.
Doğrusu
ya, aynı zamanda üç GS'li arkadaş olarak gözlerimiz yaşarmıştı Türkmen
delikanlısının bu cevabı karşısında.
Demek
ki; Türk Milliyetçiliği böyle bir şeydi!
Dünyanın neresinde olursa olsun,
Türk'ün sevincine ve üzüntüsüne ortak olmak; kendisini bu büyük milletin bir
parçası olarak görebilmek...
1990
yılında, Bağdat'ın göbeğinde Türk Milliyetçiliğini bir kez daha hissettiren
Galatasaray futbol takımına binlerce teşekkürler olsun.
İtiraf
edeyim ki; GS'nin UEFA ve Milli Takımın da Dünya Üçüncüsü olduğu yılları takip
eden 2002 yılında hacca gittiğimde, Mekke sokaklarında, üzerlerinde Hasan Şaş
ve diğer bazı GS'li futbolcuların çizgili formalarını taşıyan 8-10 yaşlarında
Arap çocukları da gördüm ben.
Çünkü
bize Dünya üçüncülüğünü getiren milli takımın omurgası da GS'ye UEFA kupasını
kazandıran futbolculardan oluşuyordu!
"Galatasaray
bir milli markadır. Kendi süfli emelleri için, içeriden veya dışarıdan bu milli markayı yıpratmaya
hiç kimsenin hakkı yoktur..."
dememiz de zaten bu sebepledir.
...
Bağdat
Üniversitesinde coğrafya okuduğunu söyleyen o Kerküklü genç, şimdi nerededir,
ne yapar bilinmez.
Kim
bilir belki de bir yerlerde şehit edilmiştir!
Zira
Türklük sevgisiyle dolu olan insanların yaşaması bir hayli zordur bu ülkede ve
dünyada.
Bunu
yakından ve yaşayarak biliyoruz biz.
Eğer
yaşıyorsa ve eğer Kerkük'te ise, şu anda muhtemelen tıpkı benim gibi onun da
içi kan ağlıyordur!
Çünkü
ta Sultan Alparslan'dan ve Atabeyler döneminden beri yaklaşık bin yıldır
Türk/Türkmen şehri olan Kerkük, bugün Barzani yönetimindeki Kürtlerin
işgalindedir ve Kerkük'ün kalasında Peşmerge çaputları dalgalanmaktadır.
Biz, Musul'u ve Kerkük'ü, 10 Kasım 1938'de zaten
kaybetmiştik efendiler...Ömer Sağlam
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.