28 Şubat, Akıncılar ve Ben [Ömer Sağlam]

Redakte edilmeden, yazarı tarafından   
gönderilen özgün hâliyle yayınlanmıştır
Bilindiği gibi, bizim Akıncıların, namı diğer Mücahitlerin iktidara gelişleri eskidir. En azından Koalisyon ortağı olarak 1970’li yıllara, yani merhum Erbakan’ın öncelikle kadayıfın altının kızarmasını beklediği yıllara kadar demek istiyorum. Ancak Başbakan çıkarmaları 1996 yılında olmuştur. Merhum Necmettin Erbakan, 28 Haziran 1996 ve 30 Haziran 1997 tarihleri arasında yaklaşık bir sene süreyle Başbakan olarak görev yapmıştır. 28 Şubat 1997 yılında alınan Milli Güvenlik Kurulu kararları istikametinde daha fazla dayanamamış ve aynı yılın 30 Haziran’ında görevi bırakmak zorunda kalmıştır.

Mevcut iktidar partisinin temsilcileri, her önüne geldikleri yerde ve gerekli gereksiz yere,“Biz höt deyince şapkasını alıp gidenlerden değiliz” diye efelenip duruyorlar ya. Aslında doğru söylüyorlar! Doğru söylemesine doğru söylüyorlar da, bu doğru öyle bildik doğrulardan değildir. Onların “Biz şapkasını alıp gidenlerden değiliz” lafı, tamamen şapkaları olmadığı içindir! Çünkü Merhum Erbakan, Sayın Demirel gibi lengeri fötr şapka kullanmaz, takke kullanırdı. Demirel şapkasını alıp 7 kere gidip 8 kere geldiyse, Erbakan da takkesini alıp gitmiştir.

Bilindiği gibi Merhum Erbakan, namaz kılarken mutlaka başına beyaz takke takardı. 28 Şubat’ta işte bu takkesini cebine koyup gitti Merhum Erbakan. Üstelik bir daha dönmemecesine…
Dolayısıyla “Biz şapkasını alıp gidenlerden değiliz” lafı, sadece şeklen doğru bir laftır. Esasen bu tür laflar, biraz da uyuyan yılanı uyandırmaya matuf ve darbe taraftarlarını tahrik amacı taşıyan gereksiz ve nahoş laflardır. Çünkü tankın ve topun karşısında değil şapka ve takke, sarık, cübbe, şalvar ve sakal bile duramaz. Siz bakmayın, bugün sakalın, şalvarın ve cübbenin ortalıkta yeniden arz-ı endam etmeye başladığına, Müslüm Gündüz’ün o televizyondan bu televizyona koşturulduğuna. Tankın namlusu ortaya bir çıkmaya görsün, hepsi çil yavrusu gibi dağılır bunların.

Ancak şükürler olsun ki; TSK, en azından bugün için demokrasiyi özümsemiş ve hazmetmiş gözüküyor. Bu sene 23 Nisan resepsiyonunda yaşananlar, bunun en bariz göstergesidir ve TSK’nin bu resepsiyonda vermiş olduğu görüntü, milletimizin kahir ekseriyetinin hoşuna giden bir görüntü olmuştur. Bu seneki resepsiyonda vermiş olduğu görüntü ile Türk Ordusu, bir anlamada bağrından çıktığı milletle bütünleştiğini de göstermiş bulunmaktadır.
Alınmasına sebep olanlarca “Post Modern Darbe” olarak nitelendirilen 28 Şubat kararları, gerçekten de tam bir darbe etkisi yapmıştır ülkede. Ekonomik ve toplumsal sonuçları itibarıyla 12 Eylül Darbesi’nden hiç de aşağı kalır yanı yoktur. Bu sebeple; 28 Şubat Süreci’nin yargı konusu yapılarak, sebep olanların tutuklanmasını ve sorguya çekilmelerini ülkemiz demokrasisinin geleceği açısından son derece isabetli buluyorum ben. Umarım intikam saikiyle insanların izzeti nefisleriyle oynanmadan gerçek bir yargılama yapılır.

28 Şubat sürecinde bizim Çankırılı Akıncılar neredeydi ve neler yaptılar ve bu darbe karşısında nasıl bir tavır aldılar fazla bilmiyorum. Muhtemelen, sessiz kalmayı ve mümkün olduğunca uygun bir köşeye saklanmayı tercih etmişlerdir. 23 Nisan 2012 günü yayınlanan ve 12 Eylül 1980 darbesini konu aldığımız “Allah’u Ekber Humeyni Rehber ve Savulun Akıncılar Geliyor!” başlıklı yazımızda Akıncılar, namı diğer Erbakan’ın Mücahitleri hakkında şöyle demiştik:
“Ülkücülerle devrimciler, ellerinde tüfek ve tabancalar birbirleriyle sözüm ona devleti kurtarma mücadelesi yaparken ve birbirlerini boğazlarken, Akıncılar, ellerinde Kur’an’la aradan sıyrılmayı çok kolay başardılar! Başardılar ve 2002 yılının sonundan itibaren hem Çankırı’yı, hem de büsbütün devleti ele geçirdiler.”(1)

Aynı durum 28 Şubat Post Modern Darbesi için de büyük ölçüde geçerlidir. Zira Merhum Erbakan’ın kurmuş olduğu koalisyonun dağılmasıyla birlikte, Milli Görüş, devletle mücadeleye girişmekten özellikle imtina etmiş, sadece mağdur ve mazlum edebiyatı yapmakla yetinmiştir. İşte bu devrede kendisini büyük ölçüde eğitime, çalışma hayatına ve sessiz sedasız örgütlenmeye vermiştir. 2002 yılında iktidara geldiklerinde ellerinde birikmiş parası da vardı, yetişmiş kadroları da vardı Milli Görüş’ün. Üstelik ellerinde Kemal Derviş tarafından yazılmış bir de ekonomik reçete bulunuyordu. Onun için de fazla sıkıntı çekmemiştir Milli Görüş iktidarı.

Bu arada yaptıkları önemli bir şey daha olmuştur bizim eski Akıncıların ve Mücahitlerin. O da “Milli Görüş gömleğini çıkardık” demeleridir. Böylece, Milli Görüş’e sıkı sıkıya bağlı Erbakan’ın kavgalı ve dargın olduğu geniş muhafazakâr toplum kesimlerinin, özellikle de tarikatların ve cemaatlerin desteğini de almayı başarabilmişlerdir. Erbakan ise, bir avuç sâdık müntesibi ile kalakalmıştır bir kenarda. Ve kahırlı bir hayat sürdükten sonra rahmeti rahmana kavuşup gitmiştir…

Ben mi? Övünmek gibi olmasın; ben 28 Şubat Post Modern Darbesi karşısında hiç de sessiz kalmadım. Kendi çapımda tepkimi açıkça koydum ortaya. Hatta devrin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz bile bir anlamda darbenin yanında yer alıp kendisine askeri bir başdanışman edinirken ben, o tarihlerde sıradan bir Diyanet çalışanı olarak hiç çekinmeden tepkimi yüksek sesle, hem de yazılı olarak ortaya koydum. 

Örneğin 1998 yılının başında kendi çabalarımla yayınlamış olduğum “Balyoz Harekâtı”isimli ikinci şiir kitabımın(2) başına şöyle bir ithaf cümlesi koydum: “17 Ekim 1951 tarihinde başlayan İmam-Hatip hareketinin 46. sene-i devriyesinde bu okullara maddî ve manevî yönden destek olanların aziz hatırasına…”
Ayrıca kitabımın “Takdim” bölümüne şu hikâyeyi aldım:
“Nemrut, Hz. İbrahim’i ateşe atacak kadar ileri gidip, inananlara işkence yapmaya başlayınca, Allah ona ve kavmine sivrisinekleri musallat eder. Sivrisinekler, yaymış olduğu hastalıklarla Nemrut’un kavmini mahv’u perişan ederler. Nemrut ise muhkem sarayına kapanır, pencere üstüne pencere, kapı üstüne kapı yaptırarak saklanır ve sivrisineklerin içeri girmesini önlemek düşüncesiyle bütün delikleri kapattırır. Bu arada sivrisineklerden topal bir sinek, elini açarak Allah’a yalvarır: ‘Allah’ım, arkadaşlarım sağlıklı olduklarından gittiler ve senin emrini yerine getirdiler. Ancak ben sakat olduğum için senin emrine uyamadım ve günaha girdim’ diye niyazda bulunur. Allah ona da en şerefli görevi verir ve ona Nemrut’u öldürmeyi emreder. Topal sinek aldığı emir üzerine uçarak doğruca Nemrut’un sarayına gelir, unutulan anahtar deliğinden süzülerek içeri dalar ve Nemrut’un odasına yönelir.

Odaya girer girmez hemen tahtında oturmakta olan Nemrut’un başına çullanır. Nemrut elleriyle ne kadar çırpındıysa da muvaffak olamaz ve topal sinek onun burnundan girerek beynine yerleşir; başlar beynini kemirmeye. Gel zaman git zaman sinek içeride büyür ve bir serçe kuşu kadar olur. Başı ağrılarla zonklamaya başlayan Nemrut hemen kendisi için bir tokmakçı tutar ve iyi geldiği için başlar her gün kafasını tokmaklatmaya. Ancak ağrılar dayanılacak gibi değildir. Her gün tokmağın şiddeti biraz daha artmaktadır. En sonunda Nemrut dayanamaz ve tokmakçısına bağırır ve ‘Be adam hiç mi gücün yok, biraz daha şiddetli vursana’ diye gürler. Bu emri alan tokmakçı, iyice gerilir ve olanca hızıyla Nemrut’un kafasına indirir tokmağı. İndirmesiyle birlikte Nemrut’un kafası parçalanır ve serçe kadar büyüyen topal sinek de pır diye uçar gider.”
Bu hikâyeden sonra şu cümle ile bağlamıştım sözlerimi: “İnşallah biz de bu topal sinek gibi, bazı Nemrut ve Firavunların beynine ve dimağına girmeyi başarabiliriz…”

Bunlara ilave olarak 28 Şubat Darbesi’nin hemen sonrasında sırf İmam-Hatiplilere ve dini eğitim veren diğer okullara destek olmak ve moral vermek için kaleme almış olduğum “Yeniden Dirilir Binimiz Bizim” başlıklı şiiri de kitabın ilk şiiri yaptım. İşte o şiir:

Boşa uğraşmayın öldürmek için,
Katmer katmer olur kinimiz bizim.
Çiğdemler açar ya işte o biçim,
Yeniden dirilir binimiz bizim.

Bu nasıl çağdaşlık, nasıl uygarlık?
Uygarlık değil bu, tam bir barbarlık.
İnsanı saymıştır en yüce varlık,
İnsanlık öğretir dinimiz bizim.

Ayaklar yürümez, hükmetmezse baş,
İlerleyelim haydi yavaş yavaş,
Taarruzu çoktan unuttuk kardaş,
Savunmada geçer günümüz bizim.

Bir sızı var yüreğimde, derinde,
Kürşatlar bağlanmış at üzerinde,
Kılıçlar pas tuttu artık yerinde,
Kilitlendi sanki kınımız bizim.

Açık, gizli kazılsa da kuyumuz,
Can çıkınca ancak çıkar huyumuz,
Ötüken’de verilse de suyumuz,
Kâbe’ye dönüktür yönümüz bizim.

Yürüyelim haydi Ali, Mehmetler,
Kükremiş aslana neyler kementler,
Azgın sellere dayanır mı bentler?
Elbette açılır önümüz bizim.

Affet sen Allah’ım sefil Ömer’i,
Sana doğru atar durur damarı,
Yesek de felekten sille, şamarı,
Fedadır vatana canımız bizim.(3)
Görüldüğü gibi biz şiirimizde “Kürşat” ve “Ötüken” kavramlarını kullanarak biraz da İmam-Hatipli ülkücülere seslenmiştik. Ancak her nedense sesimizi duyup  “haydi yürüyelim” çağrımıza kulak verenler genelde 1970’lerin Akıncıları ve Mücahitleri olmuşlardır.
Nemrut ile Tokmakçısını konu alan hikâyeyi okuyunca “Şark Bülbülü” isimli Kartal Tibet Filmi’ni hatırladığınızı görür gibiyim. Hani şu gazino patronu ile öfkelendiğinde onu döverek sakinleştiren Mazlum (Kemal Sunal) karakteri arasında geçen komik olaylardan bahsediyorum.  Geçenlerde medyada Star kaynaklı “Çevik Bir 5 vakit namaza başladı” başlıklı haberi okuyunca her nedense yine hatırladım “Nemrut ile Sivrisinek” hikâyesini.  Habere göre “Gözaltındayken polislerden seccade isteyen Çevik Bir, abdest alıp yatsı namazı kılmış. Yaklaşık 3.5 gün Ankara Terör Şube’de gözaltında kalan Çevik Bir, bu sürede polislerden seccade isteyerek 5 vakit namaz kılmış ve 3 şüpheli de Çevik Bir’e eşlik etmiştir”(4).

20 Nisan tarihli söz konusu haberin altına kendi facebook sayfamda şöyle bir yorum yapmıştım: “İnsanların ne zaman hidayete ereceğini ancak Allah bilir. Malum; Hz. Ömer de Hz. Muhammed'i öldürmeye gittiği yolun sonunda hidayete ermişti.”



Ömer Sağlam___________
2-Ömer Sağlam, Balyoz Harekâtı-Şiir, Ankara, 1998, ISBN 975-94590-0-0
3-Age, s, 1.

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN