Türkçesi Kıt Medyamız [Günay Tulun]

Dilimizi bilmeden ortaya çıkıp ahkâm kesenlere kızmak mı acımak mı gerek. Çıkamadım içinden... Kendini televizyon kameraları önüne atan herkes, canlı performans diye bir şey tutturmuş şakıyıp duruyor. Performansın ne demek olduğunu bilirler mi acaba? Bana sorsanız, "Hayır!" derdim.

Performans ve canlı... Bir araya getirilmek için seçilmiş, en abuk sözcüklerden ikisidir. Cansız performansın olacağını düşünenler varsa selam olsun onlara. Çünkü performans, şu anlamları taşır:

- Bir yapıt, oyun, iş ve benzeri konularda gösterilen başarı - Bir olay ya da durumu başarma istek ve gücü
- Kişinin yapabileceği en iyi derece
- Elde edilen bir başarı...


Yukarıdaki açıklamalardan hangisinde, cansız bir cisimden söz edildiğini gördünüz ki? Moda hâline getirilen bu saçma sapan birlikteliği icat edip kullananlar, "Canlı yayın nedeniyle canlı performans demek zorunda kalıyoruz." saçmalığına sığınmasınlar sakın. Canlı yayın olmadığında cansız performans mı diyecekler? Sığıntılı da sığıntısız da olsa her hâli yeterince komik zaten. Çığırtkanların yakında şöyle seslendiklerini duyarsanız şaşmayın, performanslarına not verin yeter!
"Yazıyyoooor, son baskı, yazıyyoooor!.. Dans yarışmasında başarılı performans gösteren cesedin birinciliğini yazıyyoooor!"
"Yazıyyoooor! Yazıyyoooor! Emekli olmayı başaran cesedin, tekmili birden otuz iki kısımlık performans öyküsünü yazıyyoooor!"

Sporu yazan, yorumlayan, radyo ve televizyonlarda anlatanlar da saçmalayıp duruyorlar. Yedek kulübesini, benç; yaptılar, hocayı da koç! Adamcağız futbolu bırakalı yıllar oldu ama "Pascal Nouma" nasıl telaffuz edilir öğrenemediler hâlâ... 


"Endirek serbes vuruş" tuhaflığına sımsıkı tutunmuşlar, sürekli savurup duruyorlar. Bu denli salvo karşısında, ömrünce pes etmemiş Barbaros Hayrettin bile "Pes!" derdi eminim. O sözlerin, ismi de cismi de yanlış. Bu yanlış sözcükler grubunu ille de kurmaları gerekiyorsa doğrusu şu olmalı: "Endirekt serbest vuruş"...
Tekrar hatırlatırım: Doğrusu dedim ama yalnız söyleyişteki yanlışı düzeltmek için. Kullanmalarını asla tavsiye etmem. Çünkü az önce söylediğim gibi cismen de yanlış. Bu adlandırma İngilizce "free kick" sözcüğünden geliyor. Türkçesi "özgür vuruş". Endirekt de aynı dilden gelme. O da doğrudan olmayan, dolaylı anlamını taşıyor. Spordaki karşılığı ise "Doğrudan kaleye atıldığında sayı olsa bile kabul edilmeyen, ikinci bir kişiye değmesi şart olan vuruş." Yani kısıtlanmış bir atış. Sporcu terimiyle "çift vuruş". Garabeti gördünüz mü? Bizimkilerin söylediklerini Türkçeleştirip öyle bakın. "Doğrudan yapılması yasaklanmış özgür vuruş." Dikta rejimleri dışında, kısıtlanmış özgürlüğe özgürlük denildiğini duydunuz mu hiç? O hâlde
eli kolu bağlanmış özgür vuruş nasıl olur? Bizimkiler olur demişse olur! Baksanıza; bu cehaleti yıllardır sürdürdüklerine, yaptıkları iş ellerinden alınmadığına, halk tarafından yıllardır baş tacı edildiklerine göre, olmuştur da... Kendilerini entelektüel göstermek için ortam ve havaya ambiyans diyecek kadar "özü dönmüş" bu arızalı hayalbaz takımını dehşetle izliyoruz her gün... 

Kendilerine televizyon sunucusu yerine pek havalı buldukları için enkırmen ve enkırvumın dedirten; anlı şanlı, ünden yana fazla namlı haber sunucuları bile dil konusunda pek cahiller. En çok şaştığımsa TRT'de çalışırken Türkçeyi iyi konuşan TRT kökenlilerin de bu kesimin peşine takılması... Biliyorsunuz, "ç, k, p, t" harfleri sert ünsüzlerdir. İşte bu sert ünsüzlerden herhangi biriyle biten bir özel isimden sonra ek gelir ve bu ek bir ünlüyle başlarsa oluşan yeni hece yumuşatılarak söylenir. Kural böyle der de bu hiç değişmeyen kuralı uygulayan sunucu bulmak, mümkün olmaz nedense... Bu cümlenin anlaşılması zor, şunu örnekle derseniz son günün modası isimlerden başlarım: Özden Örnek'i (Özden Örneği), Aktütünlü Çiçek'i (Aktütünlü Çiçeği), Kerkük'ü (Kerküğü), Irak'ı (Irağı), Kuzey Irak'ı (Kuzey Irağı), Bülend Arınç'ı (Bülend Arıncı), Doğu Perinçek'i (Doğu Perinçeği), Hüseyin Çelik'i (Hüseyin Çeliği), Murat Çelik'i (Murat Çeliği), Mustafa Özbek'i (Mustafa Özbeği), Recep'i (Recebi), Şırnak'ı (Şırnağı), Tayyip'i (Tayyibi), Yiğit'i (Yiğidi), Yiğit Bulut'u (Yiğit Buludu); Bosna-Hersek'i (Bosna-Herseği), Ahmet'i (Ahmedi), Gaziantep'i (Gaziantebi), Halit'i (Halidi), Mehmet'i (Mehmedi), Mesut'u (Mesudu), Murat'ı (Muradı), Sinop'u (Sinobu), Tokat'ı (Tokadı), Zonguldak'ı (Zonguldağı)... 

Bu örneklerde gördüğünüz sözcüklerin ayraç içindeki hâli, onların okunuş şeklidir. Örnekleri fazla tutmamın nedeniyse bu saçmalığı yapanlara daha fazla yardımcı olacağımı ummak, önlerine faydalanacakları bir liste koyabilmektir. İnsanlar hergün onların ağızlarından çıkan kelimeleri dinliyor, başta çocuklar ve gençler olmak üzere tüm toplum bilinçli ya da bilinçaltından gelen dürtülerle onları örnek alıyor. 

Bana en ters gelen şeylerden biri, Türkiye bir sömürgeymiş gibi kelimeleri yabancı dilde söyleme ve telaffuz etme aşkı. Otoyolu otoban olarak dile getirirler, pastaneyi Fransızca'dan yakalayıp çift "s" ile "Patisseri" diye seslendirirler. Doğru söyleyenlerin telaffuzlarına dikkat edip öğrenmezler de deodoran yerine deodorant, restoran yerine restorant, hatta hatta restaurant derler. Bu aymaz cahiller takımı dilimizde yer etmiş "lokanta"yı kullansa ya da tam Türkçesiyle "aşevi" dese yüksek sosyete denen o pek yüksek (!) komünün üyeleri, onları çok mu köylü bulur dersiniz? Tüm korkuları budur da o yüzden mi koşarlar malzeme olmaya? "köylü kalsalar" kendi kendilerinin efendisi olabilme ihtimali daha yüksek hâlbuki! 

Medya dışına çıkıp gündelik yaşamdan konuşma örnekleri de vereyim ki iç sıkıntınız azalsın. Sıkı durun lütfen! "Beyler ekşın biraz, tivi seyredçem, ambiyans supper ya, riyıl mı hakkaten, ranır mısın lan koşturma beni, konsere gidçem ama tikıt paalı, naber boys, görlfirendim bu, ben çikın yiycem, ne muvi ama, sizin sistır şirket var ya, kaç manin var lan, adam badigardmış cimnazyumda badi yapmış, bizim sıvim koçu, ays tii içelim mi" ve ve ve daha niceleri... Ne utanmazlık ne aymazlık değil mi? İş yerlerinin, yiyecek içeceklerimizin adlarına baktığınızda da ben hangi ülkedeyim der, şaşarsınız. World, City, Country, Canyon, Tower, Plaza, Center, International, Hospital, Pet Shop adlı yerleri gördünüz mü anlarsınız bulunduğunuz yeri (!).. Yaratıcısı değilse bile bu durumun yaşam kaynağı medyadır bugün. 

Yarışma ve program içi anketleri unutmayalım. Gerek sunucular gerekse program yazıcıları sürekli SMS diye bir şeyi gündeme getiriyorlar. SMS, "Short Message Service" denen bir hizmeti simgeliyor. Bu yazdığım sözcüklerin hiçbiri Türkçede yok. Bu "es em es", Türkçedeki "TİH" yani "Telefonla İleti Hizmeti" ya da başka bir söyleyişle "TEYİH" yani "Telefonda Yazılı İleti Hizmeti"nin karşılığıdır. Es em es yerine Türkçesini söyleseler ölürler sanki! TİH'deki "h" harfini, "ha" telaffuzuyla kirletmesinler de... 

Kirletmek dedim de "h"yi "ha" yaptıkları gibi, "k" harfini "ka" diye okuyan o kaba cahiller takımı var ya, işte onlar çıldırtır insanı. Bilmezler ki dünyanın en kibar dili Türkçedir. Ne onlar yakışır dilimize ne de dilimiz, o dillere...
Yalnız en kibarı değil, dünyanın en güzel dilidir de Türkçe... Yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan kaç dil var dünyada. Önder dillere bakın hemen... Önce, o dillerden birer kelimeyi bir kâğıda yazın. Sonra, onları yüksek sesle okuyun. Yaptınız mı? O hâlde ne demek istediğimi net bir şekilde görmüş, yazılış ve okunuşlardaki aykırılığın boyutunu telaffuz ederken farketmişsinizdir. Sözü daha fazla uzatmanın anlamı yok. Dünyanın en iyi dilidir Türkçe... Türkçeye "yetersiz" yaftası yakıştıranlarsa birer katmerli yalancı!.. 

Televizyon şirketlerini tivi diye adlandıran, En Tivi, Şov Tivi, Türkmaks, Sıkay Tivi, Büzinis Çenıl ve benzeri adlarla donanmış bir dolu televizyon kanalıyla sarılmış ülkeyiz biz. Türkçe de olmayan harflerle telaffuz edilebilen televizyon kanalları açmanın, o isimleri yabancı ağızla okumanın; mal sahibini de okuyanı da tatmin ettiği, belirli bir havaya soktuğu anlaşılıyor. Adı bile yabancı olan televizyonlardan başka ne beklerdik ki?! 

"Konuşma dili" diye bir şey icat edildiğini duymuşsunuzdur şüphesiz. Duymadım derseniz radyo ve televizyonlarda her gün şahit olduğunuzu hatırlatırım. Öncekiler kadar fazla olmamak kaydıyla birkaç ufak örnek veriyorum size... Olacak (olucak), olacaksınız (oluciksınız), buradayım (burdiyım), kalacaksınız (kalıciksınız), unutmayalım (unutmiyılım), bakacaksınız (bakıciksınız)... "Olacak" sözcüğünün yerine kullanılan "olunca", Mersin Yöresi'ne ait bir ağızdır, olacak değil olunca anlamını taşır. Bunların telaffuz şekilleri, Türkçe Dilbilgisi kuralları içinde yer almayan ve düzgün konuşmayı beceremeyenler tarafından uydurulmuştur.
Bir not: Hemen birkaç satır yukarıda yer alan örneklerde gördüğünüz sözcüklerin ayraç içindeki hâli, onların okunamayış, konuşamayış şeklidir.

Gazeteyi okumak için ele aldığım ya da ekranların karşısına geçtiğim an, görüp duyduğum hataların yoğunluğu bıktırdı beni... Bu işi yapanlara, topluma örnek olduklarını anlatmak gerek. Kendi dilini doğru kullanmaktan aciz kişileri de mesleğin dışına itmek. Tıpkı eski gazetelerde, eski TRT'de olduğu gibi...
"Makine" ismini "makina"ya çevirerek "Türk Dili"ne zarar veren ve bu zarara rağmen, "İzlemeyin efendim. Başka kanala geçin. Bu kadar basit! Zararsa benim zararım, sana ne?" diyebilecek kadar cahil cüreti gösteren "Kara yüzlü, kara giysili, hakaret düşkünü televizyon programcısı..." türündekiler, yaptıkları kötülüğün farkında olsalar bile bunu ısrarla sürdürmekte kararlı görünüyorlar. Bu tip ve benzerleri neye hizmet ettiklerini biliyorlardır mutlaka... Allah'tan hepsinin yanında, "Ben Türk Dili'ni çok iyi bilirim." edasıyla bu zarara ortak olan insanlar yok. Olsaydı iyiden iyiye silerdik Türkçeyi... Genç neslin tesir altında kalabileceği gerçeği, rahatsız etmiyor onları... 

Bugün, kısa bir yazı yazmaktı amacım. Daha birkaç bölüme değinebilmiş olmama rağmen, koca bir sayfa olup çıktı yazdıklarım. Aslında, yazılacak o kadar çok hata var ki!.. 

Umarım, "Gazetem Vatan... Vatan Gazetesi" başlıklı yazımı okumuşsunuzdur. Orada dillendirdiklerim, dilimize verilen ortak zarar ve ortak hatalardan oluştu. Sizleri bıktırmak, istemediğim bir duygu... Bu nedenle konuyla ilgilenen okurlara, "O yazıya bir kez daha göz atın." diye rica ediyor ve "Allah; dilimizi aydın görünen cahillerden, yarı aydınlardan korusun!" dedikten sonra bitiriyorum sözü... Esenlikler dileğiyle tabii...

.

Özel not: Yazının içeriği nedeniyle bazı yabancı sözcüklerin yalnız 
okunuşları gerektiğinden, yazılış şekillerine yer verilmemiştir.
Günay Tulun

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN