Değişik, garip biridir Nazlı Hanım…
Çok kişiden, hatta kendisinden bile…
Yıllardır yazar. Pire berber, deve tellal iken, şimdinin koca adamları babalarının beşiğini tıngır mıngır sallar iken, “Eşinin Tercüman gazetesinde, gazetecilik oynadığını hatırlarım.” O zaman da bu zaman da doğruları ters çevirmesiyle ünlendiği için ilgi alanımda olmadı hiç.
Bu ilk girişidir. Umarım son da olur.
Türkiye, kendisini haklı olarak, “Demirelci” olarak tanıdı. O dönemde ticaretle siyaseti birbirine karıştıranlar için geçer akçe oydu çünkü… İç savaş kapımızdayken, “sağcı” denen kesimin özel kalemi gibi yazmayı da başarıp çifte memnuniyetin rantını taşıdı ailesine… O günler öyle acı ama öyle de komikti ki ne sağ “sağcılığı” ne de sol “solculuğu” biliyordu. Bizim gibi garibanlar takımı her iki tarafa ,“Yapmayın, kaybeden ülke ve sizlersiniz, sağın da solun da patronu aynı.” derken, sözler dövülmek için havana bile girmeden kaybolup gidiyordu.
Sonra 1980 darbesi çıkıp geldi, “çat!” diye.
Bakmayın şimdi darbelere karşıyız diyen fış fışçılara…
Sorun: İsim isim söylerim.
Bugün özgürlük aşığı kesilen siyasilere, basın yayın tayfasına, fikirsiz fikir adamlarına, bilimi sağdan soldan bir şeyler tırtıklamak sanan bilim insanlarına aldırmayın siz...
Darbecilerin "rap rap"larıyla kendi avuçlarından çıkan “şak şak” ritmini senkronize etmekle meşguldü hepsi. Yalnız haklarını da yemek istemem. O günleri yaşayıp bilmek gerek. Huzursuzluk, suikastlar, bitmez tükenmez savaş sahneleri, soygunlar, yokluklar, kurtarılmış bölgeler ve daha birçok şeytani eylem herkesi bezdirmiş; insanların neredeyse tamamı darbe özlemcisi, darbe yanlısı olmuştu.
Bu da öğrenilip not edildikten sonra dönelim öykümüze…
Sol maskeli Çetin Altan darbe sevenlerden olur da o günkü kanlısı, sağ maskeli Nazlı olmaz mı? O da oldu tabii… Askeri önceden de çağırmıştı ama asıl darbe ertesinde görmeliydiniz Nazlı’yı… Sevgisini iyice allayıp pullamış, askere postalamıştı hemen. Yalnız ne olduysa aralarına limonlar girdi birden. Nazlı Hanım’da baktı, ellerindeki fazla yağ yüzünden alkışı duyulmuyor; herhâlde içinden şöyle geçirdi: "Bir tutuklansam da 'özgürlük savaşçısı' olarak yeni bir rant kapısı açsam kendime…"
Ve dileğine kavuştu.
Sonraki dönemde “Turgutçu”dur Nazlı…
Yeniden Demirelci, ardından Çiller’in devreye girişi, biraz Mesutçu girişimler, derken Erbakancılık, ardından Erdoğan’a yöneliş ve nihayet Erdoğancılığa paralel darbe eylemciliği…
Kronolojik sıralamaya meraklıysanız araya bir yerlere şunları da sıkıştırın: Tercüman gazetesini sattığı kişinin karşısına bir başka Tercüman gazetesiyle çıkmak; oğlunun üstüne kaydettirilen gazetenin “Televizyon veriyoruz sen her gün bizi al. Al al al! Kupon kes! Al al, kes! Kes kes al!” ilanlarından sonra gazete okurlarını yıllarca süründürmek…
Arada yazılabilecek başka şeyler de var ama herkes için çok dikkatle korunması gereken özel hayat, kapsama alanlarımızın dışında kalmalı.
Gelelim şimdiye...
Bu Nazlı Hanım, sağa sola sürekli olarak, “Sen darbecisin, ben temizim” diyor.
“O darbeci, bu darbeci, şu darbeci, siz darbecisiniz, onlar darbeciler” fiil çekimleri ezberletilen papağanlar gibi, hiç bıkmadan "lak lak"lıyor.
Mantık şu: Çamur at izi kalsın. Pohpohla kendini saflar inansın.
İnsan neslinin tükendiğini sanan televizyon programcılarının, birkaç "Bulunmaz Hint Kumaşı"ndan biridir kendisi. Program yapımcıları koşturup dururlar çevresinde. O da koşa koşa gelir. Zevkle gelir. Şevkle gelir. Programı berbat etmek, elinden geleni ardına koymamak için, dalga dalga, akın akın gelir. Kendisi konuşur da konuşur. Ne demek istiyorsa rahatça anlatır. Sıra karşı tarafa geldi mi ilk fırsatta onların konuşmalarını baltalamaya başlar. Karşıdakiler dertlerini anlatamaz, çuvallayıp dururlar program boyu.
Benim gözümde işte böyle kışkırtıcı biridir, Nazlı Hanım.
Eşi menendi zor bulunur.
Saatlerin, 29 Ocağı aşıp 30’u selamladığı dakikalarda; televizyon kanallarında gezinirken, Yiğit*** Bulut’un Haber Türk’teki Basın Kulübü programını gördüm. Durdum. İzlemeye başladım. Nazlı Hanım sinir kat sayıma zam yaptırttı hemen. Tüm gerçekleri, “Bir bilen” edasıyla öyle tahrif etti; insanları, özellikle Türk ordusunu öyle aşağıladı ki kafamda programı yöneten Yiğit Bey*** ile ilgili tereddütler oluştu. Birisi bir şey anlatıyor: Nazlı “Darbe” diye kışkırtıyor. Biri bir şey anlatıyor. Nazlı “Kahramanmaraş” diye saldırıyor. Sesi de öyle ilginç ki konuşanların sesini bastırmasa da perdeliyor ve kendisinin söylediği her şey tane tane anlaşılıyor. Tabii o da bilincinde bunun ve çok da iyi kullanıyor.
Tüylerimi ürperten bir tavrı daha var. Sözünü her bitirdiğinde başını hafifçe öne eğip gülümsüyor. Kendisinden özür dilerim, maksadım asla üzmek değil ama her gülümsemesinde, Sahra’nın ünlü çakalları gelir aklıma. Bu çakallar, avlarından ilk lokmayı kopardıklarında, o korkutucu ağız ve yüz hareketleri, gülümsedikleri izlenimini verir insana...
Nazlım Hanım'ın her zaman yaptığı, her seferinde de anlamlı bulduğum bu hareketini, aşırı bir şekilde tekrarlaması üzerine dayanamayıp programı aradım. Telefonlar açılmayınca da şu internet mektubunu yolladım.
Sayın Yiğit*** Bulut
Özür dileyerek birkaç soru soracağım.
Sayın Nazlı Ilıcak, olayları çorba edip birbirine her karıştırışının ardından neden gülüyor?
Hedefine ulaştığı için mi yoksa bir başka nedeni mi var?
Ayrıca her zaman yaptığı gibi, sizin programınızda da her konuşmayı provoke etmesi, programınızın geniş serbestiyet tanımasının getirdiği rahatlıktan mıdır? O hâlde dinleyici olarak benim dinleme özgürlüğümün nereye gönderildiğini öğrenebilmem mümkün mü?
Nazlı Ilıcak, beyinlerde şuna yer açmak istiyor: Ordu darbeci, her türlü fenalığı yapmaya meyilli, içindekiler kötü fikirli, birçok şey gibi "Şemdinli" ve “Kahramanmaraş Olayları”nı da Ordu yaptı.
Başkalarını bilmem ama tavır ve konuşmalarının bende bıraktığı izlenim bu.
Dönem dönem kendi içinde "Ordu"yla barış sağlamış, hatta elleri vıcık vıcık yağlanıncaya dek desteklemiştir Ordu'yu... Sanmayın ki bunlar, içten gelen duyguların eseri. Hiç değil. Hesap kitap meselesinden doğan; ikircikli, utanılası davranışlar.
Nazlı Hanım akıllı, ne yaptığını iyi bilen, sahip olmadığı meziyetlere sahipmiş görüntüsü verebilen; mazlum ve mağdur rolünü başarıyla oynayarak hedef aldığı kişi ya da kurumlara en büyük hakaretleri çiçek sunar gibi, yumuşacık yapabilen biri… Bu vasıflarını, Lausanne'daki Siyaset Bilimi Fakültesi'nden edinmiş olmalı.
Toplayın tüm AKP milletvekillerini, açın "Etki ölçer" aletini.
Emin olun, tümünün toplamından daha etkin çıkar Nazlı.
Çocukluğumda vatana ihanet sayılan hareketler şimdi günlük, sıradan olaylardan sayılıyor. Toplum ahlakındaki bu sert düşüş yeni ve ilginç tipler üretiyor ha bire...
Dış ve içteki ortak düşmanlarımız tarafından soyut da olsa bir bedel karşılığında önüne bırakılan; gerçekleri çarpıtma, hayali düşman oluşturma, ortalığı karıştırma, vatana hizmeti geçen insanları karalama ve hedef gösterme rollerini; birçokları gibi, Nazlı'nın da tutkuyla oynadığını görüyorum.
Bana göre bunlar kesin de "Türk Ordusu"yla Türkiye'yle alıp veremediğinin temelinde ne yatıyor? Bilen vardır mutlaka. Bilmeyenler içinse ipucunu ben vereyim, gerisini onlar bulsun:
Nazlı Hanım’ın yaptıkları, elli yıllık bir kinin elli yıllık bir intikam duygusunun dışa vurumundan başka bir şey değil.
2010 yılından elli düşün.
Anladınız mı neden?
Allah kin güdenlere akıl, hedefindekilere de sabır versin.
Günay Tulun
![](file:///C:/Documents%20and%20Settings/Administrator/Desktop/MehNaz.jpg)