*****
Cumhuriyetin önemi ve büyüklüğü, ona hangi güçlükle, hangi zorlukla ulaşıldığı ile yakından alakalıdır. Zira Mustafa Kemal Paşa, bu konuda neredeyse yapayalnızdır. Milli Mücadele'nin önder kadrosu içinde yer alan belli başlı isimler bile cumhuriyete karşıdırlar. Kimisi hem saltanata ve hilafete, kimisi ise hilafete sonuna kadar bağlıdırlar. Mustafa Kemal Paşa, işte bütün bu zorlukları aşarak Cumhuriyeti kurmuş, arkasından da en yakın arkadaşlarını bile şaşkına çeviren inkılapları hayata geçirmiş bir liderdir. Mustafa Kemal'in büyüklüğü ve dehası da zaten buradadır. O sadece dış düşmanları değil, yerli güç odaklarını da yenmiştir. En yakın arkadaşlarının yanından bir bir ayrılıp kendisini adeta yalnızlığa terk etmelerin en önemli sebebi de zaten budur. Yani, "Kula kulluk rejimi" olan saltanatı ve ulus bilincini ortadan kaldıran hilafeti kaldırıp, yerine insanlara eşit vatandaşlık statüsü getiren Cumhuriyet rejimini ikame etmesi!
Dedik
ki; Mustafa Kemal Paşa'nın en yakın silah arkadaşları bile Cumhuriyete karşıydılar.
Bazıları üstü örtülü olarak, bazıları ise açıktan saltanat ve hilafet yanlısı
olduklarını hissettiriyorlardı.
Refet
Paşa (Bele) gibi Milli Mücadele'nin önemli simalarından birisinin, İstanbul'da
Halife Abdülmecit ile samimi ilişkiler kurması ve Konya'dan getirdiği bir atı
Halife'ye hediye ederken abartılı bir şekilde halifeye bağlılığını
bildirmesi(1) Milli Mücadele'nin diğer önemli ismi Hüseyin Rauf Bey'in(Orbay),
CHP Grubunda İsmet Paşa ile yaptıkları bir tartışma sırasında; cumhuriyetin
ilanının aceleye getirildiğini bu konuda kendi görüşlerinin alınmadığını
belirtip(2) "Kemiğimi kırsalar hanedanın ekmeği vardır. Ben Türk milletine değil,
Osmanlı hanedanına minnet ve şükran borcu taşırım. Müslümanlığın emri
budur."(3) gibi laflar
etmesi, hatta Birinci Ordu Komutanlığı'na atandığı için Erzurum'dan ayrılıp
İstanbul'a gitmek için Trabzon'a gelen Kâzım Karabekir Paşa'nın, Cumhuriyet'in
ilanını, Trabzon Mevkii Komutanı (3.Tümen Komutanı) Kâzım Paşa'nın (Orbay),
Ankara'dan aldığı emir üzerine, Cumhuriyetin ilanını kutlamak üzere attırmış
olduğu top sesleri üzerine öğrendiğini ima ile "...Biz bunu konuşmamıştık!"
şeklinde görüş bildirmek suretiyle sanki Cumhuriyete karşıymış gibi duruş
sergilemesi(4) hilafetin giderek tekrar padişahlığa dönüşeceği konusunda
şüpheler uyandırmıştır.
Falih Rıfkı Atay, "Sonradan
terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kuran paşalar ve şahsiyetler, gizli
muhalefetlerine daha açık bir hal vermişlerdi. Her zaman bizden kalmış bir
dostumdan 21 Ekim'de aldığım bir mektupta İstanbul'un o sıradaki havası kolayca
hissedilebilir: -Cumhuriyete diyecek yok. Fakat ilân tarzına bayıldık. Oyun pek
mahirane tertip edilmiş, Millet Meclisi âzasının çoğundan saklanmıştır. Doğrusu
hâkimiyet-i milliye prensibinin cari olduğunu her vesile ile tekrar ettiğimiz
bir devirde devlet şeklinin tespit edilmesi gibi bir meselenin böyle
yapılıvermesi kolaylıkla hazmedilebilecek bir şey değildir.-"
Trabzon mevki komutanı Kâzım Paşa
(Orbay) o gece top atarak Cumhuriyet ilânını kutlamak emrini almış ve yerine
getirmişti. Trabzon'da bulunan Kâzım Karabekir:
'-Nedir bu toplar?' diye sordu.
Kâzım Paşa, Cumhuriyet ilan edildiği için cevabını verince:
'-Neden bana sormadınız?' dedi.
'-Sormasaydım top atmamaklığımı mı
emredecektiniz?'
'-Hayır ama...Biz bunu
konuşmamıştık' dedi."(5)
Turgut
Özakman, Cumhuriyet'in Büyük Millet Meclisi'nin kararına, yani yasaya
dayandığından hareketle, kitabında, Kâzım Karabekir Paşa'nın "...Biz bunu konuşmamıştık."
sözünden sonra, 3. Tümen Komutanı Kâzım
Orbay Paşa'nın, kendisine "Kararı veren TBMM efendim"
dedikten sonra K.Karabekir Paşa'nın sustuğunu belirtmektedir.(6)
H.C.Armstrong
Hüseyin Rauf Bey'in (Orbay) saltanat ve hilafet konusundaki tavrını şu şekilde
aktarmaktadır: "-Babam ve ben-
dedi Rauf, -Padişahın ekmeğini yedik. Şu
anda Padişah tahtında oturan vatan haininden, Vahdettin'den söz etmiyorum
elbette. O gitmelidir ve yerini yeni Padişah almalıdır. Fakat benim gibi her
gerçek Türk, Halife Padişah'a bağlıdır. Biz hükümdara arka çıkmalıyız...-"(7)
Rauf
Orbay, Armstrong'un, kendisinin Vahdettin'le ilgili kanaati hakkındaki
ifadelerini doğrular nitelikte bilgiler vermektedir anılarında. Rauf Bey,
Bahriye Nazırı sıfatıyla Vahdettin'le bir Cuma selamlığında Dolmabahçe
Camii'nin mahfelinde Baş Mabeynci Lütfi Bey (Lütfi Simavi) vasıtasıyla 3. kere
olmak üzere yapmış olduğu görüşmede, ülkenin içinde bulunduğu durumu, Damat
Ferit Paşa hükümetinin vaziyetini ve alınması lazım gelen tedbirleri ayrıntılı
olarak anlattıktan sonra(8) Vahdettin kendisine şu cevabı verir: "Ferit Paşa'yı hemşiremin iyi bir zevci
olarak severim. Fikirlerine taraftar değilim. Hususiyle siyasi düşüncelerinin
aleyhindeyim. Bu yüzden aramızda şiddetli ayrılık vardı. Bunu Lütfi Simavi Bey
de bilir."
Rauf
Orbay devamla şöyle diyor: "O ana
kadar muhafaza ettiği sükûnetini bozup ayağa kalkarak, muhaverenin (görüşmenin)
bittiğini anlatmak istedi. Ve tam ayrılacağımız sırada, itidalini daha da
kaybederek, mutlaka söylemek istediği bir şeyi dilinde döndürdüğünü belirten
bir hırçınlıkla, gözlerimin içine dik dik bakarak: 'Beyefendi', dedi, 'ortada bir millet var, koyun sürüsü!
İdaresi için bir çoban lâzım. O da benim!'" Rauf Bey devamla şunları
söylüyor: "Maksadı buymuş anlaşıldı.
Donmuş kalmıştım. Hiç sesimi çıkarmadım. Zoraki bir hareketle sağ elimi
kaldırarak bir selam verip, yanından çıktım. Lütfi Simavi Bey de arkamdan
geliyordu. Biraz ilerledikten sonra, koridorun bir yerinde dayanamadı, iki
elimden tutarak; 'Allah sizden razı
olsun' diye Damat Ferit Paşa'nın
gerek hanedan ve gerekse vatan için bir musibet olduğunu ve bu hususta
Padişah'a ikaz yollu söylediğim sözlerin zamanında ve yerinde söylendiğini
beyan ile teşekkür etti."(9)
Mustafa
Kemal Paşa da Rauf Bey ve diğer bazı zevatın bu konudaki tutumlarını ve
kanaatlerini şöyle aktarır Nutuk'ta:
"Rauf Bey'den saltanat ve
hilafet konusundaki kanaat ve düşüncesinin ne olduğunu sordum. Verdiği cevapta
şu açıklamalarda bulundu: 'Ben' dedi, 'saltanat ve hilâfet makamına vicdanımla
ve duygularımla bağlıyım. Çünkü benim babam, Padişahın ekmeği ve nimetiyle
yetişmiş, Osmanlı Devleti'nin ileri gelen adamları sırasına geçmiştir. Benim de
kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve olmam. Padişah'a
bağlılık borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem gereğidir. Bunlardan
başka, genel bir görüşüm de vardır. Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak
güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir
makam sağlayabilir. O da saltanat ve hilâfet makamıdır. Bu makamı ortadan
kaldırıp onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felakete ve
büyük acılara yol açar. Bu da asla doğru olmaz.' Rauf Bey'den sonra, karşımda
oturan Refet Paşa'nın görüşünü sordum. Refet Paşa'dan aldığım cevap şuydu:
'Rauf Bey'in düşünce ve görüşlerinin hepsine katılırım. Gerçekten de bizde
padişahlıktan ve halifelikten başka bir idare şekli söz konusu olamaz.' Ondan
sonra, Fuat Paşa'nın düşüncesini öğrenmek istedim. Paşa, Moskova'dan yeni
döndüğünden, durumu, halkın duygu ve düşüncelerini daha yeterince incelemeye
vakit bulamadığından söz ederek, görüşülen konu üzerinde kesin bir düşünce ve
görüş ileri süremeyeceğini bildirdi ve özür diledi."(10)
İşte
bunun için, yani Saltanat ve Hilafet yanlısı bir adam olan Hüseyin Rauf
Orbay'ın anlatımıyla; Vahidettin gibi kıytırık bir Sultanın bile yönetmiş
olduğu halkı koyun sürüsü, kendisini de çoban olarak gören rejimden kurtarıp,
bizi eşit yurttaşlar statüsüne yükselttiği için Cumhuriyete sonuna kadar
bağlıyız efendiler. Çünkü cumhuriyet adam olmaktır.
Ömer Sağlam 29.10.2019
(*)
Bu yazı "Fetvalar Savaşı-İstiklal
Savaşı'nda Din ve Faktörü ve Din Adamlarının Rolü" isimli yayınlanmış
ve "Atatürk Savunması-Gazi Bir
Önder İçin Apolocya" isimli yayınlanmamış eserimizden istifade ile
hazırlanmıştır.