Bilindiği gibi Mısır’ın eski hükümdarlarına Firavun denilirdi. Firavunlar, aynı zamanda Mısır’ın tanrı krallarıdır ya da tanrılık iddiasında bulunacak kadar ileri gidip, azıtmış Mısır kralları.
Firavun ismi, hem tarih kitaplarında hem de Allah tarafından gönderildiğine inanılan kutsal metinlerde geçmektedir. Tabiatıyla bizim kitabımız Kur’an’da da sıklıkla geçen bir terimdir, Firavun.
Örneğin Kur’ân’da şöyle buyrulmaktadır:
- “Firavun dedi ki; Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah olduğunu tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerinde ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki Musa’nın Tanrı'sına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir”.
|
Firavun I. Mübarek |
Bu ayet, Kur’an’da, Hz. Musa ile Firavun arasında geçen olayların anlatıldığı "Kasas Suresi"nde geçmektedir. Adı geçen surenin 38. ayeti olan bu ayetten anlaşıldığı kadarıyla devrin Mısır Hükümdarı olan Firavun, tıpkı kendisinden öncekiler ve sonrakiler gibi tanrılık iddiasında bulunacak kadar şımarmış, azıtmış ve Hz. Musa’nın davetiyle birlikte öfkesinden deliye dönmüştür.
Hz. Musa’ya karşı izlenecek resmî siyaseti belirlemek üzere devletin ve bulunduğu şehrin ileri gelenlerini toplama gereği duymuştur. Bu toplantı, elbette onların görüşlerini almak için değil, büyük oranda buyruklarını birinci elden bir kez daha iletmek içindir. Firavun’un;
- “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh olduğunu tanımıyorum.” şeklinde kestirip attığı sözden bu anlaşılmaktadır.
Ancak Firavun, yine de bir şüphe içindedir. Bu şüphe, "ya Musa halkını kandırıp kendi yanına çekmek suretiyle elindeki gücü ve yönetim yetkisini kaybederse" şüphesidir. İşte Firavun, bu korku sebebiyle devletin ve şehrin ileri gelenlerini toplayarak meseleyi kökten halletmeyi düşünüyor ve bunun için bir oyun sergileme gereği duyuyor. Böylece o güne kadar yalan üzere kurmuş olduğu otoritesini yine eskisi gibi devam ettirmek istiyor. Çünkü Musa’nın uyarısıyla halkta kıpırdanmalar ve idareye karşı ayaklanma girişimleri başlamıştır. Kur’an’da anlatıldığı üzere; Firavun, önce Hz. Musa’yı muhatap almıyor ve onu sihirbazlarına havale ediyor. Ancak, sihirbazların, Musa karşısında başarısız olmaları üzerine meseleye bizzat el atma gereği duyuyor. Çünkü otoritesi gittikçe sallanmaya, sarayı çatırdamaya başlamıştır. İşte yukarıda anlamını verdiğimiz ayet buna işaret etmektedir.
Ayetten anlaşıldığı kadarıyla; “Hâmân”, Firavun’un baş veziri sıfatıyla devletin ikinci adamı veya en azından mimarbaşıdır. Çünkü ondan pişmiş topraktan, yani tuğladan bir yüksek kule yapmasını istiyor Firavun. Maksadı, kulenin tepesine çıkıp, Musa’nın var olduğunu söylediği ve yukarılarda bir yerlerden Firavun’un her yaptığını görüp kaydettiğini söylediği Tanrı’yı, yani Allah’ı bizzat görmektir! Firavun, Musa’nın yalan söylediğine inanıyor inanmasına ama yine de ne olur olmaz düşüncesiyle en azından idaresi altındaki insanlara ve onların temsilcileri olan ileri gelenlere kendi iddialarını ispatlamak istiyor. Onlara;
- “Bakın, Musa’nın dediklerinin doğru olup olmadığını test etmek için bir sürü deneme yaptık, hatta bunun için göklere yükselen kuleler yapıp Musa’nın Tanrı'sını gözetledik, ancak göremedik. Demek ki; Musa yalan söylüyor, sizi bana karşı isyana teşvik ediyor. Sakın ona inanmayın. Çünkü sizin benden başka tanrınız yoktur…” demek istiyor.
|
I. Mübarek ve Recep Erdoğan |
Tefsir kitaplarında bulunuyor mu bilmiyorum ama şahsen ben, yukarıdaki ayette geçen ve pişmiş tuğladan imal edildiği söylenen yüksek kulelerin, bugün bile ayakta kalabilen meşhur piramitlerle bir alakası olmalıdır diye düşünüyorum. Merhum babam, bir din adamı değildi. Ancak nereden duydu bilmiyorum, Firavun’un sergilediği ve yukarıda anlatılan oyunun devamını şöyle anlatırdı:
“Firavun, yapılan kulenin en tepe noktasına çıkmış ve Allah’ı vurup öldürmek maksadıyla yayını gerip okunu gökyüzüne doğru fırlatmış. Firavun’un bu durumunu gören Allah, onun oynadığı oyuna kendisinin de inanmasını sağlamak ve böylece dalaletinde devam etmesi için gökyüzüne fırlatmış olduğu okun ucuna Cebrail vasıtasıyla bir balık tutmuş. Ok, balığı delip geçmiş ve kanlı vaziyette yeryüzüne dönmüş. Oku bu vaziyette eline alan Firavun, orada toplanan halka:
- "Bakın, kulenin üstüne çıkıp ok atarak Musa’nın Allah’ını öldürdüm. Artık sizin için benden başka tanrı yoktur." demiştir”
Mısır Firavunlarının Tarih Boyunca Hiç Değişmeyen Yönetim Anlayışları
Mısır halkı, bugünlerde, Kur’an’da da geçen bu olayları sanki yeni baştan yaşıyor gibidir. Zulme karşı Musa rolüne soyunan ünlü düşünür Seyit Kutup’un öğretisi etrafında kümelenen Mısır Halkı, 50-60 yıllık otoriter rejime karşı ayaklanmış durumdadır. Ancak son firavun, şimdilik gitmemekte ısrarlı görünüyor.. Hatta kendisine yeni bir Hâmân da tayin etmiş bulunuyor: Adı Ömer Süleyman. Hüsnü Mübarek’in İstihbarat Şefi! Firavun’un, Hâmân’dan yeni bir kule inşa etmesini talep etmesi gibi, Hüsnü Mübarek de Ömer Süleyman’dan reform yapmasını istemiş! Elbette birer kandırmaca bunlar. Hüsnü Mübarek, tıpkı (muhtemelen ünlü Ramseslerden birisi olan) Firavun gibi, halkını oyalamaya, kandırmaya çalışıyor. Bahanesi de hazır;
- “Ben gidersem Mısır’da kaos yaşanır. Müslüman Kardeşler örgütü yönetimi ele geçirir…” diyor Mübarek...
Peki, Firavun (Ramses) neler söylüyordu? Hemen hemen Hüsnü Mübarek’le aynı şeyleri:
- “Ey İleri Gelenler! Sizin için benden başka bir ilah olduğunu tanımıyorum… Musa, mutlaka yalan söyleyenlerdendir.”
Ancak, tıpkı Firavun’un denizde boğulup gitmesi gibi Mübarek’in de tarihin sayfalarında boğulup gideceği muhakkak.
“Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz” hesabı mutlaka gidecektir. Çünkü dünyada hiçbir zulüm abat olmamıştır.
|
Kızıl Deniz Kıyısındaki Kumların Secde Hâlinde Mumyaladığı II. Ramses |
Kur’an’da da zikredilen eski Firavunlarla bugünkü Mısır Firavunları arasında yönetim anlayışları bakımından hiçbir fark yoktur. Bu anlayış, dünyalık elde etmek için halkı ezmek, sürekli baskı altında tutmak ve ülkenin kaynaklarını kendi ellerinde toplamaktır. Gazetelerden öğreniyoruz ki; Mısır’ın kaynaklarından Mübarek ailesinin ele geçirdiği kaynakların değeri 70 milyar dolardır. Bu miktarın 17 milyar doları bizzat Hüsnü Mübarek’e, 10 milyar doları ise yerine bırakmayı düşündüğü küçük oğlu Cemal’e aittir. 40 milyar dolar ise, ailenin diğer mensuplarına ait. Bu zenginliğin kaynağı ise, Hüsnü Mübarek’in Hava Kuvvetleri Komutanı iken açmış olduğu ihalelerden almış olduğu komisyonlardan ve Mısır’da yatırım yapan yabancılarca verilen paylardan oluşuyor. Zenginlik denizi içinde yüzen Mübarek ailesinin yönetmiş olduğu 80 milyonluk Mısır halkının %20’sini teşkil eden 16 milyonu ise yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.(1)Hüsnü Mübarek’in bu kadar direnmesinin sebebi, büyük ölçüde dış destekler. En büyük destek ise ezeli düşmanı (ve 17 Eylül 1978’de imzalanan Camp David Anlaşması’ndan sonra 30 yıllık dostu) İsrail’den geliyor. Sonra Suudi Arabistan Kralı Abdullah, ABD ve AB ülkeleri... İlk büyük desteği, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’dan gördü, Hüsnü Mübarek. Netanyahu, Hüsnü Mübarek hakkında Batılı ülke medyasında çıkan tenkitlere tepki gösterdi ve Batılı devlet adamlarını Hüsnü Mübarek hakkında konuşurken dikkatli bir dil kullanmaya çağırdı. Arkasından “Hüsnü Mübarek ile çok yakın bir işbirliğimiz vardı.”(2) diyerek, Hüsnü Mübarek’in ayaklarının kaymakta olduğunu da vurgulamadan edemedi Netanyahu.
Ondan sonra Hüsnü Mübarek’e destek sazını Suud Kralı Abdullah eline aldı. Hüsnü Mübarek’e destek çıkarak, ona karşı gösteri düzenleyenleri, “yıkıcı nefret tohumlarını yayan kişiler” olarak niteledi.(3) Böylece tıpkı Tunus’un devrik despotu Zeynelabidin Bin Ali gibi Mısır despotu Hüsnü Mübarek’e de kucak açtı Kral Abdullah...
Sonra ABD Başkanı Obama geçti destek sazının başına... Obama, Hüsnü Mübarek’e “Artık çekil!” demedi, sadece;
- “Bazı reformlar yap, halkın taleplerine sessiz kalma, göstericilere karşı güç kullanma…” gibi uyarılar yapmakla yetindi. AB'nin Hüsnü Mübarek'e desteğini ise çapkınlıklarıyla gündemden hiç düşmeyen İtalya Başbakanı Berlusconi şu sözleriyle dile getirdi:
- "Mısır, Mübarek'i bırakmadan demokratik sisteme geçiş yapabilir. O, Batı'da bilgelerin en akil adamı olarak değerlendiriliyor."(4)
Bu konuda en ilginç tavırlardan birisini her nedense Türkiye sergiledi.
|
Çöl, Piramit ve Sfenks |
Anayasa referandumunu bile 12 Eylül’cü generalleri yargılamaya indeksleyen Kükûmet, her nedense Mısır’daki halk ayaklanması karşısında General Hüsnü Mübarek’in tutumu karşısında uzun süre sessiz kaldı. Ne zaman ki; ayaklanmanın boyutu büyüdü, Mübarek ailesinin Hüsnü Mübarek dışındaki fertleri pır pır ülke dışına uçmaya başladı, Obama “reform” çağrısı yaptı ve Türk medyasından Hükûmetin tavrına tepki sesleri gelmeye başladı(5), Başbakan da çıktı, partisinin meclis grubunda Mübarek’e çağrıda bulunma gereği duydu.
Gazeteci Hasan Cemal’in, 5 Şubat tarihli Milliyet’teki yazısı gerçekten de okunmaya değer. Özellikle Yahudi asıllı bir Fransız yazardan naklettiği şu cümleler;
“İsrail devleti 1948’de kurulduğu zaman bizi ilk tanıyan iki Müslüman ülke vardı. Biri İran, öteki Türkiye. İran’ı kaybettik otuz yıl önce. Türkiye’ye olan ilişkilerimiz ise malum, ne yazık ki iyi gitmiyor. Şimdi bir de Mısır’ı kaybedersek ne olacak, ne yapacağız?”(6)
Hasan Cemal’in yapmış olduğu şu yorum da oldukça dikkat çekici: “(Yahudi aleminde) kâbus senaryoları yazılıyor: Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarı ele geçirirse, bölge haritası İsrail’in penceresinden farklı gözükecek. Bir başka deyişle, İsrail İslamcı bir kuşakla çevrelenmiş olacak. Kuzeyden (Lübnan) Hizbullah, batıdan (Gazze) Hamas, güneyden (Mısır) Müslüman Kardeşler, doğudan (Ürdün) yine Müslüman Kardeşler...”(7)
Asker kökenli Tunus Devlet Başkanı Zeynelabidin Bin Ali’nin devrilmesinin arkasından, yine asker kökenli Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmek üzere olduğu, diğer Arap diktatörlerinin korkularından titreme nöbetleri geçirdiği bir sırada, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın başkanlık sevdasına kapılması oldukça ilginçtir. Hükûmet'e ve Başbakan'a yakın duran gazetecilerin başında gelen Taha Akyol’un, üstü örtülü olarak Hükûmet'e ve Başbakan'a yapmış olduğu ikazı bu bakımdan anlamlı buluyor ve bu ikaza katıldığımızı belirtmek istiyorum. Şöyle diyor Taha Akyol:
“İktisat tarihçisi Mısırlı Charles Issawi’nin dediği gibi, Türkiye tarih boyunca bölgesinde yeniliklere öncülük etti; Osmanlı idare sistemi, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, demokrasi… Şimdi de liberal demokrasi ve sivil toplum dinamizmi... Türkiye’nin bugün model olarak görülmesinin arkasında bu ‘zamanın ruhu’nu yakalama tarihi vardır. Dileyelim de Arap diktatörler ‘zamanın ruhu’nu kavramakta daha fazla gecikmesinler… İhvan tekrar radikalizme yönelmesin… Toplumlar artık demokrasi istiyor, hiçbir ‘tek doğru’nun tahakkümü geçerli olamaz artık”.(8)
Başkanlık sevdasında koşan Sayın Başbakan, umarım bu tür ikazları dikkate alıyordur ve Sayın Taha Akyol, umarım bu tür uyarılarını, sadece gazete sütunlarında değil, doğrudan Başbakan’a da yapıyordur. Çünkü Sayın Başbakan'la can ciğer kuzu sarması olduğunu cümle âlem biliyor onun…