Babacan Dedi ki “Müslümanlara Baskı…” [Günay Tulun]

“Babacan Ne Dedi?” yazısıyla ilgili soru soran bir kardeşimize cevap vereyim derken iş kendiliğinden yazı serisine döndü. “Babacan, Başka Can, Bir Soru, Yarım Cevap” la devam eden maceramızı noktalayalım şimdi.
Aşağıdaki birkaç olayı okuyup kendi gözlemlerinizle birleştirirseniz, Müslümanlara karşı yapılan baskının şiddetini başkasına ihtiyaç duymadan ölçmüş olursunuz. Haydi hayırlısı…
.
-Adam eşiyle Fatih’e giden dolmuşa biniyor. Dışarıda meslektaşlarıyla sohbet eden şoför yanlarına gelip “Başka yere geçin” diyor. Adam bu isteğin nedenini soruyor. Cevabın özeti, “Parmağına yüzük taktın diye birlikte mi oturacaksın? Bizim mezhebimiz de yazmaz kardeşim” oluyor. “Yanımdaki eşim” dediğinde de “Kardeşim ne dediysek onu yap, yapmazsan gitmiyorum.” cevabını alıyor. Şoför gerçekten de gitmiyor ve diğer yolcuların homurtuları da başlayınca karı koca olan çift mecburen dolmuştan iniyor. Hemen orada bulunan bir polis otosuna gidip şikâyetçi oluyorlar. Aldıkları cevap: Polis ellerini iki yana açtıktan sonra dudak bükerek kafasını iki yana sallıyor.
Yıllar önce, Karaköy-Fatih dolmuşlarının Baylan Pastanesi’nin az ötesinden kalktığı dönemde yanımdaki üç arkadaşımla birlikte neredeyse kopya kâğıdı konmuş gibi buna benzer bir olaya ben de şahit olmuştum.
.
-Seçimlerin ertesi günü... Adam minibüsüne binen hanımı, hiç araba bulmasının mümkün olmadığı bir yerde zorla indiriyor. İndirmek değil, basbayağı minibüsünden atıyor. Sebep? Gömleği yarım kolluymuş. Şoför” Bundan sonra böyle, işinize gelirse!” diyor. Tüm yolcular sus pus. Olayı anlatana soruyorum, “Madem şikâyetçiydiniz siz neden müdahale etmediniz?” Bozularak cevaplıyor. “Minibüsçülerin birleşip adam dövdüklerini bilmiyor musun? Hastanelik olsaydım memnun mu olurdun?”
.
-Aile ve din eğitimlerinin gerçekten çok iyi olduklarını gözlemlediğim kızlı erkekli yedi arkadaş, ders çalıştıktan sonra birer dondurma almak için bir pastaneye giriyorlar. Dondurmalar hazırlanırken bir masaya oturup sessizce bekliyorlar. Pastane sahibi olduğunu söyleyen orta yaşlı biri “Aynı masada oturamazsınız” diyerek hepsinin orayı terk etmesini istiyor. Çocuklar, “Yanlış bir şey mi yaptık, kimseyi rahatsız etmedik” deseler de nafile. Hemen birkaç adam daha peydahlanarak çocukların ürkmesine ve parasını ödedikleri dondurmalarını almadan orayı terk etmelerine neden oluyor. Yanlarında kız arkadaşları olmasaydı belki onların cevapları da farklı olur, olay gazetelerin üçüncü sayfasına geçecek bir hâl alırdı. Ben de yıllar önce, adı çok ünlü bir pastanede, buna tıpa tıp benzer bir olaya şahit olmuştum.
.
-Her gün namaz vaktini kovaladığına şahit olduğum Müslüman görünümlü birisi, “Abi, kadın pantolon giydi mi ona bir şeyler yapmak farz olmuştur” dediğinde kulaklarıma inanamamıştım. “Ne görüyorsun da böyle söylüyorsun” dediğim de “Bizim hoca öyle söylemişti" diyerek burada yazamayacağım türden sözler eklemişti hocasının ağızından..." Bu hocalar sapıkça şeyler mi öğretiyorlar millete. Peki ya millet? Öğrenecek başka şey mi kalmadı dünyada... El insaf! Günah be günah!
.
-Bu da gazetelerden... İzmir’de yemek yemek için girdikleri lokantada eşiyle yan yana oturan doktora, garson gönderilerek yapılan uyarı: “Müessesemizin kuralı, ileride uygunsuz durumlar olabileceği için eşinizle yan yana oturamazsınız.” Gırgıra bakın! Demek ki bu insanlar birisiyle yan yana oturunca akılları uygunsuz işler yapmak için çalışıyor. Tıp kitaplarına göre hangi hastalığın belirtisi olduğunu biliyorum ama…
.
-İş arkadaşlarımızdan bir hanım kızın diş ağrısı tutuyor. Dayanılacak gibi değil. Çevrede diş doktoru arıyorlar. Yok ki yok! Yakın semtlere gitmek için araba beklerken bize rastlıyorlar. Biz de dış ticaret müdürüyle bir iş görüşmesinden dönüyoruz. Arabayı kullanan da o. Bekleyenleri hemen alıyor ve dış ticaret müdürünün dişçisine gidiyoruz. Dişçi Fatih’te… İçeri giriyoruz. Adam bize, “Bekleyin biraz, bakarız” diyor. Hastalar geliyor, hastalar gidiyor, dişçi bakmıyor ama gelen bize bakıyor, giden bize bakıyor. Hasta profili de bir acayip. Sanki hepsi aynı yerde üretilip sokağa salınmışlar gibi. Bu arada Telefonlar geliyor; doktor arayanlara, “Müsaitim, buyurun gelin” diyor. Gelen; dişçi koltuğuna çöküyor, işini bitirip, hatta bazen yapılan ikramı da kabullenip gidiyor. Bizim için gidense zaman. Hanım kızımızsa kıvranma krizinde... Sabır taşım çatlıyor, dişçiye sesleniyorum. “Doktor bey, hastaya bakma niyetiniz var mı?” Adam beni hiç muhatap almadan bizi oraya getiren arkadaşımızla bir şeyler konuşuyor. O da “Bugün çok yoğunmuş, hadi gidelim” diyor. Çıkıyoruz. Bir başka semtte bir başka dişçi bulup çocuğun derdini hallediyoruz. Ondan sonra dış ticaret müdürüne soruyorum, “Fatih’teki dişçi ne dedi?” Israrım karşısında söylüyor. Onun müşteri tipini anlamış olmam gerektiğini söyledi. “Senin getirdiğin karıya bakarsam bir daha bana gelen olmaz. Gelenleri görmedin mi, ona bakarsam burayı kapamam lazım.” demiş.
Lafa bak karı! Bre tıbba ihanet eden adam, bre insan düşmanı insafsız, madem ki bakmaya niyetin yoktu, şunu baştan söyleseydin de zavallının ızdırabına ızdırap katmasaydın ya!
.
-Ünlü Selimiye Camii'ndeyiz. Hoca hutbede vatan sevgisini anlatıyor. Derken iş kutsal "Kurtuluş Savaşı" mıza geliyor. Camiye birlikte geldiğimiz yanımdaki kişi duyulacak bir şekilde "Kurtarmasalardı!" dedikten sonra ağızının içinde çirkince bir şeyler geveliyor. İbadetimizi tamamladıktan sonra dışarı çıktığımızda ne demek istediğini soruyorum. Eğer kurtarılmasaydık, az önceki ibadetimizi özgürce yapamayacağımızı, şu an belki de Yunanlılar'ın oyuncağı olduğumuzu, Yunanlılar'ın hâlihazırda ülkelerindeki Türkler'e yaptıklarını kendisinin de çok iyi bildiğini hatırlatıyorum. Cevabıysa Müslüman Türk kimliği taşıyan biri için çok, ama çok acı... Kirletilmiş bir beyinle yalan, kin ve uşaklık saçarak; "Kurtarmasalardı! Kim kurtar dedi! Yunanlılar olsaydı dinimizi daha iyi yaşardık." Bu nasıl bir göz ve akıl körlüğüyle sakatlanmışlıktır ya Rab' bim! Daha birkaç dakika önce, özgürce ibadet ettiğimiz, hatta kendisinin ibadethaneye saygı nedeniyle içinde asla söylenmemesi gereken sözleri söylediği cami kapısından çıkmıştık. Yalanlarla yitirilmiş bir Müslüman daha... Ne acı değil mi? Önce dinine, sen saygı göstermeyi öğren de...
Allah'ın hikmeti bu ya, hemen birkaç gün sonra Bulgaristan'da Türkler'in asimilasyonu, ibadet özgürlüğünün kısıtlanmasını yaşıyoruz. Kendisine "Gördün mü?" diyebiliyorum ancak. Çünkü öyle hızlı bir şekilde uzaklaşıp gidiyor ki yanımdan.
Bu kişi daha sonra dini istismar eden bir parti adına belediye başkanlığına aday olmuş ve diğer partinin adayını bayağı zorlamış. Yeni seçimlerde de kazanma ihtimali olan birisi... Allah yüce dinimizi böyle insanların şerrinden korur inşallah...
İşin trajikomik yanıysa bu şahsın Rumeli Türkleri'nin çektiği işkence ve haksızlıklar hakkında yazılar yazması...
İşin trajikomik yanıysa dedelerinin "Batı Trakya" mübadillerinden olup aileleriyle birlikte canlarını kurtarabilmek için büyük zorluklarla Türkiye Sınırları'ndan içeri girebilmesi...
.
-Güzeller güzeli Malatya’da, kadın oldukları şüpheli “Duyarlı Malatyalı Kadınlar” ın, bir gece yarısından sonra dükkânların kapı altından gizlice attıkları bildiri de çok ilginç. “İç çamaşırının vitrinlere konması gençlerin hayâ ve iffetini zedeliyor.” Allah Allah. Kendilerinin değil de gençlerin hayâ ve iffeti zedeleniyormuş. Kapılarının altından gelen "Sizi uyarıyoruz!" ifadeli bu bildirinin muhatabı olan esnafın neredeyse tamamı hacı hoca takımından. Bir insan satışa sunulan iç çamaşırından bu derece etkileniyorsa bu fetişizm gibi bazı ruhsal bozuklukların işareti değil midir? Bunu söyleyen ben değilim. Açın tıp kitaplarını bakın. Söyleyen bilim…
.
-Yine gazetelerden... Antalyalı biri, türban takmıyor diye eşini boşamaya kalkmış. Kardeşim aklın ilk gördüğünde, sözlülük, nişanlılık dönemlerinde neredeydi? Efendim, adam bilmem ne tarikatının üyesiymiş de… Yapmayın be kardeşlerim, yapmayın! Tarikat Allah’a ulaşma, Allah’ı tanıma yoludur. Geylanî, Yesevî, Mevlâna, Bektaş, Bayram, Yunus, Mahmud, Sezayi ve binlerce muhteşem insanın adının birlikte anıldığı o sözcüğü böyle fütursuzca kirletmeyin. Tarikat insan sevgisinden geçer, tarikat Allah sevgisinden geçer! Bunu yanlış öğretene de, yapana da, mubah görene de yazıklar olsun! Hem cahil olup dinlerini adam gibi öğrenmedikleri hem de ilahî yasaları çiğnedikleri için.
.
-Çok ünlü bir caminin, oldukça ünlü bir imamı var. Yakın dostum. Anlatacaklarımı, katıldığım dini bir toplantıda diğer katılımcılarla birlikte onun teyzesinden dinledik. Olay şu…
Teyze doğma büyüme Fatihli. Sonradan Erenköy’deki Böcekli Camii’ne yakın bir eve taşınmışlar. İşte bu teyze; Ramazan Ayı’nda, “Ölmeden önce gidip Fatih'imi dünya gözüyle bir daha göreyim, camim de bir namaz kılayım” diye niyetleniyor. Kalkıp onca yol, onca eziyeti göze alarak erkenden yola düşüyor. Saat on civarında eski mahallesine varıyor. Çocukluk, gençlik ve daha birkaç yıl öncesine kadar hayatının büyük kısmını yaşadığı evinin önünden geçip hemen sokağın dibindeki camiye yöneliyor. Gerisini özetlenmiş olarak ondan dinleyin.
”Avludan içeri adım atmak istediğimde birisi ‘Ne arıyorsun?!’ diye seslendi. Önce üstüme almadım. Adam yine seslendi. ‘Hey! Sana söylüyorum! Ne arıyorsun?!’ baktım neredeyse iki karış sakallı ve şalvarlı. "Sana ne!" diyecektim ama korktum. ‘Burası benim eski mahallem, bir namaz kılayım istedim’ diye cevapladım. Adam içeriye seslendi, ‘Gelin hele, bakıverin şuna!’ Sandım ki benimle ilgilensinler diye birilerini çağırıyor.
Gerçekten de ilgilendiler. İçeriden bir sürü kapkara çarşaflı insan çıkıp bana bağırmaya başlamaz mı? Çarşafları da belli ki ipek. Göze vuruyor parlaklıkları. Ben o patırtıda derdimi anlatmaya çalışırken bir ikisi sopa sallayarak üstüme geldi. Söylemeye utanıyorum ama yaşımı unutup öyle bir kaçtım ki, gören çok gülmüştür arkamdan. Söyler misiniz, namaz kılmak istemekle onlara hangi kötülüğü yaptım ben?”
Dinleyenlerden bir kısmı Orayı tarikatçılar zaptetmiştir" dedi, bir kısmı da başlarından geçen benzer "Fatih Öyküler" ini sıraladı.
Söylemedim değil mi? Teyzemiz çok yaşlı ve havanın çok sıcak olmasına rağmen paltoya benzer bir pardesü giyen, başını Anadolu usulü örten, tam tekmil kapalı biriydi.
.
Müslümanlara baskı konusunda aklıma hemen, bir çırpıda gelenlerden yalnızca birkaçı bunlar. Ramazan Ayı'nda oruç tutmayan ya da tutamayanların dövülme ve öldürülmelerinden söz açmadım bile...
Sizlerin başından çok daha şiddetlileri de geçmiş olabilir. Zaten, tarafsız yayın yapma gayreti içindeki sayıları maalesef çok azaltılmış gazetelerde, bu tür olayların bolca yaşandığını sizler de okuyup duruyorsunuz. Bu olaylar: Menfaat gökdelenlerini çoğaltmak isteyen kötü toplum önderlerinin peşine takılmanın ne kadar yanlış olduğunu göstermekte...
Bu olaylar: Böylelerinin peşine takılan büyük çoğunluğun, gerçek dinden nasıl uzaklaştırıldıklarının ve günahkârlar sınıfına nasıl kayıt yaptırdıklarının acıklı belgelerini oluşturmakta...
Doğru; Ali Bey, Ali Babacan Bey haklı. Hem de yerden göğe kadar.
Müslümanlar gerçekten de baskı altında. Onlara bilerek, isteyerek baskı uyguluyorlar. Üstelik dertlerini anlatacak hiç ama hiçbir merci de yok artık. Kurtarılmış bölgeler oluşturan, dini yobazlıkla eş tutan bir takım cahiliye devri kalıntıları Müslümanlara eziyet ediyorlar.
Ne uğruna? Ne uğrunaysa onu bilemiyorum.
Yalnız onlara bir tavsiyem var. Müslümanlar arasında Yezid'in yaptıklarını yaparak şeytanca nifaklar oluşturmaktan vazgeçin. Hep söylüyorum; kendinizi, gelecek hayatınızı, yani sonsuz hayatınızı düşünüyorsanız açın Kur’an-ı Kerim’i. Açın; kendi gözlerinizle, kendi aklınızla okuyun.
Bugüne kadar yanlış yaptığınız o kadar çok şey bulacaksınız ki orada...
.
.
.
Günay Tulun
Yazarlar ve Ozanlar Grubu

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN