Bu yıl oldukça sükse yapmış bir filmin, DVD’sini aldım geçende. Çok istedikleri hâlde izleme imkânı bulamayan birkaç arkadaşa haber saldım hemen. Maşallah, filmin adını verir vermez rüzgâr gibi geldiler. Orijinal mi dublajlı mı izleyelim derken, sahneleri gözden kaçırmamak için ikincisinde karar kıldık. Oynatıcıya filmi, gözleri de ekrana takıp başladık.
Tanıdık gelmesine rağmen, başrol oyuncusuna dublaj yapan sanatçının adını bulamadım bir türlü... İzlediğim süre boyunca takılıp kaldı aklıma. Film biter bitmez ümitsizce DVD menüsünü tıkladım. Sonuç: Malum! Bu kez bizim sinemaseverlere yöneldim. Aldığım cevap, başlarının üstünde sabitlenen soru işaretli baloncuktu. Ses aşinaydı da sahibi meçhul!..
O gün bu konu, fena hâlde rahatsız etti beni. Gün boyu aklımı kurcaladı durdu. Ondan sonra da iflah etmedim. Her film izleyişimde eşe dosta tanıdık seslerin, seslendirenlerin isimlerini sormaya başladım. Ama her seferinde, "Ya çok tanıdık... Kimindi bu ses? Hani şeyi de seslendirmişti… Neydi?.. Dilimin ucunda ama hatırlayamıyorum. Aa Süpermen’in sesi gibi..." hatırladı, hatırlayacak ama bir türlü akla gelmeyen yanıtlarla karşılaştım.
Düşünüyorum da ben çocukken, TRT'nin tek olduğu zamanlarda, her yabancı filmin bitiş jeneriğinden sonra, dublaj sanatçılarının adları yazardı. Mesela şunu iyi bilirdik: Bruce Willis dendiğinde Alev Sezer'di o... “Aa Süpermen’in sesi” derken Sungun Babacan’dı kulaklarımızda. Tıpkı, Muppet Show’un sevimli Kermit’i gibi... Pretty Woman’da Richard Gere, birçok filmde Brad Pitt, Tom Cruise, Tom Hanks, Sungun Babacan’la can buldu. Mavi Ay’ın Bayan Topesto’su Meral Babacan’dı. Fred Çakmaktaş, Sezai Aydın’ın sesiyle sempatimizi kazandı. Aynı zamanda meşhur Cosby Ailesi'nin babası Bill Cosby’di o... 70’li yıllarda Kaçak dizisinin Dr. Kimble‘ıysa Çetin Tekindor.
Yabancı oyuncuların izleyici gözünde idolleşmesi, onlara sempatinin artması, karizmatik sesli seslendirme sanatçılarımızın başarısıdır bence. Öyle ki Sylvester Stallone ve Robert De Niro’yu, Sezai Aydın’ın sesiyle izlemeye alışan 80’lerin çocuk ve gençleri; gerçek seslerini duyduklarında, yaşanan o şaşkınlık anını hatırlarlar mutlaka. Bruce Willis, Alev Sezer’le öyle özdeşleşmişti ki gerçeğine benzemesine rağmen, orijinalini duyunca şok olmuştuk hepimiz.
Kötü dublaj oldu mu izleyici rahatsızlığı bir seviyeden sonra fren tutmama boyutuna geçer. Bırakıp gider filmi. Seslendirme iyi olduğundaysa hiçbir şeyin farkına varmaz. İzlediği oyunculara verdiği dikkatin yüzde biri kadar merak etmez, dublajı kim yaptı diye. Oysa dublaj sanatçısı olmak her yiğidin harcı değil. Sanıldığı kadar basit değildir dublaj. İzleyici üzerinde bu kadar etkili olan dublaj sanatçısı, yine de hak ettiği değere ulaşamaz nedense.
Seslendirme konusunu daha iyi anlamak için, stüdyolardan birindeki çalışmayı izlemiştim. Bildiğimden meşakkatli, bildiğimden fazla özveri doymazı bir işti. İyi bir seslendiricinin Türkçeyi doğru kullanması, yetenek ya da eğitimi nedeniyle düzgün bir diksiyona sahip olması birinci kural. Taklit edeceği dil, lehçe ve ağza hâkim olmak zorunda. Kendilerine ayrılan prova süreleri çok kısıtlı. Provanın ardından ya da hiç prova yapmadan, filmin görüntüsünü izleyip kulaklıktan gelen orijinal sesleri dinliyor, aynı anda da ellerindeki tekste can veriyorlar. Seslendirme yapılırken, ses-görüntü senkronizasyonuyla bitmiyor işler. Seslendirdiği kahramanın duyguya dökülebilecek her tür eylemi, sanatçının sesinde de yön bulmak zorunda. İşte bu çok önemli...
Dublaj için, “Sanat değil, teknik iş...” diyenler de var. Katılmıyorum. Seslendirme teknik olduğu kadar, yetenek de ister. Bu konuda genelde; sinema-tiyatro sanatçıları, TRT okulundan mezun olanlar ve gerçekten severek yapanlar büyük emek harcıyor. Dileğimse harcamaya devam etmeleri… Onların bu fedakârlıkları olmazsa işin nereye gideceği açıkça belli. Ruhsuz ve monoton bir sesin, doğru kullanılmayan bir Türkçeyle birleştiğini düşünsenize. Böyle dublajlanan bir film ve diziye, ne kadar tahammül edilir ki?
Sektör çalışanlarının, emeklerinin tam karşılığını alamamaları da ayrı dert. Sadece seslendirmeden sağlanan gelirle yaşamı idame ettirmek pek mümkün değil gibi. Düşük ücretlere rağmen çoğu seslendirme sanatçısı bu işi sevdikleri için yaptıklarını, bunun ayrı bir tutku olduğunu da itiraf ediyorlar. Yapımcılar da tam bu noktada başlıyorlar "Çak... Sen de çak!" demeye...
Tüm bu olumsuzluklara rağmen; dünyanın en iyilerden biri olma konusunda başı çekiyor ülkemiz. Temennim en kısa sürede dublaj sanatçılarına gereken değerin verilmesi. Uygun çalışma koşulları, tatminkâr ücretler ve isimlerin jeneriklerde yer bulması daha kaliteli sonuçlara ulaştıracaktır bu sektörü... Umarım, çok kısa sürede hallolur bu sorunlar. Bizler de film makinesine bir DVD koyup izlerken, seslendirenlerin adlarını görebiliriz açıkça…
Televizyon kanallarına gelince...
Bu konuda umudumu, çoktan kestim onlardan.
Hatta birçoğunu izleme listemden sildim bile...
İdil Tulun
"Gazete Gerçek" için özel olarak kısaltılmış, fotoğrafsız şeklidir.
(Sessizliğin Sesi Grubu Yayın Kurulu)