Karyenler ve İlk Atina "KAYIP KITALAR KİTABI 3" [Günay Tulun]

"KAYIP KITALAR SERİSİ 3"
Onların, yani Türklerin; tarihsel gerçekler içinde konuya mutlak surette girip duracaklarını bilmeme rağmen, kutlu atalarımı şimdilik bir yana bırakarak, sürdürüyorum konuyuBu bir yana bırakma ne kadar uzun ömürlü olur, onu da gelecek satırlar belirleyecek. Ben, tarafsızlığımı gösterebilmek amacıyla elimden geldiğince uzak durmaya çalışacağım Türk sözcüğünden. Elimden geldiğince ve tarihin sayfaları izin verdikçe tabii…
KARYENLER ve ESKİ ATİNA 
Mu’dan yola çıkan Karyenler; Batılıların, “Cristóvão Colombo ve Amerigo Vespucci tarafından Amerika’nın keşfedildiği saçmalığı”nı yaymalarından on küsur bin yıl önce, zaten eskiden beri bildikleri Amerika’nın güneyinde, yani Güney Amerika’da; koca bir imparatorluk kurdular. Hatta buradan hareketle hem Atlantis’e hem de Ege ve Karadeniz’e kadar uzanan bir yolu göze alarak kendilerine yeni yurtlar edindiler.
Karyenlerin, Kraliçe Mu başkanlığındaki Atheniyenler boyu, “Birinci Atina”yı kurdu. Bu ilk Atina da anlattığım kıtalar gibi, dünyanın derinliklerinde oturmaktadır şimdi.
Mu'nun insanları, Atina'yı kurmadan çok çok evvel, Türk tarihi içinde önemli bir yer alan; "başka ırklarla karışmalarından önce uzun boylu, beyaz tenli, renkli gözlü; kumral, kestane hatta sarı saçlı insanların devletini" yani Uygur İmparatorluğu'nu da kurmuşlardı.

İlk Atina’yı kuran Karyenlerin, aynı göç yolunda birlikte geldikleri çok büyük bir Karyen grubu da yoluna devam ederek, Akdeniz üzerinden Anadolu’nun çeşitli bölgelerine, özellikle batı ve iç kesimlerine dağılıp oralarda yerleştiler. Gittikleri yerlerde halkın arasına karışarak kendi kendilerini ya asimile ettiler ya da ora halklarıyla öyle kaynaştılar ki kim yerli kim göçmen anlaşılmaz oldu.
Bu halkın özellikleri, size; bildik birilerini hatırlatmadı mı hâlâ?
Karyenlerin, İlk Atina’yı kurdukları topraklara varmadan önce birbirlerinden ayrılmamış olması, ilk Atina’nın seçildiği yerden itibaren aralarında fikir ayrılığı oluştuğunu ve bu yüzden ikiye bölündüklerini anlatır bize…
Bugün, artık çok az kişi bilir ya da hatırlar olsa da “Eski Yunan”da bir inanç vardı. Kendilerinin soylu olduklarını ortaya koymak isteyenler, Karalar olarak da bilinen Karyenlerden geldiklerini iddia ederlerdi. Aslında kara ile başlayan soyadlardan, özellikle de soyadı kullanımı yaygınlaşmadan önce de o soyu tanımlamakta kullanılan ve ne kadar köklü olduklarının ifadesi sayılan “kara” ile başlayan lakaplardan çoğunun nedeni budur.


İşin, trajedi ağırlıklı trajikomik yanıysa şu: 
Latinceden tırtıklanan ve sözlük anlamı bile "hırsız, hilekâr" olan Grek, Dorlardan cebellezi edilmiş Hellen, İyonluları tanımlamak için kullanılırken Greklere ad olan Yunan ya da her ne adla hitap edilirse edilsin; işte o milletin çok eskiden beri Türk düşmanlığıyla beslendiği, Türklere soykırım yaptığı, dünyanın her yerinde Ermenilerle birlikte tüm Türk çıkarlarına saldırdığı bir gerçek. Peki, Türk'le Yunan'ın DNA testi yapılsa sonuç ne çıkar acaba?.. 
Fazla karışmamış, özü mümkün mertebe korunmuş, yani Karyenlerle bağı silinmemiş sülalelerin DNA'ları benzer çıkmasın sakınO zaman, kardeşlerin ayrılık ve düşmanlıkları nedeniyle acı bir analiz olmaz mı bu?..
Yunanlının, yakıcı bir düşmanlık taşıyan hâlleriyle kökenleri arasındaki olumsuz ilişkiyi en iyi anlatacak cümle, şu olabilir bence: Yunanlılar Karyen olduklarını iddia edebilir, hatta gerçekten de Karyen olabilirler. Olayın püf noktası; Karyenlerin, bugünün Yunanlısıyla ilgisi olmamasında yatıyor. 
THİRA ADASI 
Çok geniş bir alana yayılmışken, yer altı hareketleri ve yanardağ faaliyetleri sonucu, büyük kısmı batmış; bir Ege adasıdır Thira..
Thira ve onun çevresindeki toprakların üzerinde yaşamış halkların kaderi bugün bile korkutur insanı… Çünkü, onu parçalayarak büyük kısmını batıran yanardağ, şu anda bile denizin dip kısmına lav akıtmakta, yani faal…
Bazıları, Thira'nın Atlantis olduğunu iddia etmiş. Hâlâ edenler de var. Bence onun Atlantis’ten çok, eski yani “İlk Atina” olması daha mantıklı.
Eski Atina’nın, göçüşünden “önce, sonra ya da aynı anda” ünlüler ünlüsü Atlantis de battı. Neden mi böyle acayip bir cümle kurdum. Söyleyeyim… Olmasa şaşardım dememek için dilinize pranga vurmanız gerekecek ama ne yapalım ki bu konu üzerinde de farklı görüşler var. “Thira olayı Atlantis’le aynı anda yaşandı. Hayır, Thira daha önce battı. Yok yok Atlantis daha önce…” şeklindeki bu iddialara karşın, ikisinin batması aynı anda olmasa da aynı anda olmuş kadar yakın bir sürede gerçekleşmiş olabilir. 
Sanki en mantıklısı da bu gibi geliyor insana. Çünkü her ikisi için ileri sürülen tarihler birbiriyle çakışıyor. Bu bölgedeki volkanik hareketliliğin, uzak geçmişten bu yana sürüp durması, değişik görüşler oluşmasının etkenlerinden biri olabilir.
Ne dersiniz?
Mu ve Atlantisliler teknolojiye o kadar hâkimlerdi ki… İşte bu hâkimiyet, Atlantis’in sonunu getirmiş olabilir. Bazı efsanelere göre Atlantis’in batışı; buldukları “cehennem silahı”nın kontroldan çıkarak, durdurulamaması sonucu olmuş.
KADİM UYGARLIKLARI ANLATAN BELGELER NERELERDE SAKLI? 
Bunlar nasıl biliniyor derseniz…
Özellikle “Güney Asya”daki tapınaklarda koruma altına alınmış bilgiler var! Çin, Viet-Nam, Tayland, Hindistan, Nepal, Tibet gibi ülkelerde haritalar, belge ve tabletler var! Bunlar özellikle dinsel merkezlerde… Orta ve Güney Amerika’da buluntular; Mu’nun batışından sonra su üstünde kalabilen ve adaya dönüşen topraklarda yazılı taşlar, eserler var! Eski Mısır’ın mirası ve hepsinden önemlisi Mısır’ın “Ölüler Kitabı” var! Ne yazık ki, Mısır’da bulunan ve daha fazla bilgi vermesi muhtemel tüm eski belge ve atlaslar; İskenderiye Kütüphanesi’nin, Hazreti Ömer’in üzerine atılan ama aslında Hristiyan yobazlar tarafından yakılması sırasında yok edilmiş. 
Kütüphanenin bu kadar zengin olma nedenleri; Mısır dışına gönderilen memurların, buralarda buldukları her kitabı satın alıp kütüphaneye getirmesi ve Mısır’a geçici de olsa getirilen her kitabın zorunlu olarak kütüphaneye teslimi ve ancak bir nüshası çıkarıldıktan sonra sahibine iade edilmesi yoluyla uygulanmış olan sistemdir. Tahmin edebileceğiniz gibi; sahibine iade edilen eser aslı değil, nüshası olurdu. Böylece, her bilime ait her eserin orijinali, kaybolmaması için koruma altına alınmış oluyordu.
Dahası da var ama bunlar yetmez mi? Hah! Bir de Yunan alfabesinin kökenini araştırmanızı öneririm. Tamamının Mu dilinden alındığı yolunda güçlü bir iddia var.Bir gün onları da yazmak nasip olur inşallah!…

Günay Tulun

  “KAYIP KITALAR KİTABI
adlı serinin bir önceki yazısı "Lemurya, Muraya, Mu” ve
yeni yazı "Atlantis Değilse"yi, site ana sayfasındaki
"*YAZILAR ARŞİVİ-Sayfa III"ten seçebilirsiniz.

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN