Katar Krizi Bağlamında Türkiye'nin Arap Politikası [Ömer Sağlam]
2003 yılında yayınlama imkanı bulduğum "Çöldeki Osmanlı" isimli
kitabım hakkında fazla yorum yapana rastlamadım. Sadece yandaş yazarlardan
birisinin, "380 Sayfa Arap
Düşmanlığı" başlıklı bir tenkit yazısını okumuştum "Gerçek Hayat" isimli
haftalık yayında.
Genç yazar beni tarih bilmemekle, körü
körüne Arap düşmanlığı yapmakla ve Suriye ile nasıl can ciğer kuzu sarması
olduğumuzu bile göremeyecek kadar gündemden uzak kalmakla, ümmetin birliğini
istememekle itham ediyordu yazısında. Suriye, Mısır, Irak, Libya vs. ülkelerle
olan ilişkilerimizin bugün geldiği noktadan sonra bu genç adam hâlâ aynı
görüşte midir bilmem. Ancak zamanın beni haklı çıkardığını sanırım o da kabul
edecektir.
ABD'nin güdümündeki Arap ülkelerinin,
küçücük bir körfez ülkesi olan Katar'a karşı yaptırımlara kalkışması üzerine,
hükümetimizin Katar'a destek olacağını ve asker göndereceğini açıklaması
üzerine epeyce bir görüş alışverişinde bulunduk sosyal medya arkadaşlarımızla.
Bize göre; eğer bu gerçekleşirse, yani
hükümet, Lübnan ve Suriye'den sonra Katar'a da asker gönderirse, bu demektir
ki; Mehmetçik bundan tam bir asır önce arkasında acıklı hikayeler bırakarak
çekildiği Arap çölüne tekrar dönüyor/döndürülüyor!
Medyada, Türkiye'nin, Katar'ın
Türkiye'de yapmış olduğu yatırımların karşılığında bu ülkeye asker
göndereceğine ilişkin yorumlar ve yazılar var. Eğer böyle ise ünlü spekülatör
George Soros'un tespiti doğrulanmış olacaktır. Çünkü bu herif, bizim için "sizin en iyi ihraç malınız
askerinizdir" demiştir bir zamanlar. Evet, eğer ülkemizin çıkarları
söz konusu ise, Katar'a da, başka ülkelere de asker gönderebiliriz. Ancak bunu,
başka ülkeler istedikleri için değil, kendimiz istediğimiz için ve kendi
ülkemizin milletlerarası çıkarları için yapmalıyız. Peki, bizim Katar'a asker
göndermemizde bir çıkarımız var mıdır? Doğrusu ben bilmiyorum. Peki, Katar'ın
kaymağını bize yedirirler mi? Hiç ihtimal vermiyorum! En başta halkı Arap olan
Katar buna yanaşmaz. Çünkü Arap, sırtına binmediği deveye ot bile vermez! Katar
buna razı olsa bile emperyalist güçler buna izin vermez ki; vermeyecekleri de
zaten belli olmuş durumdadır.
Anlıyoruz ki; Trump'ın bütün derdi
Katar'a ve Suudi Arabistan'a silah satmakmış. İlk ziyaretini Suudi Arabistan'a
yapan ve Amerikan silah lobisinin adamı olan Başkan D.Trump, Suudi Kralı'na 110
milyar dolarlık silah sattıktan sonra aynı şeyi körfezdeki küçük emirliklere de
yapmak istedi. Katar razı gelmeyince, hemen bir gözdağı, arkasından Katar'a 12
milyar dolar karşılığında 36 adet F-15 savaş uçağı sattı, ortalık süt liman
oldu. ABD şu anda katar açıklarına iki adet savaş gemisi gönderiyor; Katar ile
birlikte ortak tatbikat yapacaklarmış! Demek ki; Katar mecburen yanaştı ABD'ye
ve Suudi Arabistan liderliğindeki Katar karşıtı Arap koalisyonuna. Şu halde
ABD'nin son bir ayda körfez ülkelerine satmış olduğu 122 milyar dolarlık
silahın hedefinde kim var? Olsa olsa İran vardır değil mi? İran Dışişleri
Bakanı Cevat Zarif'in apar topar Ankara'ya gelmesinin altında yatan sebep de bu
mudur acaba? Bilmiyoruz. Onu bilse bilse büyüklerimiz bilir; biz nereden
bilelim...
O değil de Türkiye'nin, bölgede iki
müttefiki vardı. Bunlardan birisi Suudi Arabistan, birisi de Katar. Suudi
Arabistan, Katar'a karşı ABD'nin yanında, Türkiye ise Katar'ın yanında yer
aldıklarına göre, Türkiye Suudi Arabistan'la da mı ters düştü yoksa? Mısır da
Suudi Arabistan ile birlikte hareket ettiğine göre; Suudi Kralı, Mısır'ın
darbeci lideri El-Sisi'yi, bizimkilere tercih mi etmiş oluyor şimdi? E Katar
ile ABD 12 milyar dolarlık silah anlaşması yaptıklarına ve ortak tatbikat yapma
kararı aldıklarına göre; Türkiye şimdi büsbütün yalnız mı kalmış oldu? Meşhur "Onurlu yalnızlık" politikası
yine mi devrede? Peki, böyle bir ortamda biz Katar'a nasıl asker göndereceğiz
ve orada nasıl askeri üs kuracağız? Üstelik ABD'nin en büyük askeri üslerinden
birisi bu ülkede iken? Yarın öbürgün ikinci bir çuval hadisesi de Katar'da
yaşanırsa ne olacak; bunları hiç hesap ediyor muyuz biz?
Zeytindağı'ndan Karaçok Dağına Savrulan
Mehmetçik!
Yukarıda dedik ki; "Türk askerinin, Suriye'den sonra Katar'a da gönderilmesi demek,
Mehmetçiğin bundan tam bir asır önce arkasında acı ve acıklı hatıralar
bırakarak geldiği Arap çölüne tekrar dönmesi demektir."
Falih Rıfkı Atay, bu durumu şöyle dile
getirir Zeytindağı isimli ünlü eserinde:
"Yarın, öbür gün, Arap çeteleri ile sarılacaksınız, Peygamberin
torunları, Ravza’nın yeşil kubbesine kurşun atacaklar. İstanbul elden
gidiyormuş gibi telâşlanarak, size Anadolu’nun bağrından Türk yavruları
göndereceğiz. Siz, Peygamber torunlarının ateş ve açlık çemberi içinde, bir
hurma kurusu bulamayıp deriniz iskeletinize yapışmış ölürken, Anadolu çocukları
iskorpitten(*) çürüyüp düşen ağızlarının yaraları içinde kavrulmuş çekirge
çiğnemeye çalışarak(**), Fatma’nın, Ebubekir’in, Ömer’in ve Muhammed’in
sandukalarını savunacaklar. Ta, Şam’a kadar üç gün üç gece süren demiryolunun
iki tarafını Anadolu Türkleriyle kuşatacağız. Arap kesesine Anadolu altını ve
Arap kursağına Anadolu’nun rızkını akıtacağız. Şaka değil, İslâm emperyalizmi yapıyoruz.
Arap cenbiyeleriyle(***) bağırsakları deşilerek, etleri çöl güneşinden
kavrulmuş olanlar!..."(1)
Hiç kimse kusura bakmasın ve "Hz. Peygamber de Arap'tır"
safsatasıyla(2), Arapları aklamaya,
paklamaya çalışmasın; okuduğum onca eserden ve yaptığım onca araştırmadan sonra
şu kanaate vardım ki; riyakârlık, ikiyüzlülük ve menfaatperestlik Arapların
karakterlerinde vardır. Bu sebeple sakın Araba arkanızı dönmeyin; hançerlenirsiniz!
Çünkü Arap'ın en çok sevdiği iki şey vardır; para ve güç! Bunlar kimde ise Arap
onun yanında yer alır. Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz altını Osmanlı altınına
galebe çaldığı için Araplar İngilizlerin yanında yer almış ve Osmanlıyı arkadan
vurmuştur.
Daha iki gün öncesine kadar, Katar'ı
vurma tehdidi savuran ABD'nin, müttefikimiz olan Katar ile 12 milyar dolarlık silah anlaşması yapıp, Doha'ya
iki savaş gemisi gönderiyor olması ve Katar ile ortak tatbikat yapacaklarını
açıklamış olması, benim Arapların karakterleri ve seciyeleri hakkındaki kanaatimi
daha da pekiştirmiş bulunmaktadır. Özetle; bu adamlara asla güvenilmez, asla
ittifak kurulmaz, asla birlikte yola çıkılmaz. Çünkü satarlar! Çünkü Arapların
en iyi bildikleri şey alıp satmaktır, yani ticaret. Cahiliye döneminden beri
bu, böyledir. Araplarla yiyin için, alıp satın, ancak asla dostluk kurmayın;
yürütemezsiniz.
Falih Rıfkı Atay Anlatıyor
Bugün ısrarla ittifak kurmaya çalıştığımız ve ölen kralları
için ulusal yas ilan ederek bayrağımızı yarıya indirdiğimiz Suudiler başta
olmak üzere, bölgedeki Arapların karakterlerini ve bize karşı bakış açılarını
isterseniz bir de Birinci Cihan Harbi yıllarında Şam'da konuşlu 4. Osmanlı
Ordusu'nda yedek subay olarak askerlik yapmakla ve Ordu Kumandanı Cemal
Paşa'nın karargahında bulunmakla, uzunca bir süre onların içinde yaşayan ve
kendilerini yakından gözlemleyen Falih Rıfkı Atay'dan dinleyelim:
"Arabistan ve Irak çöllerinde yarı
bağımsız şeyhlikler ve emirlikler olduğunu bilirsiniz. Bunlar, oturulan
toprakla deniz arasındaki boşlukta hüküm süren devlet taslaklarıdır. Şeyh ve
emirlere denizden İngiliz altını ve karadan Osmanlı altını gider. Gelir
kaynaklarından biri de, gazve denilen dinleştirilmiş baskın ve yağmalardır.
Suriye ve Hicaz tabloları arasında bu çadır devletlerden birinin hikâyesini
anlatmalıyım:
Bu, bir emirliktir. Emirin ismi
Suud’dur. Yukarı Necd’de oturur. Payitahtı Hail’dir. Sultan Hamid zamanından
beri İstanbul’da Reşit Paşa isminde bir elçisi bile vardı. Büyük Harp başladığı
zaman, hemen hemen yüz yıldan beri bağımsız idiler. İçlerinde 20 yıl, 24 yıl,
27 yıl hüküm sürmüş Emirler sayılabilir. Emirin siyasi vazifesi, İbnussuud’u
gücendirmemek, Hicaz şeriflerinden hediye almak, Osmanlı hazinesinden altın
çekmektir. Hail, beş, altı bin kişilik bir kasabadır. Etraftaki hurmalıklarda
oturan taşralı halkın yekûnu da dört, beş bin kişiyi bulur. Emirliğin hazar
kuvveti on yedi yaşından elli yaşına kadar kadınlı, erkekli bin kişidir.
İçlerinden altı yüz kadarının eli silâh tutar, ötekiler kahvecilik, seyislik
gibi hizmetlere bakarlar.
Sefer kuvveti her zaman değişir:
Bedeviler, Hail’e yakın ve toplu mudurlar, yoksa uzakta mıdırlar? Düşman
kabileleri yakında mı, uzakta mıdır? Emirin gazvesi menfaatlerine uygun mudur,
değil midir? Eğer kuzey ve orta Necd’de gazve yapılacaksa, Emir üç bin kadar
silâh bulabilir. Eğer Taif ve Mekke gibi aykırı ve yabancı yerlere gidilecekse,
bedevilerin birçoğunu yerlerinden kımıldatmak imkânsızdır. Bedevi, gerideki
yurdunu on beş günden fazla boş bırakmak istemez. Baskın, vurgun, yağma, hepsi
kısa bir zamanda bitmeli, herkes payını alıp çadırcığına çekilmelidir.(3)
Emirin bayrağı altında toplananlar şunu
da soruştururlar: Birtakım aşiretler vardır ki, Haillileri gördükleri zaman
kaçarlar, mallarını bırakırlar. O zaman gazve deve, koyun ve çadır toplayıp
sürmekten ibaret kolay bir iştir. Eğer hedef sert bir kabile ise bayrağın
etrafında kalabalık az olur. Hail’de halk üç sınıftır: Asiller, melezler,
köleler! Asil olanlar dışarıya kız verip almazlar, bunlar için sanat sahibi
olmak ayıptır. Melezler, ak kadınlarla kölelerden çıkmış olanlardır.
Kalaycılık, kasaplık, terlikçilik gibi sanatlar melezlerin elindedir. Köleler alınıp
satılan zencilerdir.
Hükümet, kadı dedikleri bir şeyhten
ibarettir. Nikâh, miras, katil, hırsızlık gibi, vakalar ona verilecek
rüşvetlerle hallolunur. Aşiretlerin
bulunduğu çöllerin içine henüz paradan büyük Allah girmemişti! Para uğruna
yapılan her şey, Allah uğruna yapılmış gibidir.
Emir, genç ve iyi bir adamdı. Fakat bir
yandan büyük anası Fatma’nın, öte yandan Reşit Paşanın telkini altında idi.
Fatma, Necid Katerinası diye şöhret bulmuştur. Sevmediği bir adamı parça parça
kestirerek köpeklere yediren kadındır.
Hicaz isyanı oluncaya kadar biz bu Emire ve adamlarına uslu dursunlar diye
para veriyorduk. İsyan olduktan sonra Hicaz tahtına gelsinler, hattı tutsunlar
ve Şerif kuvvetlerini sıksınlar diye altın yolladık. Bütün altınlarımızı birkaç
kişi aralarında paylaşıp aylar ayı yola çıkmadılar. Emir partisinin hem
İngilizler, hem şerifler, hem de Osmanlılarla hoş geçinmekten, sonunda kim
kazanırsa onun hissesinden mahrum kalmamaktan başka tasaları yoktu. Kervan
kervan silâhlarımızın ve altınlarımızın çölden getirdiği ses, duadan, vaatten
ve mazeretten ibaretti.
Emir ve adamları bir defa Medayin’e uğrar gibi oldular. Yemeklerimizi yiyip
yeni altınlarımızı aldıktan sonra, yine dağıldılar. Önümüzdeki vesikalardan
yalnız birinde Emirin şahsına verilmiş yedi bin altının kaydını görüyorum. Reşit Paşanın Emire
yazdığı bir mektubun şu satırlarını okuyorum: 'Hükümet bana yeniden para verdi. Fakat bu sefer sizi mutlak hareket
ettirmekliğimi istiyor. Ben oraya gelmeden, siz kendinize zekât vermediğini
ileri sürerek bir kabilenin üstüne yürüyünüz. Ben sizi seferde bulmuş olayım.
Eğer hükümet bana dediği gibi Mekke üzerine gidip de şehre girecek olursa, biz
de hemen arkasından yetişiriz. Eğer hareket etmezse, ne yapalım, henüz
seferdeyiz, derim. '(4)
Biz Emire top da yollamıştık. Kumandanı
İkinci Mülâzım Osman Bey’di. Aşiret, Medayin’e doğru yürüyüş gösterdiği zaman,
bir vâdide ateşe uğradı: Bizimkiler 1000, karşı taraf 30 kişi kaldılardı. Daha
birkaç kişi yaralanınca, hepsi kaçmaya başladılar. Osman Bey’e de:
-Topunu bırak, gel! diyorlardı.
-O benim namusumdur, bırakamam. Ne diye
kaçıyorsunuz? diyordu.
Boş yere bağırdı, çağırdı. Karşı taraf
üstüne üşüşüp kurşun ve cenbiye (belin yan tarafına asılan ağzı eğri bir tür
Arap bıçağı veya kaması) ile Türk çocuğunu parçaladılar. Silâhlar, toplar,
altınlar, develer ve erzak, hepsini, hepsini verdik. Ve bütün bu seferden bize
yine ve yalnız Türk çocuğunun isimsiz, nişansız, mezarından başka bir şey kalmadı.
Türk topuna sarılmış olarak parçalanan Osman, 333 senesi Haziran’ının üçüncü
günü ölüp gitmiştir."(5)
İşte size Arapların karakteristik
özellikleri. Biz işte bugün bu insanların torunlarıyla ittifak ve birlik
arayışındayız. Şu bir gerçektir ki; Arapların ne geleneklerinde, ne de
karakterlerinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Değişen şey sadece, devenin yerini
Jumbojet türü yolcu uçaklarının, kılıç ve hançerin yerini milyon dolarlık F-15
ve F-16'ların, çadırların yerini ise dünyanın en yüksek gökdelenlerinin ve lüks
otellerin almış olmasıdır. Kafa aynı kafa, zihniyet aynı zihniyet, ahlak yine
aynı ahlaktır. Din mi? Orasını ne siz sorun, ne ben söyleyeyim! Arapların dini
nasıl algıladıkları, uluslararası terör örgütlerinin eylemlerinden de
anlaşılmıyor mu? El-Kaide, DAEŞ, El-Şabab, Boko Haram, İhvan, Hizbullah gibi
hareketler, hatta Taliban hareketi bile Arapların din yorumlarından beslenen
hareketlerdir. Bırakın Osmanlı döneminde yaşananları, Araplara bulaşmanın,
onlara yaklaşmanın başımıza neler getirdiğini, son birkaç yıldır yaşananlardan
da mı anlayamıyoruz biz? 3 küsur milyon Suriyeli için son birkaç yılda yaptığımız
masraf 25-30 milyar doları aşmış, ülkemiz adeta Suriyelilerin istilasına
uğramış durumda. Bunun İslam kardeşliği ile uzaktan yakından alakası yoktur;
bunlar tamamıyla yanlış dış politikaların ürünüdür efendiler...
Ömer Sağlam
__________
* İskorpit: C vitamini eksikliğinden ileri gelen ve dermansızlık, zayıflık
ve diş etlerinin iltihabı gibi belirtilerle kendini gösteren hastalık.
** Medine Müdafii Ömer Türkkan Paşa, gıda ve iaşe yetersizliği sebebiyle,
askere çekirge toplatarak onları kızartmak ve salata yapmak suretiyle
Mehmetçiğe yedirmiştir. Bu sebeple Mehmetçiğin ağzında İskorpit denilen yaralar
açılmıştır!
*** Cenbiye: Bir tür eğri Arap bıçağı, hançer. Urban denilen başı bozuk
bedevi Araplar, çöllerle yakaladıkları Mehmetçiklere saldırmış ve cenbiyeleriyle
onların karınlarını deşmekten geri durmamışlardır.
Irak'ta dinlediğim bir hikayeye göre;
bedeviler, Osmanlı askerlerinin midelerinde altın sakladıklarını düşünerek bile
onları öldürmekten geri durmamışlardır.
1- Bkz. Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı,
MEB Yayını, Ankara, 2001, s.112.
2- Hz. Peygamber'in aslen Arap olmadığı
ve onun mensubu bulunduğu Kureyş Kabilesinin, kuzeyden, yani Mezopotomya
taraflarından gelerek Mekke'ye yerleştikleri ve sonradan Araplaştıkları bugün
Arap müellifleri tarafından da kabul edilen bilimsel bir gerçektir. Arapların
asıl ataları olan Kâhtaniler ise güneyden, yani Yemen taraflarından gelerek
Hicaz ve Necid bölgelerine yerleşmişlerdir.
3- Falih Rıfkı Atay’ın Araplar hakkındaki
bu kanaati, Kur’an’ın tarifiyle de birebir örtüşmektedir. Bkz. Ahzâb Sûresi
33/20.
4- F.R.Atay'ın kitabından, Reşit
Paşa'nın kim olduğu pek anlaşılmıyor. Bu isim, muhtemelen o dönemde Hail
bölgesinde egemen olan ve Osmanlı hükümeti ile iyi ilişkiler içinde bulunan İbn
Reşid olmalıdır. Zira böyle hainane ve ikiyüzlü bir mektup, ancak bir Araba
yakışır. Bilmeyenler için söyleyelim; Birinci Cihan Harbi yıllarında Arap
yarımadasının batısındaki Hicaz Bölgesi'nde Mekke Emiri sıfatıyla Şerif Hüseyin
ve oğulları, Orta bölgesindeki Necid'te şimdiki Suudilerin atası olan İbn-i
Suud, Orta Kuzey Bölgesi olan Hail'de İbn-i Reşid, Güney Batısı'nda Yemen
sınırına doğru olan Asir Bölgesi'nde Seyid İdris ve Yemen'de de İmam Yahya
egemendir. İbn-i Reşid ve İmam Yahya, uzunca bir zaman hilafet merkezi olan
İstanbul'a bağlı kalmışlardır. İbn-i Suud sözüm ona tarafsız kalmış, Şerif
Hüseyin ve Seyid İdris ise Osmanlı'ya karşı, İngilizlerle işbirliği yaparak ayaklanmışlardır.
Ancak görülüyor ki; İbn-i Reşit ve İbn-i Suud da ikili oynamaktadırlar.
5-Falih Rıfkı Atay,
age, s. 99-102.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.