Ağustos ayından sonra Eylül’ün de yarısına eriştik.
Bu arada biri millî, diğeri dinî iki bayramı da geride bıraktık. Ağustos ayı Türkler için son derece önemli aylardan biridir, başka bir deyişle Türklerin zaferler ayı olarak nitelenir.
Bu ay içerisinde, Malazgirt Meydan Savaşı (26 Ağustos 1071), I. Kosova Meydan Savaşı (10 Ağustos 1389), Otlukbeli Meydan Savaşı (11 Ağustos 1473), Çaldıran Meydan Savaşı (23 Ağustos 1514), Mercidabık Meydan Savaşı (24 Ağustos 1516), Mohaç Meydan Savaşı (29 Ağustos 1526), Vâdi’s Seyl Meydan Savaşı (4 Ağustos 1578) ve son olarak da Başkumandanlık Meydan Savaşı (30 Ağustos 1922) yapılmıştır.
Bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bugünlere gelinmesinde 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Savaşının büyük önemi vardır. Dumlupınar’da kazanılan zaferden sonra "Türk Tarihi"nin dönüm noktası yaşanmıştır. İttifak devletleri ve Yunanlılara karşı kazanılan bu zaferle Ege, Marmara ve Trakya’nın işgalden kurtuluşunun önü açılmıştır. 30 Ağustos zaferinin 88. yıldönümünü kutladığımız bu günlerde, geçmiş acaba kimleri mutlu kimleri mutsuz etmiştir?
Bu konuda bazı yayın organlarında kümelenmiş sivri zekâlılar, çıkarcılar, büyük Atatürk karşıtları, tarihi hiçe sayarak abuk sabuk şeyler de yazmaktadırlar.
Bu zaferle birlikte bazılarının inkâr etmesine karşılık büyük Türk devriminin kapıları açılmıştır.
Eskilerin söylediği meşhur bir söz vardır; Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Bu sözün özünde insanoğlunun geçmişi çok kolay unuttuğu yatar.
Bu yılın bayramları referandum nedeniyle öncekilere göre biraz farklı geçti. Başka bir deyişle siyasetin gölgesinde hem millî hem de siyasi bir bayramı yaşadık. Bayram telaşı, bayram sevincinin, bayram kutlamalarının yerini siyasi parti liderlerinin karşılıklı birbirlerini suçlamaları aldı. Oysa dinî bayramlarda eskiden dargınlar barışır, büyükler küçüklerin suçlarını affederdi.
Bugün öyle mi ya!..
Topluma örnek olması gerekenler, mitinglerde günlerdir birbirlerine hakaret ettiler, ağızlarına geleni düşünmeden söylediler. Dolayısı ile tüm bu sözler, ekranlar aracılığı ile evlerimizin içerisinde de çınladı durdu.
Bayram denilince nedense çoğu insan gibi benim de aklıma hep eski bayramlar için söylenenler takılır. Basına gireli yaklaşık kırk yılı aşkın bir süre geçmiş… Yıllar, aylar nasıl da geçmiş diye düşünüyor ve eski yazı ustalarımı anımsıyorum…
Yerleri dolmayan eski ustalarımız; bayramlarda, hep bir ağızdan anlaşmışçasına “Ah nerede o eski bayramlar, şimdikilerin tadı tuzu kalmadı” diye yakınırlardı. Ardından da Direklerarası’ndan, eski yılların Ramazan eğlencelerinden, meddahtan, tuluattan falan söz ederler, sonra da bir iki Bektaşi fıkrası ile yazıyı bağlarlardı.
O yıllarda onların yazılarını okur, çoğu kez de gazetede eski bayramlar ve ramazanlar ile ilgili onların sohbetlerini dinler, hayal gücümüzü çalıştırırdık.
Bizim gençliğimizin bayramlarında gazeteciler tatil yaptığından, gazeteler çıkmaz, yalnızca Gazeteciler Cemiyeti’nin Bayram Gazetesi yayınlanırdı. İstanbul’un, Ankara’nın ve İzmir’in ayrı ayrı bayram gazeteleri vardı. Sonradan eski bayramlar gibi Bayram Gazetesi de tarihe gömülüp gitti. Bugün çıkmış olsaydı yandaş mı değil mi diye ikileme düşerdik…
Gerçekten benim de yaşadığım o eski bayramlar bugün artık yok…
Bayram denilince artık insanın aklına tatil geliyor, büyüklere telefon edip mazeret bildirip bir yerlere kaçmak güne daha uygun düşüyor. Turizm sektörü de bu işten memnun, bayramlarda iyi satış yapıyorlar, turizm gezileri düzenliyorlar. Bayramlar hafta tatiline denk gelirse gel keyfim gel…
Bizde bazı çevrelerde adettir, Ramazanda oruç tutan da tutmayan da içki içmez… Bazı yerlerde mahalle baskısı bile vardır; bazıları da kendilerini İran’daki din polisine benzetirler. Daha geçenlerde otogarda sigara içti diye bir savcıya saldırılmadı mı? Bu yüzden içkili yerlerin çoğu kapalıdır. İçkili restoranların kapısına da “servisimiz içkisizdir” diye levhalar asılır. Böyle olunca da akşamcılar evlerinde demlenirler. Bayram ve sonrasında ise içki tüketiminde büyük artış olur.
Bu bayramlarda evet veya hayır gibi sözcükleri kullanmak bile sakıncalı oldu. Televizyonlarda bir zamanlar “Evet-Hayır” programı yapan Erkan Yolaç’ın kulakları çınlasın. Acaba o programı yaparken, “Sakın o iki kelimeden birini kullanmayın” derken bugünler aklına gelir miydi?
Bayramlar biter bitmez referandum için sandığa gittik, Erkan Yolaç’ın sakın kullanmayın dediği o iki kelimeden birisine mühür bastık.
Ne garip Pazar sabahı herkesin kullandığı en çok sözcük de evet-hayır oldu…
Ne diyelim hayırlısı olsun…
Referandum sabahı baktım, bizim esnaf başımıza iş çıkabilir diye hayırlı pazarlar, hayırlı günler yerine eskilerin söylediği gibi “Sabah-ı şerifleriniz hayrolsun” diyor.
Kısacası:
Gözünüz aydınlık,
Yaşamınız huzurlu,
Bayramınız hayırlı olsun…
Erdem Yücel
Kent Haber
erdemyucel2002@hotmail.com