"İstanbul'u Kim Kurmuş"taki konuya döneceğimizi söylemiştim. Ara vermeden devam ediyorum.
Merak bu ya!
Alparslan'dan iki yüzyıl önce, güney ve güneydoğudan girerek, Türklere Anadolu'nun kapısını açan, Anadolu'yu yurt edinen ilk Türk Devleti "Tulunoğulları"; dokuzuncu yüzyılın sonlarında Akdeniz ve Ege'de cirit atarken, Ege Adalarını üs yapıp kullanırken, Selanik’i işgal ederken, uydurulmuş bir devlet olan Bizans'ın mirasçısı olduğunu çığlık çığlığa haykıran Yunanlılar neredeydi acaba?
Yok - tu - lar!
Romalılarsa oradaydı ve Tulunoğullarıyla savaşıp pes etmekle meşguldüler.
Peki, bugün, "Kıbrıs benimdir!" diye avaz avaz bağıran Yunanlıların, oraya Türkler tarafından götürüldüğünü bilir misiniz? Dünya Savaşı’nın en karışık günlerinde Almanlardan kaçıp Türkiye’ye sığınan, Türkiye’den imdat bekleyen sayıları yüz bini aşkın Yunanlı; tamamen insani amaç güdülerek, gizli operasyonlarla peyderpey Kıbrıs’a yerleştirildi. Amaç canlarını kurtarmak için geçici iskân sağlamaktı. Onlar da Kıbrıs'a gittikten bir süre sonra, yapılan iyiliğe teşekkür niyetiyle (!) İngilizlerden de destek alarak eski nüfus kayıtlarının birçoğunu yok edip yeni kayıtlar düzenlediler. Bugün Rum olarak adlandırılan Kıbrıslı nüfusun ağırlıklı kesimi, bu insanlardan oluşuyor. Sonuç olarak diğer adalar gibi Kıbrıs’ı da götürmek üzereler.
Bunlar neden açıklanmaz ki?
Sanmayın ki diğer dediğim o adalar da öz be öz Yunan malıydı.
Sakın sakın sanmayın. Hiçbiri değildi.
O sahipler; Fenikeliler, Mısırlılar, Kartacalılar, Romalılar, Tulunoğulları, Maltalılar, Cenevizliler, Venedikliler, Osmanlılar diye saymaya başladıktan sonra; ne nefeslerimizin ne de benim diyen bilim neferinin bilgisinin yetmeyeceği sayısal bir derinliğe sahip.
Bu sayıyı da ancak "Zamanın Ulvi Bekçileri" bilir.
İstanbul, Not Constantinople
Bu girizgâhla birlikte, özellikle Türklere ait her şeyi tırtıklamaya alışık olan Yunanlıların; Roma'yı Bizans yapıp sonra da sahiplenme çabasını, vesikaya bağlayıp mühürlediğimi umarım. Hani ünlü bir şarkının anlattığı gibi... "İstanbul, not Constantinople"...
Küçük bir notum daha var.
Fatih saygısını göstermek için o günkü adını telaffuz ederek "Konstantiniyye" demiş ama bazılarının bu yüzyılda hâlâ "Bizans, Konstantinopolis, Konstantinopl" demeye bayıldıkları İstanbul'un; Roma İmparatorluğu Dönemi'ndeki adı, "Nova Roma" yani "Yeni Roma"ydı. Kuruluşta kullanılan bu isim, bir süre sonra değiştirilse de halk katındaki kullanımı çok uzun yıllar boyu sürdü. Bugün bile İstanbul'u anlatırken, ondan; "Roma" ve "Yeni Roma" olarak söz edenler var. Yerli malı tırtıkçılar, tırtıkçılığı bıraksınlar artık. Komik oluyorlar. Oluyorlar da bu tarih talancıları, konuyu bilmeyen herkesi kandırarak, tarihin yalanlarla yazılmasına aracılık ediyorlar. İşte bu çok çirkin! Üstelik Konstantin adının da Yunan'la hiç mi hiç ilgisi yok. Köküne kadar Roma adı...
Yunan'a yani Greklere gelince...
Grek sözcüğünün Latince karşılığı; hilekâr, dolandırıcı, hırsız demektir. Fransızca Larousse'da bile durum aynı. Yunanlılar, bu yüzden İkinci Dünya Savaşı sonrası kendileri için yeni bir ad bulmuşlar ve dünyanın kendilerini bu adla tanımasını istemişlerdir: Helen!
Greklik onların genlerinde öyle yer etmiş ki hiçbir şey yapamasalar, başkalarına ait geçmişi çalıp kendilerine yamamaya çalışırlar. Her şeyi kendilerine mal etmeye pek teşnedirler. Önce yaygarayı basarlar; sıkışınca da hop, zavallı mağdur rolü…
Götürdüklerini sıralasak mı dersiniz?
Ege Adaları, Batı Trakya, Girit, Rodos, Kıbrıs'ın şimdilik üçte ikisi, Karagöz-Hacivat, şiş kebap, rakı, lokum, baklava ve say say bitmeyecek bir dolu varlık.
Tarihi çaldıkları gibi bunları da çalıp "Yunan Malı" yaptılar.
Yenilerini de yapma gayretindeler.
İnsan sütü emmişler için, irinle dolmuş memedir bunlar.
Hem Keller Hem de Fodul
"Trakya'da yaptıkları"nı, "Anadolu Soykırımı"nı unuttuk sanmasınlar.
Durup dururken büyük bir iştahla geldiler; hamile, çocuk, sakat, yaşlı demeden insanları yok ettiler. Yenilip kaçtıktan yıllar sonra da Türkler bizi Batı Anadolu’da soykırıma uğrattı diye her yılın Eylül 14‘ünü, feryat figan "Soykırımı Anma Günü" olarak kullanmaya başladılar.
İnanmazsanız, Yunanistan Cumhuriyeti'ne ait 21 Eylül 2001 tarihli resmî gazetenin birinci cilt 207. sayısını bulun. Oradaki, 304. cumhurbaşkanlığı kararnamesini ve "14 Eylül Anısı Etkinlikleri Organizasyonu" başlığıyla yayınlanmış 2645/1998 sayılı "14 Eylül’ün Küçükasya Elenleri’nin Türk Devleti Tarafından Soykırıma Uğratılmalarının Millî Anı Günü Olarak Belirlenmesi Hakkındaki Kanun"u okuyun. O kanundaki şu ayrıntıyı da gözden kaçırmayın: Anma günü, mutlaka genel tatil günü olan pazara denk gelmeli. Gelmezse 14'ünden sonra gelecek ilk pazar gününe ertelenmeli. Bunun nedenine gelirsek: Amaç, tüm Yunan halkının, bu çarpıtılmış olayla Türklere karşı kinlenmesi, kıta ve adalar Yunanistan'ına gelen turistlerin de "Hüüü! Türklere bak! Bunları da kesmiş!" fikrine saplanmaları.
Ya Pontus ya Pontus diye diye yeni bir kanun amaçladıklarını da gözden kaçırmayalım.
Hem ahlaksız hem de iğrenç denecek kadar yüzsüzler. Apaçık ortada olan bu gerçeği not ettikten sonra, tam burada, aklıma geldikçe beni kahreden bir konuya dokunacağım.
Kaçan ve kendi istekleriyle gidenleri hariç tutarsak, mübadele yıllarında Yunanlı olmayan çok sayıda Rum, yani Anadolulu; onların Yunan kökenli olduğunu düşünen devletlerin uyguladığı baskılar sonucunda, anlaşma hükümlerine uymak zorunluluğu yüzünden Yunanistan'a gönderildi.
Bu olayda, tarihi çarpıtan, düzmece tarih yazan sahtekârların vebali büyük...
Aslında kökeni ne olursa olsun hiç kimsenin yurdundan gönderilmesini hoş karşılamak mümkün değil. Yalnız şunun da çok açık bir şekilde bilinmesi gerek: Mübadele işi Yunanlılarla Batılıların, birlikte çomaklayıp ısrarla takip ettikleri alçakça bir konudur.
Anadolu Tanrıları, Yunan'ın Sanrıları
Anadolu’nun birçok yerindeki kazılarda, Yunanlılara ait olduğu beyinlerimize nakşedilmiş tanrı ve tanrıça heykelleriyle karşılaşırız. Yapan Yunanlı bir heykeltıraş, model de bir Yunanlı olabilir. Böyle bir bulgu yok ama hadi oldu diyelim, buna kim itiraz edebilir. Massai veya Namibyalı biri de olabilirdi, ona da itiraz etmezdik. Sorun şu: O tanrı ve tanrıçaların kökeninin Yunanlılardan geldiğini nereden biliyoruz. Ya kökenleri Sümer, Babil ya da Karya’ysa?.. Bundan bin yıl sonra Amerika, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya gibi birçok ülkede Kur’an-ı Kerim bulan arkeologlar, “Buraların tamamı Müslüman Ülkesi"ymiş mi diyecek? Rusya’da İngilizce İncil bulanlar, “Burası İngiliz veya Amerikalıların"mış mı diyecek? Budizm ile hiç ilgisi olmayan Türkiye’de bir dolu insanın evinde Buda heykeli var. Çinliler pazarlarda rahatça satıyorlar. Bunlar kazılarda bulununca buranın asıl halkı Budistler mi denecek?
Ben Yunan tanrı ve tanrıçalarının da devşirme olduğu inancındayım. Bir gün onlar da ortaya çıkacak. "Türklere ait her şey benimdir." diyen Yunanlıların ve "Bana ne"ci bizlerin karakter yapısı ne kadar farklı...
İşte bu farklılık, yazımız için oldukça önemli dedikten sonra dönelim konunun özüne…
İstanbul'u Kim Kurmuş?
İstanbul’u, milattan önce altı yüz altmış yedi yılında, Yunanlıların “Atamızdır” diye savundukları Megara Kralı Byzas kurmuşmuş. İyi de yalnız Trakya’da bile bu arkadaşın kurduğu söylenen bir dolu kent var. Hepsi de onun adıyla anılmış.
Ne süper iş ama. Adamlar, hem canlarını kurtarmak için düşmanlarından kaçıyorlarmış hem de kovalayıcılarının önünden şıpıdık şıpıdık kaçarken, hiç görmedikleri yerlere bile “Kent Bitiren Yunan Bitkisi"nden serpmişler. Bir de kâhinleri varmış. O Byzas’a demiş ki “Kenti, körler ülkesinin karşısına kuracaksın.”
Sallayan öyle sallamış ki!..
“O zamanlar, içinde yaşadıkları güzellikleri göremedikleri için 'Körler Ülkesi' halkı olarak çağrılmaya mahkûm edilen yerli halk mı aptalmış yoksa kâhin mi? Yoksa bu efsaneyi başlatan palavracının kendisi mi?”
Değerlendirin artık...
Yerli halk, Kurbağalıdere’nin bulunduğu yerden başlayarak, en güzel ve en akılcı yerlere kurmuş kentini. Akıl ve zevk körü olsalardı bulup seçebilirler miydi orayı? Mühürdar ve İskele tarafında ayrı güzellikler varsa bunu görmedikleri ne malum? Sanki birkaç metre yürüyüp Altıyol’dan aşağı inemezler ya da Moda'dan geçemezlermiş gibi…
Aman efendim kent kurmak ne demek (!)..
Kenti ancak uygar dünyanın efendisi Yunanlılar kurar. Başkaları kent ment kuramaz. Bu nedenle İstanbul’a olduğu gibi, kâhinin “Körler Ülkesi” dediği yere şehir kurma işini de aynı Megaralılar yapmışmış.
Tekrarlamakta fayda var.
Nereye?
Var olan ve Fenikelilerin taktığı isimle Kalkedon, Kalkhedon ya da Khalkedon diye bildiğimiz kente. Yani bugünkü Kadıköy’e…
Yunanlıların, Kalkedon adını yürüttüğü bir kez daha çıktı ortaya...
Tıpkı bir Trak olan Byzas'ı Yunanlı yaptıkları gibi...
Tıpkı rakı, şiş kebap, baklava ve diğerleri gibi...
Ne de olsa Grekler, öyle değil mi?..
İstanbul Kurulalı Kaç Yıl Olmuş
Gelelim gün yüzüne çıkan son gerçeklere…
İstanbul’un kuruluşu, bundan tam sekiz bin beş yüz yıl öncesine, yani milattan önce altı bin beş yüz'e yapışmak üzere. Çünkü bulunan yeni yerleşim birimleri öyle söylüyor. Bizimkiler dertlerini doğru dürüst anlatmayı becerebilirlerse seyredin Yunan yaygarasını… Bir palavraları daha "Batı"nın kafasına düşecek.
Batılılar, "Şu tarihe bir el atıp düzeltiverelim bari" niyetine girerler mi dersiniz?
Yol zorlu gibi görünüyor. Ünlü "Bana ne"ciler nasıl ki bizdeyse gerçek “Körler Ülkesi”nin sakinleri de "Batı"da çünkü...
Şuna inanmanızı isterim ki İstanbul milattan önce altı bin beş yüz yılında da kurulmuş olamaz. Çünkü mantık “Olmaz!” diyor. Bundan çok çok daha önce kurulmuş olmalı. Bir zamanlar göl olduğu söylenen Marmara, bu göle akan bir dolu tatlı su kaynağı ve ormanlar… Hepsi kent kurulacak, deniz ve kara avcılığı yapılacak bir yeri işaret etmiyor mu sizce?
Görür müyüm bilmem ama bir gün bunların da ortaya çıkacağı inancındayım. Fenikelilerin yelken bastığı Marmara, yüz bin yıllık olduğu söylenen İstanbul Mağaraları ve benzeri olguları göz ardı ettiğim sanılmasın. Gerçekleri unutturmak isteyen çok kişi var ama onların arasında ben ve benim gibiler yok.
Çünkü bizler, herhangi bir millet ya da çıkar aşkına tarihin yalanlarla yazılmasına karşıyız. Biz, hoşumuza gitmeyen bulgular içerse de tarihin kendisine, gerçek tarihe sevdalıyız.
Öyle ya da böyle, koskoca bir tarihin yeniden yazılmasını sağlayacak; binlerce kitap, ansiklopedi, bilimsel yayını çöpe attıracak kadar önemli bir olayla karşı karşıyayız.
İstanbul'u dünya turizminin başkenti yapacak kadar muhteşem bir olayla...
Buna rağmen, ülkemin kültür bakanını bu önemli keşfin kıyısında ya da köşesinde görebilmem mümkün olmadı şu ana dek. Ermeni dostluğu prim yaptığı için, yanındaki koca bir heyetle "Ani Harabeleri"ni gezecek miymiş ne? Ani'nin de önemi var, biliyorum. Biliyorum ama dünyanın sekiz bin beş yüz yılını etkileyecek konu sizce de öncelikli değil mi?
Bir hatırlatma daha...
Selçuklular Ani'yi, Ermenilerden ya da tarih, eğitim, basın üçgenininde kök salmış "İçimizdeki Bizanslılardan" değil, Romalılardan Romalılardan ve Romalılardan almıştı?
8500 Yıl mı Ağır Çeker Birkaç Yüzyıl mı
İstanbul'da bulunan sekiz bin beş yüz yıllık yerleşim biriminin önemini kendi dünyevi görüşü çerçevesinde değerlendiren, ulaştırma işleriyle görevli bakan; bulunan yerleşim biriminin kepçelerle taşınarak, Marmaray güzergâhından çıkarılmasını emretmiş. Başbakan, "Marmaray üç beş çanak çömlek için geciktiriliyor." dedi ya! O da kendince bir şeyler katıp yaranacak.
Aman ha! Sakın!
Bulunan kemikler, yapıları nedeniyle kolayca dağılabilir. Buluntuların çoğu ağaçtan. Kepçe gibi yanlış bir yöntem kullanılırsa üzerlerinde onulmaz hasarlar açılma ihtimali çok yüksek. Emir-komuta zincirinin bir halkasında kazı başkanı olarak yer alan "İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü", bakan beyi desteklemiş hemen. Emir, kimilerinin demirini de kesiyor bu topraklarda... Yine de umudumuz, bilimin bu yanlışı ret edecek kadar akıllı olduğuna inanan gerçek bilim adamlarımızda...
Yapılmak istenen işe, “Delilleri karartmak denmezse başka ne denir?"
Eğer bu bulguların binde biri Yunanlılar da olsaydı; inşaat o bölge dışına kaydırılmaz, olay, “Bakın Türkler amma sallamışlar” diye saniye saniye dünyanın gözüne sokulmaz mıydı? Ne dersiniz?..
Dileğim: Yer üstüne çıkmak için çırpınan tarihi, daha derinlere itmeye kalkan "Cahiliye devri kaçkınları"ndan etkilenmemek!.. Etkilenip de tarihi daha derinlere gömmeye kalkmamak!.. Tarihi yanlış yazmaya âşık düzenbazların ekmeğine yağ sürmemek!..
İstanbul'u Kim Kurmuş?
Bence "Ne Yunan kökenli oldukları kesin belirlenmeyen Megaralılar ne de Troyalılarla benzerlikleri olduğu sanılan Kurbağalıdereliler." Ben de kurmadığıma göre, âşıklılarıyla birlikte Yunanlılar kurmuştur (!).
Haksız mıyım?
Bence: "I, ıh... İm - kân - sız!..."
Haklıyımdır yani...
Yazarlar ve Ozanlar Grubu
Gülmeyin Sakın: İstanbul'u Yunanlılar Kurmuş [Günay Tulun]
Harita: Marmaray Proje Güzergâhı
Günay TulunALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.