KANLI ORTAKLIK - Cenaze [İlkay Tulun]



Aslında cenazeleri severim. Yok yok, öyle değil! Yani sapık düşünceleri olan ruh hastalarınınki gibi değil. Biri öldü diye koşa koşa gidip başkalarının acılarını zevkle izlemiyorum tabii ki… Öyle bir adam değilim. Sevdiğim bir yanı var demek daha doğru olur galiba, o da gün sonunda üzüntüden çok gülüşmeler olması. Uzun zamandır görülmemiş dostlarla karşılaşıp, sanki hiç kopmamışız gibi bir muhabbete dalınıp merhumla ilgili anılar anlatılması, hâliyle hepsi de eğlenceli ya da komik anılardır bunların. Zaten cenazedeyiz bir de gidip kötü günleri anacak hâlimiz yok herhâlde. 

- Hani beraber sandal yapmıştık. Bir hafta uğraşıp durduk, suya koyar koymaz batmıştı. Nasıl atlayacağımızı şaşırdık. Bi’ de Selçuk yüzme bilmiyormuş başladı mı bağırmaya...
- “Babası gördü bunu motor kullanırken, anaaa herif atladı motordan bildiğin kaçıyor Turgut Amca da durdurdu arabayı indi aşağı başladı mı peşinden kovalamaya. Araba yolun ortasında, motosiklet yerde bunlar cadde boyunca kovalamacadalar.” gibi anılar işte.

Zaten benim yaşıma gelince çevrenizdekiler yavaş yavaş eksilmeye başlıyor, hepimiz yaşını başını almış olduğu için de arkadan pek de öyle uzun uzun ağlayan olmuyor. Hüzünlü havayla başlayan gün bir şekilde keyifli muhabbetlere doğru ilerliyor. Bir şekilde gülüşmeler başlıyor.
Ama bugün değil !

Bugün gülüşme falan yok. Böyle genç bir çocuğun cenazesinde ne anlatacak keyifli bir anı var ne de eski dostlardan biriyle rastlaşmanın mutluluğu. Havadaki keder o kadar yoğun ki neredeyse sigara dumanı gibi bir sis yaratacak. Doğrudan ciğerine doğru giren, yakan cinsten.

Yirmi iki yaşında uyuşturucudan gitmek. Hem de bu kadar aklı başında bi’ çocuk için gerçekten çok üzücü. Bizim mahallenin çocuğu, daha okuldan yeni mezun olmuştu.

Gazetecilik... Staja da başlamışsın işte, ne güzel… Nerden çıktı şimdi böyle uyuşturucu falan. Tamam herkes arada kullanıyor, biz de biliyoruz, zaten her esrar kullananı içeri tıksak ohoooo memlekette adam kalmaz ama sen ne diye kullanıyorsun kimyasal!..

- Gidiyor mu? Götürüyorlar mı?
Annesinin feryadı. Oturtmuşlar bir tabureye kolunda iki de kadın. Ellerini ovalıyor ya da öyle bir şey, pek iyi göremiyorum. Tabut götürülürken kendini kaybediyor hâliyle… Çocuğu yanından ayrılıyor son kez...

Çok acı, keşke hiç gelmeseydim. Yaşlandıkça zaten iyice duygusallaşmaya başladım. Dizi izlerken birbirine sarılan baba kız gördüm mü bile duygulanıyorum artık. Hayatta katılmam define! En iyisi... 

Bir anda keder hissi yerini öfkeye bırakıyor, çünkü onu görüyorum. 
- Onun burada ne işi var ?
- Ne abi ?
- Onu diyorum şu herif. Uzun pardösülü olan. Ne arıyor burada ?
- Bilmem abi pek tanımıyorum, bizim mahalleden diye biliyorum; ama birkaç ay öncesine kadar pek görmemiştim. Yeni taşındı herhâlde?

Yeni falan taşınmamıştı. Yanımdaki Kâmil’in de onu daha önce görmemiş olması normaldi, çünkü herif uzun zamandır hapisteydi. Nerden mi biliyorum? Çünkü onu oraya ben tıktım.
KORKUT KESKİN!..

Yine kimin affıyla ne oldu da bunun gibi bir pisliği çıkardılar hiç kafam almıyor. Emekli olmadan çok uzun zaman önce bir baskında onunla karşı karşıya gelmiştik. Genelde biz ortalığa dalınca bırakırlar her şeyi, ya kaçmaya çalışırlar ya da oldukları yerde teslim olurlar. Fakat o zaman öyle olmamıştı. Bu ve yanındakiler silahlarını ateşlediler ortalık bir anda cehenneme döndü. Bu ayı da beni vurdu. Bi’ de bizim mahalleden olacak. Gün sonunda beş kişiden üçü orada vurularak öldü. Bu ve bir arkadaşı yaralı ele geçtiler.

Uzun boylu hayvan gibi iri herifin tekiydi. 1,90 vardır herhâlde. Burnu yamuk yumuktur. Eskiden boks yapmıştı galiba, emin değilim. Kürek gibi elleri vardır zaten. Vay arkadaş hiç kilo almamış hâlâ dümdüz herif. Saçları gitmiş ama bir sürü beyazı var, o aynı soğuk bıkkın bakış da suratında hâlâ.

Gözleri etrafı tarıyor ve benimkileri buluyor. Ben ona oranla bayağı değiştim tabii o kadar uzun değilim sonuçta göbeğim olması normal. Saçlar da bembeyaz oldu zaten. Gözlükte takıyorum. Kilitlendi bakıyor. 
Tanıdı.

Ben de gözlerimi ondan ayırmıyorum. Meslek hayatım boyunca hep akılcı biri olmayı seçtim. Öyle her şeye zırt pırt sinirlenen adamlardan nefret ederim. Zaten iki türlü yol vardır ya “ota boka” bağıran sert görünümlü, anca çoluk çocuğu korkutacak tiplerden olursun ya da aklını kullanıp kafayı çalıştırır, elindeki işi çözersin. Ben zaten kolay kolay sinirlenen biri değilim o yüzden ilk yolu seçmek gibi bir durumum yok. Her zaman soğukkanlı olmaya ve sakinliğimi korumaya özen göstermişimdir. Ama bu herifi görünce kendimi tutamıyorum. Aynı semtin adamı mafya fedailiği yapsın bir de kalksın beni vursun. Tam üstüne yürüyecekken duruyorum. Burası cenaze sakin ol. Yok olamam. Bir daha hareket ediyorum. O ise hala put gibi duruyor. Ben de duruyorum tekrar. Mehter takımı gibi iki ileri bir geri. Tikli deliler gibi gözüküyorum herhâlde ama yapacak bir şey yok, kendime hâkim oluyorum, cami avlusunda adama saldırıp milletin acılı gününde ortalığı karıştırmaya lüzum yok. Ama görür o! Emekli olduysak da o kadar değil, hâlâ bir nüfuzumuz var. Sonra sıkıştırırım köşeye ben onu. 
* * * * *
Tabii ki sıkıştıramadım. 
Çünkü vakit bulamadım, tamam nüfuzumuz var ama bizimkiler biraz fazla abarttılar durumu.
- Abi bizim çocuğa kim satmış uyuşturucu, bul da gerekeni yapalım. 

Bir hafta başımın eti itinayla yendikten sonra
- Tamam! dedim.
- Söz vermiyorum ama bir bakarım. 

Bizim mahalle böyle işte… Bu tarz şeyler cezasız kalmaz. Mahalle mi kaldı artık demeyin, çünkü bizim orada hâlâ işler aşağı yukarı aynı. Yirmi yıldır aynı bakkalın olduğu yerde büyük bir değişim bekleyemezsin. Üst üste gelen ısrarlar sonucu en azından bir bakınmak için verdiğim söz, sonunda, kendimi gecenin bir yarısında arka sokağın tekinde bulmamla sonuçlandı. Kimi neyi yakalayacaksam artık? 
* * * * *
Ayaklarım dondu resmen, zaten son zamanlarda hep üşüyor. 
Yaşlanmakla ayakların ısınmaması bir tür evlilik gibi sanırım. 

Tek sorun da soğuk olsa keşke… Emekli polis molis dinlemez adamı buralarda keserler. Ama bir kere içimi bir şeyler dürttü artık. Böyle olduğu zaman kendimi asla frenleyemem. Bu dürtü zamanla odak noktam hâline gelir. Bir terslik var, yerine oturmayan bir taş. İlla o taşı yerine oturtmam lazım. Tıpkı bu olaydaki gibi... Gerisi bahane… İstediğim için buradayım, kuşkulandığım için... Bu çocuğu birinin öldürdüğünden kuşkulandığım için… 

Önce kaldığı eve gittim ve ev arkadaşlarını sıkıştırdım.
Kolay zaten, biraz sert biraz babacan davrandıktan sonra torbacılarının köşesini öğreniverdim. Biraz öğüt dağıttıktan sonra kendimi oraya yollanmış buldum. Neyse ki bekleyişim sona ermek üzere… Tarif ettikleri yere gelen bi’ tip var. Normal satıcılara göre daha büyük. İlginç, genelde bu kadar yaşlı tipler kapı köşesinde beklemez. Yavaşça yaklaşıyorum. Beni hemen fark ediyor. Ağzında sigara, üstünde yeşil bi’ ceket, asker kamuflajına benzeyen bir tişört ve ayak bileklerini açıkta bırakan çirkin bir pantolonu var. Bacak kısmı daracık ama yukarı çıktıkça görüntü iyice çirkinleşiyor herifin kıçı sanki altına doldurmuş gibi gözüküyor. Eski müptezel modasını özlediğimi fark ediyorum bir an. Beni süzdükten sonra gevrek gevrek gülerek;
- Babacım arkadaşına mavi hap baktıysan yanlış geldin diyor. Ağzına sıkıştırdığı sigarası konuşurken hızlı hızlı aşağı yukarı oynuyor. Duruşu omuzlarını kasışı tıpkı bir yengeci hatırlatıyor. Ben tanıyorum bu yengeci.
- Ooo Eroin Kemal sen hâlâ ölmedin mi? En son içeri atmamış mıydık oğlum seni, nasıl çıktın o delikten?

Çok bilmiş suratı çarpılırken bir yandan da gözlerini kısarak yüzümü iyice incelemeye başladı. Akabinde kısılan gözler kocaman açılırken şaşkınca; 
- Aaa Aykut komiserim! dedi. Hemen ardından yüzüne aptal bir gülümse yayıldı.
- Vay be! Aykut komiserim bu… Vallahi! 

Derken elindekileri fırlatıp zıpkın gibi koşmaya başladı.
Peşinden fırladım!

Nereye fırlıyorsun?
Dizler bitmiş. Göbek ise sıkan bir kemer tarafından kafeslenmiş. İki adım atar atmaz çarpıldım. Kemal ise arkamdan söverek sokağın sonuna doğru varmak üzere… Artık onu hayatta yakalayamam. Niye çok bilmişlik yapıp kendimi açık ettiysem. Biraz daha sokulup sıkıştırsaydım hayatta kaçamazdı elimden. Bak hâlâ küfrediyor. Kaçarken bir yandan da rahmetli annemle ilgili şakıyor şerefsiz ama kelime dağarcığının engin denizinden fırlayan kelimeler bir anda yarıda kesiliyor. Bir patırtı duyuyorum. Bir gölge, kocaman bir gölge... Eroin Kemal’in sadece laflarını kesmekle kalmıyor seçebildiğim kadarıyla ayaklarını da yerden kesiyor.

Koşarak oraya gidiyorum. Yani olabildiğince işte… Gördüğüm manzara karşısında söyleyecek bir şey bulmam zor. Kala kalıyorum. Adam yerde boylu boyunca perti çıkmış şekilde bilinçsiz... Onu yıkan ise Korkut Keskin’den başkası değil. 
* * * * * 
Müteahhidi büyük ihtimal altından kalkamadığı için yarım kalmış, kentsel dönüşememiş bir inşaatın ara katındayız. Altıncı kat... Kemal baygın. Korkut ise karşımda dikilmiş bana hapisten çıktıktan sonra olanları anlatıyor. Tahliyesini, mahalleye geri dönüşünü ve yeğeninin öldüğünü öğrenişini… Gazeteci çocuk, Semih yeğeniymiş. Öyle akıllı bir çocuk nasıl böyle bir öküzün akrabası olur anlayamıyorum. Hiç de haberim yoktu.
- Utanıyorlar benden, küçük kardeşim de ablam da… Bu küçüğün oğlandı zaten. Silmişler beni, sanki deyince olacak... Ama oğlan ziyaretime gelirdi hep. Konuşurduk, bana olan bitenleri anlatırdı. Mahalledeki değişiklikleri falan bir bir söylerdi. Utanmazdı benden. Başkaydı. Yediler çocuğu komiser, biliyorsun değil mi? Uyuşturucu diyorlar ama ben anlarım. Yediler onu...

Ben niye dinliyorum bu herifi acaba bu saatte?
- Sen niye gecenin köründe bur’dasın peki? Neyin peşindesin? Zekâm kaçıp pantolonumun arka cebine saklanmış gibi niye cevabını bildiğim soruyu soruyorsam.
- Senin peşinde olduğun şeyin. Kim yaptıysa bulacağım.
- Olmaz öyle şey! Hem sen kimsin be polismiş gibi. Sana düşmez! 
- Düşmez de ne demek, çocuk yeğenim.

Ben ne kadar terssem adam da o kadar sakin.
İyice huzursuz oluyorum. Korktuğum başıma mı geliyor, olamaz, olmamalı.
- Ben bunun gibileri senden de iyi bilirim. Buralarda kim nerde, hâlâ hepsi avucumun içinde. Akşam çıktıktan bir saat sonra buldum bu herifi. 

Yuh bir saat mi dedi? Ben dört günde anca geldim buraya...

- Ama sokağın dışında senin gibi değilim diyor gözlerini bana dikerek. Vallahi tahmin ettiğim şeyi söyleyecek. 
- Yani diyeceğim gel bana yardım et. Bulalım şu çocuğu yakanları...
- Yok artık! diye bağırıyorum hayretle…

O sırada Eroin Kemal’den bir inleme geliyor. O yavaş yavaş ayrılırken ben ise kendimi kaybetmeye doğru gidiyorum.
- Ben?.. Yardım edeceğim?.. Sana?.. Senin gibi haraççıya, fedai bozuntusuna?.. Yapma ya, başka?..

Hâlâ sakin, bezgin suratıyla bana bakıyor. Omuzlarını silkiyor. 
- Neysek ne işte. İkimiz de aynı şeyin peşindeyiz, gururu bırak da çözelim şu işi.
- Ulan hâlâ gurur diyor. Sen beni vurdun be!
- Ulan sen de beni vurdun!

Doğru vurmuştum. Baskında silah çekmişti adam ne yapacaktım. Armut toplayacak hâlim yoktu herhâlde… Zaten aksini de iddia etmiyorum ama…
Tartışmamızı en hararetli yerine tırmanırken kesmek zorunda kaldık. 
- Abi, Aykut Abi!

Kemal kendine gelmiş, suratıma aptal aptal bakarak neler olduğunu çözmeye, buraya nasıl geldiğini anlamaya çalışıyordu.
- Ne abisi ulan, ne zaman abin oldum ben senin?
- Amirim, Aykut Amirim! N’oldu amir abim, n’aptım ben? 
- Oğlum uyuşturucu satıyorsun daha ne yapacaksın.
- Abim tamam da sonuçta bu da bilinen bir şey amirim. Yani kaç senedir yapıyorum zaten kime ne zararım oldu ki ama komiserim.
- Lan manyak mısın torbacılık yapıp bi’ de kime zararım oldu diyor.
- Amirim ama şimdi ben satmasam başkası satacak en azından yabancı…
- Kes! Uzatma da şimdi beni dikkatle dinle! 

Cebimden çocuğun resmini çıkardım.
- Bak bakalım tanıyacak mısın? Senden almış malı bu oğlan. Ulan aç gözünü de iyice bak! 
- Tanıdın mı? 

İşte o anda inanmak istemediğim, içime şüphesi düştükçe geçiştirmeye çalıştığım düşüncenin doğruluğu Kemal’in gözlerinde gördüğüm korkuyla kanıtlanmış oldu. Eroin Kemal’in uyuşturucu satmak dışındaki bilinen diğer özelliği de etrafta olan biten her şeyi bilmesiydi. O kadar yere girip çıkardı ki neredeyse haberi olmadığı pislik yoktu. 

Semih’i tanımıştı.

[Devam Edecek]




 İlkay Tulun / 10 Ağustos 2020   
' işareti: Eğer kesme amacı ile kullanılmadıysa o sözcükte yerel ağız kullanıldığını göstermektedir.

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN