Keşke bu hatalar da yapılmasalardı.
Şimdi... Böyle bir kitaba imza koyan Erol Atik ile kendisine bu konuda yardımcı olanları, büyük bir içtenlikle kutlamaktayız. Tarih adına yapılan birkaç hata dışında, ortaya pekâlâ bir eser konulmuştur. Hiç kuşku duymuyoruz ki, bugünün yeni ilçesi Süleoğlu, eskiyip de bir gün tarih olduğu zaman, işte bu kitap çok değerli bir kaynak olacaktır. Küçük eleştirimiz dışında yazımını övgüyle karşıladığımız kitap, elinizdeki bu yazı konusunda bize de bir gerekçe olmuş bulunmaktadır. Bugün başladığımız yazımız ve daha sonraki bir kaç yazımızla Trakya, Rumeli ve Edirne'yi tarih cephesinden anlatmaya çalışacağız.
Dizi yazılarımıza Trakya'yla başlıyoruz.
Bugün, Trakya deyince ülkemizin Avrupa parçasını anlamaktayız. Aklımıza bazen de Batı Trakya gelir. Bu bilgi yanlış olmasa bile eksiktir. Eksiktir çünkü, tarihsel Trakya'yı bütün bir Bulgaristan'ı eklemekle tamamlayabilmekteyiz. Hatta, Trakya'nın en geniş zamanında sınırlarını batıda Vardar ırmağına kadar götürmek hiç de yanlış sayılmayacaktır. Trakya'ya adları verilen Trak halkının Asya yönünden geldikleri düşünülmekteyse de bunların arasında Anadolu'dan geçenlerin olduklarını da düşünmek zorundayız. Trakların kültürleri, Asya'nın diğer toplumlarına bu arada zamanın Türklerine benzerlikler göstermektedir. Genellikle yerleşik düzenden uzak kalmışlardır, göçebedirler, ata iyi binerler, iyi savaşırlar vb. Fakat... Tarih boyunca yüzden fazla devlet, ondan fazla imparatorluklar kurmuş Türklerin yanında, Traklar, ülkeleri Trakya'yı bile devlet adı altında birleştirememişlerdir. Bölük pörçük birkaç devlet denemeleri içinde önemli olanı, Vize merkezli olup, tarihçilerin Doğu Trakya Krallığı dediklerinden ibârettir.
Zaman zaman Trakların Türk olduklarını duyarız. Bunu böyle diyenler, ya Trak ve Türk sözleri arasında görülen benzerliğe kapılmaktadırlar veya Türk deyip de çoşarak, kendilerini tutamamaktadırlar! Erol Atik benzeri gençlerse o gibilere inanıp kapılanlardır. Ne var ki, Trakların Türklüklerini hiçbir tarih kaynağında görmemiz mümkün değildir. Evet, hiçbir yerli ve yabancı tarih kaynağı, Türkleri anlatırken Trakların yanından bile geçmez! Fakat bazı gayretkeş ve sorumsuz kişiler, bu görüşe nedense pek iltifat etmektedirler. Kim bilir, acaba bunu demekle Trakya'yı daha bir Türkleştirmiş mi olmaktadırlar!?. Traklar Türk olmadıkları gibi, onların Türk olmalarında bizim de hiçbir çıkarımız bulunmamaktadır. Konuya önce dilden girelim. Traklar, biz Türkler gibi Ural-Altay dil öbeğinden değil, Hint-Avrupa dil ailesindendirler. Buna göre de bize Sümerler kadar bile yakın değildirler! Trakların Türk olmadıklarına ilişkin daha başka kanıtlar dahi bilinmektedir. Trakları yazan bir tarihçinin tespiti uyarınca, Traklar kendilerine Drasikes demişlerdir ki, anlamı, cesur gibi, yiğit gibi bir şey olurmuş. Hiçbir toplum kendisi için bunun aksini söylemeyecektir ama, bildiğimiz Traklar gerçekten de “drasikes”tirler! Bazı istisnalar dışında kahramanlık örnekleri göstermişlerdir. Trakları tanımak konusunda kendilerine borçlu bulunduğumuz Yunanlar, Trakların Drasikes adını dillerine uydurup, onlara Thrakos, yani Traklar diyeceklerdir. Günümüz dünyası, Trakları önce Yunan sonra da Roma kaynaklarından öğrenmiş olduğundan, Yunan söylemi benimsenip yerleşmiş bulunmaktadır.
Traklar, Trakya karasının içlerinde ve kıyılarda bir takım yerleşim noktaları seçip yerleşmeye başladıklarında, Yunanlar da asıl yurtları olan Mora ile bunun biraz daha kuzeyindeki topraklarından denize açılmışlar, Akdeniz, Ege ve Marmara ve Karadeniz'in hemen her yanında, bu çerçevede Trakya kıyılarında görülmüşlerdir. Yunanlılar, ya mevcut Trak kasabalarına yerleşmişler veya, Bizantion (İstanbul), Perinthos (Ereğli) ve Selymbria (Silivri) gibi yenilerini kurmuşlardır. Trakların Yunan kültürü içinde erime süreçleri de böylece başlamış bulunmaktadır. MÖ 750 dolayında başlayan bu süreç, MS 700'lerde artık tamamlanmış olacaktır. Trak halkı, bu tarihten sonra Balkanların Bulgar ve Bizans toplumları içinde özümsenip eriyecektir. Bundan çok sonra, Rum diye anacağımız Rumeli halkının esasını işte bu Traklar oluşturacaklardır. Birçok toplumun tarih sahnesinden çekildikleri bilinen bir gerçektir. Ancak... Toplumlar adlarıyla sahneden çekilirlerken, bunların insan unsurları yok olmamışlar başka toplumların arasında ve içinde başka adlar altında var olmaya devam edegelmişlerdir. Traklar da böyle bir sona uğramışlar, kendileriyle birlikte ve zamanla dilleri dahi yürürlükten kalkmış tarihe karışmıştır. Roma İmp. Orta Doğu'ya kadar yayılıp da Araplara komşu olunca, Araplar bu yeni komşularının devleti, halkı ve ülkesine kısaca Rum demişlerdir. Bu söz zamanımızda yalnız bazı halk için geçerli kalmıştır. Cumhuriyet ardından, Rum adı altında ülkemizin Trakya parçasından Yunanistan'a gönderilen halkın büyük büyük kısmının, tarih ışığında Trak asıllı olmaları lazım gelir ki, doğrusu da aynen böyledir! Anadolu, Orta Doğu ve Mısır'ın Rumlarıysa, o yerlerin gene Yunanca konuşan Ortodoks Hristiyanlarıdırlar. Bunların arasında gerçek anlamda Yunanlılar mutlaka var iseler bile bu gene tarih ışığında, son derecede düşük bir oran içinde olmalıdırlar.
Yazımızın başında belirttiğimiz en geniş alanda yaşayan Traklar, kırk dolayında oymaklara bölünmüşlerdir. Bunlar içinden Türk Trakya'sında yaşadıklarını bildiklerimiz şunlardır:
Ergene çevresindeki Agrianlar (Ergene adı kökeni!), Vize çevresindeki Astlar (Istranca adı kökeni!), Edirne batısındaki Benler, Edirne çevresindeki Bettegeriler, Enez kıyılarındaki Bistonlar, Saros çevresinde Dolonklar, Ergene çevresindeki Madiantenler, İğneada çevresindeki Melanditler, Edirne çevresinden Ergene havzasına ve Vize’ye kadar Odrisler (Bütün Trak oymaklarının en genişi bunlardır), İğneada'yla Vize/Kıyıköy çevresindeki Thynler (İğneada'nın tarihteki adı Thynias'ın kökeni), Vize/Kıyıköy çevresindeki Tranipsalar...