Din Adamları Türkiye'yi Kurtarabilirler [Ömer Sağlam]




Öteki mahalleden gelip, Hürriyet'in başyazarlığına kadar yükselme başarısı gösteren Müftü çocuğu ve İmam Hatipli Ahmet Hakan, İzmir depreminde, 65 saat sonra enkaz altından çıkarılan 3 yaşındaki Elif isimli küçük kızın, kendisini kurtaran İBB İtfaiyesinden Onbaşı Muammer Çelik'in başparmağına tutunmasından hareketle "Ah o parmağın tutuluşu" başlığını koyduğu 3 Kasım 2020 tarihli yazısında tarikatlara fena çakarak demiş ki:  

"Hayır hasenat işlerinde en önde koşması gereken yapılar değil midir bunlar? 


Biz neden bunları siyaset peşinde, kadro peşinde, kadınlara akıllar verme peşinde, cinsellik ölçüleri koyma peşinde koşarlarken görüyoruz da... 

Deprem bölgesinde göremiyoruz? 


- Neden İzmir’de değiller Cübbeliler, Menziller, Nakşiler? 

- Neden koşturmuyorlar ahaliye yardım için? 

- Neden bir çorbacık dağıtıp “Allah razı olsun” dedirtmiyorlar? 

- Neden bir derde merhem olmayı düşünmüyorlar? 

- Neden herkese “Helal olsun adamlara” dedirtmiyorlar? 

Neden? Neden? Neden? 


Tarikatçılık ya da cemaatçilik... 

Milletten paralar toplayıp koca koca binalar dikmek midir? Holdingler kurup parayla oynamak mıdır? Müritleri devlet kadrolarına yerleştirmek için çırpınmak mıdır? 


Ondan sonra da sorarlar: 

Sen niye bu tarikatlara falan mesafelisin diye..." 

İNSANLIK ANITI 

Ahmet Hakan'ın yazısının başlığına esin kaynağı olan fotoğrafı görünce, 2 Kasım günü "İnsanlık Anıtı" başlıklı şu yorumu yapmıştım sosyal medya hesabımda: 

"İnsanlığın anıtı yapılacak olsa benim favorim işte bu pozdur. 65 saat sonra enkaz altında kendisini kurtarmaya gelen İBB İtfaiye Onbaşı Muammer Çelik'in başparmağına tutunan 3 yaşındaki minik Elif..." 

ŞEYHLER, GAVSLAR, EFENDİLER SİZ NEDEN YOKSUNUZ İZMİR'DE? 

Hürriyet'in başyazarı Ahmet Hakan'ın sorduğu soruyu bir kere de biz soralım biraz genişleterek; Neden İzmir’de değiller Cübbeliler, Menziller, Nakşiler, Kadiriler, Rüfailer, Uşşakiler, Aczimendiler? 

Şeyhler, Gavslar, Efendiler, neden yoksunuz sahi İzmir'de? 

Yoksa bilinçaltınızda hâlâ "Gâvur İzmir" kabulü mu yatıyor boylu boyunca? 

Cübbeli Ahmet Hocam, İstanbul'da yapılan tekrar seçim öncesinde; "Burada İmamoğlu meselesi yoktur. Bir figür vardır, arka plan vardır. Çok büyük oyun vardır. İstanbul'daki birçok hizmetin akamete uğraması, İslam aleminin faydasına olan bütün hizmetlerin geri durması, akabinde daha büyük zelzele ve depremlerin peşine getirilmesi suretiyle, Gezi'deki hareketler gibi, arkasını getirmek isteyeceklerdir. 'Binali Bey'e ben kaybettirdim' diyen, kimi kazandırdığını söylemiş oluyor ve haram işliyor. Fıkıhla fetva veriyorum. Fıkıh heyetiyle görüştüm, Ulemayla istişare ettim" diyen siz değil misiniz? 

Bakın sizin seçilmesine karşı çıktığınız İmamoğlu'nun yönetmiş olduğu belediyenin itfaiye ekibi, İzmir'de tırnaklarıyla kazıyarak ve Ahmet Hakan'ın yazısına ilham kaynağı olacak şekilde küçük Elif'i 65 saat sonra da olsa göçük altından çıkarırken, siz yoksunuz ortalıkta. 

Onun için de Ahmet Hakan'ın gözleri, haklı olarak sizleri arıyor İzmir'de, Bayraklı sokaklarında! 

İSLAM DİN BARONLUĞU TARİH OLURKEN 

Bütün Türkiye okuduğu halde, sanırım Ahmet Hakan okumamış geçtiğimiz 31 Mart 2020 günü yazdığım ve sosyal medyada paylaşım rekorları kıran, birçok köşe yazarınca alıntılanan ve Diyanet İşleri Başkanlığını ayaklandıran "İslam Din Baronluğu Tarih Olurken" başlıklı yazımızı. 

Eğer okusaydı, tarikatlara böyle abanmaz, böyle çakma lüzumu duymazdı. 

İşte o yazımız: 

"Virüs salgını sebebiyle, Kâbe'nin ve peygamberin kabrinin ziyarete kapatılması, UMRENİN ve muhtemelen HACCIN yasaklanması, camilerin CUMA dahil toplu namazlara yasaklanması, yaklaşan Ramazan sebebiyle TERAVİHLERİN ve toplu İFTARLARIN yasaklanacak olması, abuk subuk İFTAR çadırlarının kurulmayacak olması, uydurma KANDİL günlerinin kutlanmaması, hem gerçek (indirilmiş) İSLAMIN yeniden keşfi, hem de yobazın elindeki din enstrümanının alınması bakımından kesinlikle hayra alamettir. 

Yobazın din enstrümanını öttürmesi ve din üzerinden Müslümanları sömürmesi bundan sonra hiç de kolay ve inandırıcı olmayacaktır artık. 

Çünkü insanlar, din bezirganlarının savunageldiği birçok şeyin aslında terk edilebilir olduğunu, dolayısıyla dinden bir parça olmadığını, insan sağlığının her şeyin ve bu arada ibadetlerin de üstünde olduğunu görmüş oldular. 

Ya da görmüş olmalılar! 

Yani, haccın, umrenin, cumanın, bayramın, toplu namazın, toplu iftarın, gerektiğinde terk edilebilir olduğunu gördü insanlar. 

Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. 

Din ve din adamları da eskisi gibi etkili olmayacak toplumsal hayatta. 

Din ferdileşecek, vicdanileşecek, yani olması gereken yere, Tanrı ile kul arasına yerleşecektir. Dini söylemler eskisi gibi etkili olmayacak ve din siyaseti de bundan nasibini alacaktır. 

LAİK demokrasiler daha da güçlenecektir. 

Dün, "İçinde alkol var. Abdestim bozulur" diyerek eline kolonya sürmeyenlerin bile bugün neredeyse kolonya ile banyo yapacaklarını, ayrıca kolonya ve dezenfektan yapımında kullanılan etil alkol ithalatındaki gümrük vergisinin sıfırlandığını gördükçe düşüncelerim kökünden sarsılıyor! 

Cübbeli/cübbesiz, sarıklı/sarıksız din baronları, şarlatanlar ve ekran bülbülleri eskisi gibi ötemeyeceklerdir bundan sonra. 

Tarikat şeyhlerinin ve cemaat liderlerinin otoriteleri kökünden sarsılacak, inandırıcılıkları ve etkileme güçleri azalacaktır. 

Bilim adamlarının, rakı ve şarabın koronanın ilacı olduğunu söylemeleri halinde, pek çok tarikat şeyhinin, cemaat liderinin ve sair din adamının içki içmeye başlayacağına, üstelik bunu besmele çekerek yapacaklarına, sonunda da 'Afiyeti şifa olsun' diyeceklerine kesin inanıyorum artık! 

Özetle; korona salgını 'Her şerde bir hayır vardır' sözünü bir kere daha apaçık göstermiştir bize..31.03.2020/06.30 Ömer Sağlam" 

DİN ADAMLARI TÜRKİYE'Yİ KURTARABİLİRLER 

Yukarıda dedim ki; "31 Mart 2020 günü yazdığım ve sosyal medyada paylaşım rekorları kıran, birçok köşe yazarınca alıntılanan ve Diyanet İşleri Başkanlığını ayaklandıran 'İslam Din Baronluğu Tarih Olurken' başlıklı yazımız bütün Türkiye okuduğu halde Ahmet Hakan okumamış!" 

Peki bu yazı, kamuoyunda ve sosyal medyada neden bu kadar rağbet gördü ve paylaşım rekorları kırdı? 

Okuyucuya enteresan gelen yazının içeriği değil, yazarının unvanıydı aslında! 

Zira ben asla kullanmadığım halde, benim geçmişimi ve Türkiye Diyanet Vakfı'nda Müfettiş olarak çalıştığımı bilen (ismi bizde mahfuz) önemli bir yazar dostum ve ağabeyim, yazıyı "Eski Diyanet Müfettişi Yazar Ömer Sağlam'ın yazısı" tanıtımıyla paylaşmış sosyal medya hesabında. 

Haliyle kendisini takip edenler de aynı şekilde zincirleme olarak paylaşmışlar yazıyı. 

Böyle olunca; bir Diyanet Müfettişi'nin dine ve tarikatlara, alışılmışın dışında bakışı, ilginç gelmiş insanlara ve hurra, paylaşan paylaşana! 

İlk işim beni "Eski Diyanet Müfettişi Yazar Ömer Sağlam" olarak tanıtan dostumu uyarmak ve yazının tanıtım kısmını düzelttirmek oldu ama artık iş işten çoktan geçmişti. 

Ertesi gün müydü ikinci gün müydü bilmiyorum; Diyanet'ten bir dostum aradı ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, benim "Diyanet Müfettişi unvanını kullanıp kullanmadığım konusunu" soruşturmak için bir müfettiş görevlendirdiğini söyleyince çok şaşırdım. 

Böyle bir densizliği yapmıyordum ama yapsam kim ne diyebilirdi? 

Çünkü ben 20 küsur sene boyunca Diyanet İşleri Başkanlığı'nda değil ama idari yönden ve faaliyetleri itibarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ile iç içe girmiş Türkiye Diyanet Vakfı'nda Müfettiş olarak çalışmıştım. 

Şimdi emekliyim ve Diyanet Vakfı'ndan başka hiçbir kurum veya kuruluşta da çalışmadım. 

Peki bu durumda benim kendimi nasıl tanıtmam gerekiyor? 

Buna rağmen 2 Nisan günü bu konuda açıklama yapma gereği duydum sosyal medya hesabımda(*) 

Yeri gelmişken açıklama gereği duydum ama asıl söylemek istediğim bu değil tabii. 

Asıl söylemek istediğim, Diyanet'in mevcut din söylemi ve din va'zı ile tarikatlara yaklaşımının, milletimizi tatmin etmediği ve milletin yeni dini söylemlere ve yeni bir din va'zına, tarikatların da bir an önce hala yola koyulmasına, adeta açın ekmeğe, susuzun suya ihtiyaç duyduğu derecede ihtiyaç duyduğudur. 

Zira bizim, Diyanet'in geleneksel söyleminden farklı şekilde ele alarak kaleme aldığımız küçücük bir yazı bile kamuoyunda heyecan yaratmış, yankı uyandırmıştır. 

Bu yankının sebebi, yukarıda da dediğim gibi konunun farklı şekilde ele alınışı değil, elbette bir dostumuzun beni, kullanmadığım bir unvanla tanıtımı sonucu, eski bir Diyanet Müfettişi'nin, Diyanet'in söylemlerinden farklı şeyler söylüyor olmasıydı. 

Demek oluyor ki; halen görevde olan bir Diyanet çalışanı aynı şeyleri söylemiş olsa, belki de yer yerinden oynayacak, elbette bugünkü şartlarda hemen paspas edilip bir kenara atılacaktır! 

Esasen, Diyanet çalışanlarının emekli olduktan sonra az çok cesur söylemlerde bulunmalarının sebebi de budur; yani bir Diyanet çalışanı, Diyanet'in dini söylemlerinden ve tarikat yaklaşımından farklı bir tutum takınırsa, idari bakımdan ezileceğini ve üzerinde mobing uygulanacağını bilir. 

Çalışırken dut yemiş bülbül gibi davranan bazı insanların emekli olduktan sonra şakımalarının sebebi de budur ki; bu durum, esasen resmi olsun, özel olsun, ülkemizdeki bütün kurumlar için geçerlidir. 

Mesela devletin memuru olan hangi ekonomist, hükümetten bağımsız hareket edebilir, hükümetten farklı ekonomi takip edebilir? 

Faizler konusunda iktidarla ters düşen Merkez Bankası Başkanları'nın peş peşe görevden alındıkları herkesçe malumdur. 

Oysa ne din, ne de bilim, siyasetin gölgesinde kalamaz. 

Kalırsalar, önce yozlaşıp yoldan çıkarlar, sonra da çürüyüp ölürler. 

Milli Mücadele'de dinin ve din adamlarının rolü üzerine kitap yazmış bir adam olarak iddia ediyorum ki; din adamları bu ülkeyi ayağa kaldırıp, bu milleti uyandırabilirler. 

Ancak kusura bakmasınlar, din adamlarımızın önemli bir bölümü bilgi, görgü, dini ve dünyayı anlama bakımından, din vazettikleri toplumun çok gerisindedirler... 

Bereket versin; salgın yüzünden bu günlerde camiye gidemiyoruz da vaiz efendilerin çağın gerisinde kalmış bilgileri satmaya çalışmalarına şahit olup kahrolmuyoruz... 



06.11.2020 

_____________ 

(*) https://www.facebook.com/omer.saglam.148/posts/10158474676474396 




AZERBAYCAN HALKININ ŞANLI DİRENİŞİ VE HZ. MUHAMMED'İN TÜRKLÜĞÜ MESELESİ 

Kur'an'da şöyle buyrulur: "Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında, Allah’ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarfettiğiniz herşey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir."(1) 

Bir başka Kur'an ayetinde ise şöyle denilmektedir: "Ey inananlar! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır bulunun. Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya erişebilesiniz"(2) 

Hz. Muhammed bir hadisinde söyle demiştir: "Bir gün ve bir gece hudut boyunda nöbet tutmak gündüzleri oruçla, geceleri de ibâdetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Bu hudut boyunda nöbet tutan kimse vazife başında ölürse, yapmakta olduğu işin sevabı ve rızkı kıyamete kadar artar ve devam eder. Kabir fitnesinden de kurtulur."(3) 

Bir başka hadisinde ise şöyle der: “Allah yolunda sınırda bir gün nöbet tutmak, başka yerlerde bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlıdır.”(4) 

Bir başka hadisi de şöyledir: "Vatan sevgisi imandandır" demiştir(5). 

Çok daha öncelere gitmeye gerek yok; son 20-25 gündür kardeş Azerbaycan halkının vatanlarını savunma ve işgal altındaki vatanlarını geri alma konusunda gösterdikleri direnç ve kahramanlık, bir kısım yazar ve düşünce adamı gibi bizim de kabul ettiğimiz üzere; "Hz. Muhammed'in etnik köken itibarıyla Türk olma ihtimalinin, Arap olma ihtimalinden çok daha fazla olduğu" şeklindeki tezimizi oldukça güçlendirmektedir. 

Zira Suriye Arapları, üzerlerine atılan ve etkileme gücü çok sınırlı kıytırık birkaç varil bombasını görünce, evlerini, barklarını, vatanlarını bırakıp çil yavrusu gibi komşu ülkelere kaçarken, Azerbaycan Türkleri, üzerlerine fırlatılan ve etkileme gücü ve etkileme alanı çok daha fazla balistik füzelere aldırmaksızın canla başla vatanlarını savunmaya ve kahramanca direnmeye devam etmektedirler. 

Mesela aşağıdaki resimde görülen adam, dün gece yarısı Gence'de üzerlerine düzen 350 km. menzilli İskender tipi füzelerinin yol açtığı yıkımda, sadece evini, barkını değil, ailesinden tam 5 kişiyi kaybetti ama gördüğünüz gibi Gence'den kaçmak şöyle dursun, bir adım bile geri atmıyor. 

Evinin enkazından kurtardığı birkaç parça eşya, belki de yitirdiği eş ve çocuklarından kalan birkaç hatıra ile ayakta kalmaya çalışıyor! 

Dahası, CNN Türk Muhabiri Fulya Öztürk'ün aktardığına göre; "Ben de Ermenistan'a karşı savaşmak istiyorum" diyor. 

Fotoğraftaki Azerbaycan anası da öyle! 

Haydut ve terörist devlet Ermenistan'a ateş püskürüyor! 

Diyeceğim o ki; dünyanın neresinde olursa olsun, yazının başında örnekleri verildiği üzere; gerek Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği kutsal kitabın vatan savunması konusundaki emirlerine, gerekse Hz. Muhammed'in tavsiyelerine en çok uyanlar Araplar değil, Türkler oluyorlar! 

Yani Türkler, vatanlarını ölesiye savunarak gerek Kur'an-ı Kerim'in ayetlerine, gerekse Hz. Muhammed'in hadislerine uygun davranırken, Araplar en küçük bir sıkışmada vatanlarını terk edip kaçıyorlar! 

Şu halde en küçük bir sıkışmada ve gördüğü en küçük bir riskte bile vatanını terk eden insanlarla aynı etnik kökene sahip olan bir kişi, yukarıdaki ayetleri tebliğ etmiş, o hadisleri söylemiş olamaz! 

Esasen, düşünceleri ve tebliğ ettiği din, dünya tarihini ve dünyada çok geniş bir coğrafyayı etkilemiş olan devrimci ve inkılapcı bir ruha sahip olan Hz. Muhammed gibi önemli bir zatın, Arap olması akla da, bilime de uygun değildir. 

Zira, en azından Mekke ve Medine civarındaki Arap aşiret ve kabileleri, ancak Hz. Muhammed'in peygamberliği ve siyasi liderliği ile devlet olma vasfını elde etmişlerdir. 

Yani oldukça geç bir zamanda devlet olma ve milletleşme yoluna girmişlerdir. 

O tarihten önce, başı bozuk bir toplum olarak ayrı kabile ve aşiretler olarak, birbirleriyle çatışma halinde ve birbirlerini yağma ederek yaşaya gelmişlerdir. 

Tarihi kaynaklar da bize gösteriyor ki; Araplar, karakter olarak kural ve kanun tanımazlar, ancak güce taparlar, güce boyun eğerler. 

Bugün hemen bütün Arap devletlerinin diktatörlüklerle yönetiliyor olması da zaten bu sebepledir. 

Günümüzde Irak ve Suriye'deki diktatörlükler zayıflayınca her iki devletin de zayıflaması ve halklarının birbirinden kopması, dahası birbirleriyle savaşa tutuşmaları, bu konuda bize hak verdirmektedir. 

Dolayısıyla; Arapların tarihteki ve günümüzdeki durumlarına bakınca, insan, haklı olarak, Hz. Muhammed gibi geleneksel feodal yapıya, kabile asabiyetine, otoriteye ve despotizme başkaldıran, inkılapçı ve demokrat karaktere sahip bir kişinin, Arap olamayacağı şeklinde bir kanaate varmaktadır. 


Anlaşılacağı gibi; buraya kadar yazdıklarımız, tamamen duygusal nedenlere, zan ve tahminlere, elbette yorumlara dayanmaktadır. 

Tepkisel bir itirazdır. 

Yani bu yazılanlar, elbette Hz. Muhammed'in milliyet olarak Arap olmadığına ya da mesela Türk olduğuna karine teşkil etmez. 

Gelin görün ki; bu konuda bilimsel bilgiler de bulunmaktadır. 

Son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalarda; Hz. Muhammed'in içinde yetiştiği ve mensubu bulunduğu Kureyş Kabilesi'nin, Yukarı Mezopotamya bölgesinden gelerek Mekke ve civarına yerleştiği ileri sürülmektedir. 

Üstelik bu iddia Arap bilginlerine aittir. 

Bu tespiti yapanlara göre; Putperestlik Mezopotamya dinidir. 

Yani Putperestlik, Mezopotamya bölgesinden Kureyş kabilesi yoluyla Arabistan'a taşınmış bir inanç sistemidir ki; bu bilgiyi kutsal kitabımız Kur'an da teyit etmektedir. 

Kur'an'da Hz. İbrahim hakkında bilgi verilirken denir ki; "Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: -Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.-"(6). 

Hz. İbrahim'in, M.Ö.2000-1800'lerde Sümerlerin ve onların hüküm sürdüğü coğrafyalarda egemen olan Asurluların ve Babillilerin hüküm sürdükleri Mezopotamya bölgesinde zuhur ettiği, hatta zaman zaman Hititlerin ya da en azından onların öncülü olan Hattilerin egemen oldukları coğrafyalarda da faaliyette bulunduğu neredeyse genel kabul görmüş bir bilimsel bilgidir. 

Bu kadar kesin olmamakla birlikte özellikle Sümerlerin, Asyalı bir kavim olduğu, orada yaşanan büyük bir tabii felaketten sonra, bugünkü Irak topraklarına göç ettikleri ileri sürülmektedir ki; bugün hemen bütün semavi dinlerde yerini bulan Tufan Efsanesi'nin Sümerlerde de izleri bulunmaktadır. 

Dolayısıyla; Sümerler Asyalı bir kavim ise, Hz. Muhammed'in atası kabul edilen Hz. İbrahim Sümerli ise ve Kureyş Kabilesi bilimsel olarak ispatlandığı üzere; Mezopotamyalı bir kavim ise Hz. Muhammed ırki köken itibarıyla Arap değil, Asyalı bir kavme mensuptur. 

Unutulmasın ki; tıpkı Hz. Muhammed gibi, tarihte düşünceleri milyarları etkileyen çok sayıda başka din adamları ve düşünürler de zuhur etmiştir Asya'da. 

Buda, Konfüçyüs, Tao ve Zerdüşt, bunlardan sadece birkaçıdır ki; bugün Buda ve Konfüçyüs gibi ahlaki öğretileri bulunan şahsiyetlere Peygamber diyenler de vardır. 

Öyle olmasalar bile; bu adamların, insanlık tarihinde, Kur'an'da ismi geçen ve peygamber oldukları kabul edilen birçok şahıstan, çok daha etkili oldukları da bir vakıadır. 

Mekke ve Medine civarındaki Arapların ise, güneyden, yani Yemen taraflarından göç ederek gelen Kâhtanilerin kalıntıları olduğu bilgisi ise hemen bütün tarih ve siyer kitaplarında yer almaktadır.

 



Ömer Sağlam Araştırmacı Yazar/Şair  17.10.2020



1- Enfal-60.
2 -Ali İmran-200 
3- Riyâ- zu’s-Salihîn, 2/400-1296. 
4- Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 26. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 39. 
5-Acluni, Keşfu’l-Hafa, 1/345, no: 1102 
6- Kur'an-ı Kerim, En'am Suresi-6/74 


  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN