Ayrıca bu gece, çağımızın "Bilgi Postacısı" Okan Bayülgen'in; TV 8'deki programında da bu önemli konu işlenecek. Şu an, benim bu yazımı okuyabiliyorsanız bu, o programın da kısa süre önce bittiği anlamına gelir.
Alzheimer, Alman kökenli gibi görünüyorsa da İngilizce bir kelime. Türkçesi alzaymır ama nedense hemen her yerde İngilizcesinin kullanımı daha yatkın. Bu nedenle konuyu anlatmak isteyen insanlar hangisini kullanacaklarını şaşırıyorlar. Alzaymır yazdığınızda hemen tepkiler yağıyor:
- Daha adını bile yanlış yazmışsın!
Hastalığın nasıl başladığı, geliştiği ve sonuçları hakkında yazılıp söylenmiş varsayımlardan ben de bahsetmeyeceğim. Onları internetten rahatça bulabiliyorsunuz. Yalnız şunu da söylemem şart:
Dünyada kırk milyon civarında alzaymırlı olduğu tahmin ediliyor. Tatsız beklentiyse bu sayının kısa zaman içinde "yüz milyonu aşması"...
Yurdumuzdaki sayınınsa üç yüz bin civarında bulunduğu, ama bu sayının gerçek rakamların çok çok altında olduğu yolunda söylentiler var.
Bu ilginç bir hastalık. Kendisi başlıbaşına büyük bir problemken başka hastalıkları da ağ gibi yanına çekip dertlere dert katabiliyor. Bu nedenle hastaya, bağışıklık sistemini zayıf düşürmeyecek bir beslenme rejimi uygulanmalı. Morali elden geldiğince yüksek tutulmalı; sosyal hayattan, eski alışkanlıklarından kopmaması için elden gelen çaba gösterilmeli.
Bugün demans olarak adlandırılan "bunama"nın yalnızca bir türü alzaymır.
Dedemde de iki yıldır aynı hastalık olduğu için biliyorum. Kişiliğinde büyük değişiklikler oluşuyor. Öyle ki en basit ihtiyaçlarını bile karşılarken neler yapması gerektiğini hatırlayamayıp bunu etrafına sorabiliyor. Derdini anlatamayınca sinirleniveriyor. Eskiyi çok iyi hatırlayıp, birkaç saniye önce yaşanan bir olayı ya da söylenen bir sözü unutuveriyor.
Kesin olmasa da alzaymır hastalığının ortaya çıkış nedenleri arasında olduğu düşünülen çok sayıda etken var. Bunlar arasında kalıtsal faktörler, beyinde protein birikimi, beyin hücrelerinin ölümü, sinirsel iletimin bozulması, kafa travmaları, bazı metal ve zehirli maddelerin şu ya da bu nedenle vücutça emilimi ya da solunması; obeziteden uykusuzluğa, çelişkili gibi görünse de içki içmekten içmemeğe, depresyondan damar hastalıklarına kadar akla gelen pek çok olgu, diğerlerine göre daha önde gibi görünüyor.
Bazılarının iddia ettiği gibi hastalığı kesinkes kalıtsal etkenlere bağlama iddiası da aşağıdaki iki neden yüzünden pek geçerli değil.
Hastaların ancak yüzde 10’unun aile öyküsünde alzaymırın varlığı tespit edilmiş. Tek yumurta ikizlerinden birisi bu hastalığa yakalanabilirken diğeri ondan 40-50 yıl sonra bile sağlıklı bir hayat sürdürmeye devam edebilmekte…
Yaş ilerledikçe, alzaymırın görülme riskinin fazlalaştığıysa bir gerçek gibi...
Neden gibi dedim?
Bugün için bilim, bu faktörü de tam olarak ispatlayamamış durumda.
Yalnız bu konunun üzerinde diğer faktörlerden daha fazla duruyorlar.
Yaş konusuna girince, kutsal kitabımızın "Yasin Suresi"nden bir ayeti bu sayfaya taşımak ihtiyacına kapıldım birden. Varın kendiniz karar verin ayetin söyledikleri üstüne:
- Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak yaratılışta onu tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?
Bazı tıp adamları da alzaymırın abartıldığı kadar çok insanda görülmediğini bu bilgiyi bazı ilaç şirketlerinin pompaladığını ve bazı basın organlarının da onlarla işbirliği yaptığını söylüyorlar. Kanser ve kalp damar hastalıklarının daha ön planda değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyorlar.
Bu itirazlar genelde, yazarlıkla tıp doktorluğunu bir arada götüren kesimden, yani isimlerini afişe etme cesaretini gösterebilen insanlar arasından çıkıyor.
Onların bir iddiaları daha var. Bugüne kadar alzaymırda kullanılan ilaçlar ilaç şirketlerinin kasasına yeni ve daha büyük kasalar katmaktan başka bir işe yaramadı. Yani çare sağlamıyor.
Geçmişte "Domuz gribi", "Kuş Gribi" falan derken; bunun da örneklerini yaşayıp o şirketlere karşı güven kaybettik zaten.
Gerçek bilim insanlarına gelince…
Onlar hâlâ araştırıyor.
Hastalığın kesin nedenini bilmek için hâlâ çaba harcıyorlar.
Bir hastalık, bir kişide bile görülse hemen üzerine eğilinmesi gerek. Çünkü bir kişinin bile yaşamını kaybetmesi, küçük kıyamet denecek kadar şiddetli izler bırakan büyük bir olay.
Kurtarılabilecek bir can içinse her olanağı kullanmak şart.
Neden ya da nedenler ortaya çıkarsa tedavi umudu da artacak.
Yoksa insanlığın vay hâline!
İdil Tulun