Ayasofya'nın komple ibadete açıldığı 24 Temmuz 2020 Cuma günü 350 bin kişinin aynı
anda namaz kıldığı söylendi malum.
Bu 350 bin kişiden sanırım
349 bini imamı hiç görmemiştir ve onlar, ancak hoparlörden gelen sese tabi
olarak caminin mahvelinde, avlusunda, bahçesinde, sokaklarda, caddelerde,
meydanlarda namaz kılmış olmalılar.
Muhtemelen çevredeki dükkan
ve işletme sahiplerinden bazıları, o cuma namazını işyerlerinde kıldılar.
Zira Ayasofya'nın toplam
cemaat kapasitesi 3-4 bin kişiyi geçmez.
Hele hele pandemi sebebiyle,
sosyal mesafeye uygun olarak namız kılındığını düşünürsek, cami içinde namaz
kılanların sayısı taş çatlasa 500 yüz veya 1000 kişidir.
Zaten onlar da özel
davetlilerden oluşuyordu, medyaya yansıdığı kadarıyla!
Esasen bu durum, sadece
Ayasofya'ya ve 24 Temmuz'a has bir durum da değildir.
Sair zamanlarda on binlerce
kişinin aynı anda namaz kıldığı ülkemizdeki birçok camide de, cemaatin
tamamının imamı görmesi olası değildir.
Hele hele hac döneminde
milyonlarca kişinin aynı anda namaz kıldığı Medine'deki "Mescid-i
Nebevi" ve Mekke'deki "Mescid-i Haram"ı düşünün bir de.
"Mescid-i
Nebevi"nin sadece kapalı alanında bir milyon kişi, "Mescid-i
Haram"ın kapalı bölümünde ise 4 milyon kişi aynı anda namaz kılabiliyor.
Öte yandan İran, Irak ve Fas
gibi İslam ülkelerinde de yüzbinlerce kişinin aynı anda namaz kılabildiği
camiler mevcut.
Dolayısıyla; bunca
kalabalığın namaz kılarken namaz kıldıran imamı görebilmesi olası değildir.
*
Peki cemaatle namaz kılarken,
cemaatin imamı görmesi şart mıdır?
Daha doğrusu, imamla cemaat
arasında, görüşü engelleyen bir duvar vs. bir engel varsa kılınan namaz caiz
olur mu?
Diyanet mensuplarının başucu
kitaplarından olan ve ülkemizin kalbur üstü ilahiyatçılarından oluşan bir
komisyonca hazırlanan İlmihal'de, Prof.Dr. Yunus Apaydın tarafından kaleme
alınan "Namaz" bahsinde anlatıldığına göre; cemaatle kılınan namazda,
namazı kıldıran imamın, kendisine uyan cemaatten daha yüksekte bulunması, imam
ile kendisine uyanlar arasındaki mesafenin makul ölçülerde olması, imamla
cemaat arasında, yol ve ırmak gibi engellerin olmaması, imamın sesini duymaya
engel bir halin de bulunmaması" gerekiyor.
Ayrıca "kadınların
cemaate katılmaları durumunda saf düzenine riayet edilmesi gerektiği hususunda
alimlerin görüş birliği vardır. Buna göre kadınların, safın en gerisinde,
erkeklerin-varsa çocukların- arkasında namaza durmaları gerektiği
söylenmiştir."
Erkek cemaat ile imam
arasında kadın saffı bulunursa, kadınların gerisinde kalanların imama uyması
sahih olmaz.(1)
Anlaşılacağı gibi; cemaatin
imamı görmesi şart değil ve ses cihazları yardımıyla sesini duyması yeterli ama
cemaatin İmam'ın seviyesinden daha alçakta bulunması, mesafenin makul olması, imamla cemaat arasında yol ve
dere/nehir gibi engellerin olmaması, erkek cemaatle imam arasında kadın cemaat
bulunmaması gerekiyor.
Peki, 24 Temmuz günü
Ayasofya'da 350 bin kişi ile kılınan Cuma Namazı'nda bu şartlara uyuldu mu?
Mesela, cadde, yol, sokak,
çevredeki dükkanlarda kılınan namaz, namaz oldu mu?
Camilerin mahvel, balkon ve
hatta Mescid-i Haram gibi, camilerin üst katlarında namaz kılanlar, haliyle
imamdan yüksekte namaz kılmakla, bu kişilerin namazları caiz midir?
Ayasofya'da erkek cemaatle
imam arasında kadınlar da namaz kıldı mı?
Ayasofya'da olmasa bile Hac
mevsimlerinde, Mescid-i Nebevi'de ve Mescid-i Haram'da, kadınlar pekala
erkeklerin önünde namaz kılabiliyorlar!
Peki o namazlar namaz oluyor
mu?
Madem Ayasofya'da 349 bin
kişi, imamı görmeden, imamla aynı seviyede bulunup bulunmadığına, aradan yol
geçip geçmediğine ve imamla aralarında kadın cemaat bulunup bulunmadığına
aldırmadan imama uyarak şurada burada cuma namazını kıldı ve bu şekilde kılınan
namaz caiz görüldü ise, şu halde namaz kılmakla yükümlü nüfusu 349 bini geçmeyen
yerleşim yerlerinde, tek bir imama uyarak namaz kılmak caiz olmak gerekecektir!
Yani toplu namazlarda,
yerleşim yerlerinin en güneyindeki, daha doğrusu, yerleşim yerinin Kıble
yönünde en uçtaki caminin imamına uymak yeterli olacaktır!
Öyle ya, ya dini siyasete
alet edip "350 bin kişi ile Cuma
namazı kıldık" diye hava atmayacaksınız ya da bizim bu şekilde kıyas
yoluyla vardığımız kanaate uyup, nüfusu 349 binin altındaki yerleşim yerlerine
tek bir İmam tayin edeceksiniz!
Biz, elbette bu görüşümüzün
doğru olduğunu iddia etmiyoruz.
Sadece sizlerin, din ve
ibaretler üzerinden siyaset üretmenizin yanlışlığını vurgulamaya çalışıyoruz
burada.
Ancak sayıları hiçbir zaman
tam olarak bilinemeyen ve çoğu kere 100 bin,
150 bin diye söylenip geçilen din görevlisinin, bizim gibi ekonomik
krizlerle boğuşan ülkelerde lüks olduğunu da söylememiz gerekiyor.
**
Öte yandan Cuma Namazı'nın
bazı şartları vardır ve bu şartlar İslam Uleması tarafından belirlenmiş ve
asırlar boyunca uygulana gelmiştir.
Vakit, Cemaat, Şehir, Cami,
İzin, Hutbe şeklinde 6 noktada belirlenen "Cuma Namazının Sıhhat
Şartları"ndan bazıları üzerinde durmak isteriz.
Yine
Diyanet'in İlmihal'inden aktaracak olursak: İslam bilginleri, cuma namazı kılınacak yerin şehir veya
şehir hükmünde bir yerleşim yeri olmasını şart koşmuşlardır. Hanefiler, bu
görüştedirler. Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerinde, şehir şartı yoktur.
Hanefilere göre ağırlıklı görüş; bir yerleşim yerinde birden çok camide Cuma
namazı kılınabileceği yönünde ise de sadece bir camide Cuma Namazı kılınacağını
söyleyen bir Hanefi görüşü daha vardır.
Şafi, Hanbeli ve Maliki
mezheplerine göre; zorunlu sebepler olmadıkça bir yerleşim yerinde ancak bir
camide cuma namazı kılınabilir.(2)
Anlaşılacağı üzere; Cuma Namazı,
öyle insanların keyfine göre kılacakları ve gösteriş yapacakları bir namaz türü
değildir.
Sıkı kurallara bağlanmıştır.
Ötede müsait bir cami varken,
berideki camide cuma namazı kılınmaz!
Bu anlamda, hacı emmilerin,
birbirleriyle inatlaşarak yaptıkları camilerin çoğunda cuma namazı kılmak caiz
değildir Diyanet'in ilmihalinden anladığımız kadarıyla.
Dolayısıyla; siyasi
kaygılarla halktan gelen isteklere hemen cevap verip, birbirine çok yakın
mesafelerde yapılmış, çoğu eciş bücüş yapılar olan camilere, hatta üç beş evden
ibaret mezralara bile din görevlisi atamak, israftan başka bir şey değildir.
***
Sosyal medyada özet olarak
paylaştığım bu konunun altına A.Sevim isimli okurum şu yorumu yapmış: "Diyanette
görev yaptınız. Görev esnasında bir kez olsun bu konuyu dile getirdiniz mi? Bir
rapor sundunuz mu? Bir çalışmanız oldu mu?"
M.Gezici isimli okurum ise
"Hocam Diyanet Vakfı'nda çalışırken bu tür kıyaslamaları hiç yapmıyordunuz.
Şimdi mi aklınıza geldi?"
Diyerek beni sorguya
çekmişler.
Herkesi kendiniz gibi
sanmayın dostlarım.
Ben o zaman da böyleydim.
Görüşlerimi ve itirazlarımı
hep yüksek sesle dile getirmişimdir.
Bu yüzden de fazla sevilmedim
sizin muhterem ulema tarafından.
Dışlandım.
İşimi, aşımı kaybettim.
Kurumsal bazda yazdığım
raporları burada yayınlamayı etik bulmam.
Ancak yayınlarsam kesinlikle
mahcup olup, utanırsınız!
Dini uygulamalara, mesela Hac
uygulamalarına itirazlarımı da içeren ilk kitabım 2003 yılında yayınlandı.
O kitapta söylenenleri,
Diyanet mensubu olsun veya olmasın hiç bir din adamı söyleyemez.
Mesela "Mekke ve
Medine'nin Vatikan benzeri bağımsız bir devlet olmasını" Türkiye'de ilk
defa ben dile getirdim 2003 yılında.
Düşünün bir; o günlerde Büyük
Ortadoğu Projesi (BOP) ve BOP haritası henüz gündemde değildi bu ülkede.
Sayın Cumhurbaşkanı da BOP Eş
Başkanı olduğunu henüz ilan etmemişti Türk Halkı'na.
Kaldı ki; din konusu ciddi
bir konudur; öyle devlet memuru iken başka türlü, emekli olduktan sonra başka
türlü görüş bildirilmez dini konularda.
Ya da kapı arkasında başka
türlü, kürsüde veya minberde başka türlü konuşulmaz!
Kaldı ki; biz din adamı ve
ilahiyatçı da değiliz.
Kendimizi de Diyanet mensubu
olarak hiç görmedik ve görmüyoruz da.
Onun için de hayatımız
boyunca hep özgür düşünmeye çalıştık...
Ömer Sağlam Araştırmacı Yazar/Şair 30.11.2020
__________
2- Age, s, 295-296