Facebook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Facebook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

WEB Şampiyonları Belirlendi [İdil Tulun]

Aşağıdaki yazı ayrıca redakte edilmedenyazarı  
tarafından gönderilen özgün hâliyle yayınlanmıştır
Dünyanın en çok ziyaret edilen web siteleri belli oldu.
Evet! Kıran kırana geçen mücadelenin taçlanan isimleri ortada artık.
Kimini yakından tanıyorsunuz; kimisiyse sürpriz isimler.

Ziyaretçi sayıları tekilde milyon, toplamdaysa milyarlarla ifade edildiği için, bu sonuçların çıkarılması bile başlı başına büyük bir zahmet.
O yüzden, bayağı uzun bir süre, verilerin toplanması bekleniyor. Ardından sağlıklı olup olmadığının kontrolu ve ondan sonra da mutabakat dönemi.
En son aşama en kolay olanı.
Duyuru faslı...

Çoğu insan için değişik şeyler ifade edecek o sonuçları, az sonra aşağıda sıralayacağım. Aradığınız siteyi hemen bulabilmeniz için de her bir siteyi, ayrı bir paragrafta göstereceğim.
Hadi bakalım kolay gelsin.
Bu acayip, zor yarış.

2010 yılı verilerine göre; bir yıl içinde dünyanın en çok ziyaret edilen arama motoru Google olarak belirlendi. Google’ın tekil ziyaretçi sayısı 350 milyonken, toplam ziyaretçi sayısı 8 milyar 169 milyon…

MSN/Windows Live; tekil 271 milyon ve toplamda 5 milyar 670 milyonla ikinciliği yakaladı.

Yahoo ise tekil ziyaretçi sayısında 233 milyon, toplamdaysa 4 milyar 155 milyona ulaşıp üçüncülüğü…

İlk olarak 2004 tarihinde Harvard Üniversitesi öğrencisi Mark Zuckerberg tarafından kurulan, daha sonra tüm dünyada kullanılmaya başlayan sosyal paylaşım ağı Facebook'un, 2010 yılındaki tekil ziyaretçisi 218 milyondu. Toplamda ulaştığı rakamsa 4 milyar 555 milyon… Böylece Facebook da sosyal paylaşım ağlarının başında yer aldı.

Son zamanların vazgeçilmezi Twitter 2010 yılı verilerine göre; tekil ziyaretçi sayısında 42 milyon, toplam ziyaretçi sayısındaysa 260 milyona erişmiş.

5 Şubat 2005'te üç eski PayPal çalışanı tarafından kurulan ve Ekim 2006'da Google tarafından satın alınan video paylaşım sitesi Youtube’un; tekil ziyaretçisi 203 milyon, toplamdaysa 1 milyar 262 bin kişi…

İnternet üzerindeki en büyük açık artırma usulü alışveriş sitesi eBay; tekil ziyaretçide 121 milyon, toplamdaysa 1 milyar 137 milyonluk ziyaretçi sayısına ulaşmış.

Kullanıcıları tarafından ortaklaşa olarak birçok dilde hazırlanan ve özgür, bağımsız, reklamsız ve kâr amacı gütmeyen bir internet ansiklopedisi olan Wikipedia'ya gelince... 2010 yılı sonundaki tekil ziyaretçisi 154 milyon, toplam ziyaretçisiyse 678 milyon…

Onu izleyen WordPress; tekilde 48 milyonu, toplamdaysa 131 milyonu yakalamış.

Dünyadaki çoğu ülkenin ve tüm dönemlerin sinema ve televizyon filmleri, film yıldızları, dizileri, bilgisayar oyunları hakkında bilgiler barındıran çevrim içi bir veri tabanı olan IMDb; 2010 yılında, tekil ziyaretçi sayısında 37 milyonu, toplam ziyaretçi sayısındaysa 118 milyonu bulmuş.

Craigslist; tekil ziyaretçide 35 milyon, toplam ziyaretçide 276 milyon...

Linkedin'se 24 milyon tekile karşı, 82 milyon toplam ziyaretçiyle karşılaşmış.

Sanmayın ki her şey böyle gidecek.
Yeni yarış çoktan başladı bile...
Bakalım bir sonraki sonuçlar neyi gösterecek?


İdil Tulun 

Alzheimer İle İlgili Kısa Hatırlatmalar [İdil Tulun]

Redakte edilmedenözgün hâliyle yayınlanmıştır
"Yazarlar ve Ozanlar Grubu"ndan Günay Tulun'un geçerliliğinden bir şey kaybetmemiş "Alzheimer'a Bitkisel Destek" adlı yazısını Facebook sayfalarında görünce belki benim de bir katkım olur diye konuya katılmak istedim.
Ayrıca bu gece, çağımızın "Bilgi Postacısı" Okan Bayülgen'in; TV 8'deki programında da bu önemli konu işlenecek. Şu an, benim bu yazımı okuyabiliyorsanız bu, o programın da kısa süre önce bittiği anlamına gelir.

Alzheimer, Alman kökenli gibi görünüyorsa da İngilizce bir kelime. Türkçesi alzaymır ama nedense hemen her yerde İngilizcesinin kullanımı daha yatkın. Bu nedenle konuyu anlatmak isteyen insanlar hangisini kullanacaklarını şaşırıyorlar. Alzaymır yazdığınızda hemen tepkiler yağıyor:

- Daha adını bile yanlış yazmışsın!

Hastalığın nasıl başladığı, geliştiği ve sonuçları hakkında yazılıp söylenmiş varsayımlardan ben de bahsetmeyeceğim. Onları internetten rahatça bulabiliyorsunuz. Yalnız şunu da söylemem şart:

Dünyada kırk milyon civarında alzaymırlı olduğu tahmin ediliyor. Tatsız beklentiyse bu sayının kısa zaman içinde "yüz milyonu aşması"...
Yurdumuzdaki sayınınsa üç yüz bin civarında bulunduğu, ama bu sayının gerçek rakamların çok çok altında olduğu yolunda söylentiler var.

Bu ilginç bir hastalık. Kendisi başlıbaşına büyük bir problemken başka hastalıkları da ağ gibi yanına çekip dertlere dert katabiliyor. Bu nedenle hastaya, bağışıklık sistemini zayıf düşürmeyecek bir beslenme rejimi uygulanmalı. Morali elden geldiğince yüksek tutulmalı; sosyal hayattan, eski alışkanlıklarından kopmaması için elden gelen çaba gösterilmeli.


Bugün demans olarak adlandırılan "bunama"nın yalnızca bir türü alzaymır.

Dedemde de iki yıldır aynı hastalık olduğu için biliyorum. Kişiliğinde büyük değişiklikler oluşuyor. Öyle ki en basit ihtiyaçlarını bile karşılarken neler yapması gerektiğini hatırlayamayıp bunu etrafına sorabiliyor. Derdini anlatamayınca sinirleniveriyor. Eskiyi çok iyi hatırlayıp, birkaç saniye önce yaşanan bir olayı ya da söylenen bir sözü unutuveriyor.

Kesin olmasa da alzaymır hastalığının ortaya çıkış nedenleri arasında olduğu düşünülen çok sayıda etken var. Bunlar arasında kalıtsal faktörler, beyinde protein birikimi, beyin hücrelerinin ölümü, sinirsel iletimin bozulması, kafa travmaları, bazı metal ve zehirli maddelerin şu ya da bu nedenle vücutça emilimi ya da solunması; obeziteden uykusuzluğa, çelişkili gibi görünse de içki içmekten içmemeğe, depresyondan damar hastalıklarına kadar akla gelen pek çok olgu, diğerlerine göre daha önde gibi görünüyor.


Bazılarının iddia ettiği gibi hastalığı kesinkes kalıtsal etkenlere bağlama iddiası da aşağıdaki iki neden yüzünden pek geçerli değil.

Hastaların ancak yüzde 10’unun aile öyküsünde alzaymırın varlığı tespit edilmiş. Tek yumurta ikizlerinden birisi bu hastalığa yakalanabilirken diğeri ondan 40-50 yıl sonra bile sağlıklı bir hayat sürdürmeye devam edebilmekte…

Yaş ilerledikçe, alzaymırın görülme riskinin fazlalaştığıysa bir gerçek gibi...

Neden gibi dedim?
Bugün için bilim, bu faktörü de tam olarak ispatlayamamış durumda.
Yalnız bu konunun üzerinde diğer faktörlerden daha fazla duruyorlar.
Yaş konusuna girince, kutsal kitabımızın "Yasin Suresi"nden bir ayeti bu sayfaya taşımak ihtiyacına kapıldım birden. Varın kendiniz karar verin ayetin söyledikleri üstüne:
- Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak yaratılışta onu tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?

Bazı tıp adamları da alzaymırın abartıldığı kadar çok insanda görülmediğini bu bilgiyi bazı ilaç şirketlerinin pompaladığını ve bazı basın organlarının da onlarla işbirliği yaptığını söylüyorlar. Kanser ve kalp damar hastalıklarının daha ön planda değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyorlar.


Bu itirazlar genelde, yazarlıkla tıp doktorluğunu bir arada götüren kesimden, yani isimlerini afişe etme cesaretini gösterebilen insanlar arasından çıkıyor.

Onların bir iddiaları daha var. Bugüne kadar alzaymırda kullanılan ilaçlar ilaç şirketlerinin kasasına yeni ve daha büyük kasalar katmaktan başka bir işe yaramadı. Yani çare sağlamıyor.
Geçmişte "Domuz gribi", "Kuş Gribi" falan derken; bunun da örneklerini yaşayıp o şirketlere karşı güven kaybettik zaten.

Gerçek bilim insanlarına gelince…

Onlar hâlâ araştırıyor.
Hastalığın kesin nedenini bilmek için hâlâ çaba harcıyorlar.

Bir hastalık, bir kişide bile görülse hemen üzerine eğilinmesi gerek. Çünkü bir kişinin bile yaşamını kaybetmesi, küçük kıyamet denecek kadar şiddetli izler bırakan büyük bir olay.

Kurtarılabilecek bir can içinse her olanağı kullanmak şart.

Neden ya da nedenler ortaya çıkarsa tedavi umudu da artacak.

Yoksa insanlığın vay hâline!


İdil Tulun

Bir Peri Masalı: E. Göztepe Hastanesi [Günay Tulun]

Mart ayı içinde bir gece, sabaha karşı, bilgisayar başında; Mete Esin'in yolladığı yetmiş yazılık bir grubun son otuzunu yayına hazırlamaktaydım.
Kendisi Türk dilini biraz farklı kullandığı ve bu konuda çok titiz olduğundan diğer arkadaşlar dokunamıyordu yazılarına.
Yazılar birer birer eriyor, karşımdaki yığın gittikçe küçülüyordu. 

Her şey iyi gidiyordu yani...
Bir yandan da "Radyo Sessizliğin Sesi"nden bir kanal seçmiş her zamanki gibi 1950 ve 60'ların şarkılarını dinlemekteydim.

Karşımdaki ekran aniden parlamaya başladı.
O kadar parlaktı ki yazıları zorlukla seçer olmuştum.
Tam o sırada kızım da bir ileti yollamaz mı…
Doğru yazmaya çabalayarak, harfleri tekrar tekrar düzelterek cevapladım onu… Ne kadar çabalasam da yanlış yazmıştım: "Görem.yorum."
Tek sözcüğün içine kaçan noktayı yakalamıştı.
Melekler; bugün, burada, bu yazıyı yazabilmeme neden olan olayları kızımla 
başlattılar. 


Birkaç saniye içinde tümüyle göremez olmuştum.
Telaşla geldi yanıma...
Sesi geliyor ama kendisi görünmüyordu.
Hastane diye tutturdu: "Hastaneye gidelim!"
İstemez dediğimde; bana önce Facebook, sonra da Twitter'ın ne olduğunu sordu. Yabancı gelmiyorlardı ama ne olduklarını anımsayamıyordum.
Yine birkaç soru… Iıh, durum aynı…

Derken oğlum kalktı. Baskılar çiftleşti.
Hastane de hastane…
Ve oğlum beni hastaneye götürmeye kesin kararlı!
Kurtuluş yok gibi görünüyor.

"Bir Kapril daha alırsam geçer" inadıyla yatmaya çalıştım.
Günlerdir hastanede alzaymırlı babasına baktığı için perişan bir şekilde uyumakta olan eşim, dikildi:

- Ne oluyor?
Nerede olduğunu çıkaramamıştı zavallı. Neyse çabuk ayıldı ve baskıcılar grubunun safında yer almakta gecikmedi.
Bazı durumlarda mantık kayboluyormuş demek ki, tek derdim yatmaktı. 


Keçilerle akrabalık da bir yere kadar. 
Bir yerden sonra, çözüldüm ben de…
Hep birlikte doğruca "Özel Göztepe Hastanesi"ne…

Hemen acile kabul, orada bir yatak, tansiyon ölçümü ve doktora çağrı…
İçtiğim onca ilaca, son anda ikinci kez Kapril eklememe rağmen, vaziyet 290'a 190… Yol öte tarafa pek yakın gibi görünüyor, ama çenem öyle bir düşmüş ki sanki hasta olan ben değilim. Yoksa konuşa konuşa mı gideceğim? 


Çeneme paralel olarak tansiyonum da kademe kademe düşürülüyor.
190'a 160 oluyor, sonra koltuğundan ayrılamayan siyasetçiler gibi tekrar eski yerine zıplıyor.

Çabalar sürüyor. İlk müdahaleyi yapan doktorun adını alıyorum ama o yüksek basınç altında sıkışan belleğim, balıkların hafızasıyla yarışıyor: Unutuyorum.

Sonra devir teslim töreni yapılıyor sessizce ve Doktor Sabri Moğultay girişiyor işe... Moral ışıltılarıyla dolduruyor girdiği yeri. Benden çok küçük ama eskilerin babacan doktor dedikleri cinsten...
Girişiyor dedim ama tansiyonum da maşallah Real Madrid gibi…
Messi'ymiş, Sabri'ymiş dinlemiyor.
Onlar yakalıyor, öteki yine topluyor puanları.
Yenmek zor!

Tansiyonumla karşılıklı "Harmandalı" oynaya oynaya geçiriyoruz saatleri. Biz farkına varmadan gün ışımış bile... Dahiliye Servisi'nden Doktor Asuman Kulaksız geliyor sabahın ilk hastası niyetine...
Randevuları çok yoğun demişlerdi ama "Şu tuhaf yaratığı bir de ben göreyim!" dedi herhâlde... Bakıyor ki adam problemli, ne yapıp ediyor bir oda ayarlatıyor, dolu denilen hastanede…

O oda hazırlanırken ultrason, tomografi işleri hallediliyor. Radyolog Doktor Ahmet Oğuz ve asistanı sakin tavırlarıyla rahatlatıyor insanı. Ardından yatağa yolculuk başlıyor. Sürekli burnum kanıyor ama söylemeyi unutuyorum onu… Tüm tedaviye rağmen yatış tansiyonum 260'a 180...

Tansiyon birkaç gün daha dalgasını geçiyor hepimizle… 
Sanki köşe kapmaca oynuyor. Nihayet bir gece sabaha karşı belli oranda eğiyor boynunu. Nasıl eğmesin ki? Doktor Asuman Kulaksız, elinden geleni üçle dörtle çarpıyor. Çarpmasa da moral veren gülümsemesi yetiyor. Bulunduğum bölümün başhemşiresi Nazife İğdir birkaç dakikada bir başımda. Onun olmadığı zamanda Meral Hemşire kılıcını çekmiş her an saldırıyor tansiyon körükleyici düşmana…
Gece ekibinde önce Sedef Hemşire sonra da Fatma Hemşire, neredeyse ilaçlarımı ağzıma verecekler. Neredeyse sözcüğü fazla oldu. İki kez aynen öyle yaptılar. İlaçları tıkıverdiler ağzıma...


Bu arada Uzman Nöroloji Doktoru Meltem Güler, Kardiyolog Hüseyin Bey, Nöroşirürji Servisi'nden Doktor Ayhan Kara; derdime derman olup olamayacaklarına bakıyorlar. 


MR çektirmek için hastanenin cankurtaranı, Echomar Görüntüleme Merkezi'ne götürüp ayağım yere değmeden odama döndürüyor beni…

İlgi sıcak, gerçekten sıcak; kimseyi yapmacık ifadelerle görmüyorum.
Ara sıra hastanenin başhekimiyle başhemşiresi birlikte ziyarete geliyorlar.
Kat hizmetini gören personel, güler yüz ve ilgiyi hiç esirgemiyor. Nasıl beslenmem gerektiğiyle ilgili olarak, Diyetisyen Sernaz Erçil yardımcı oluyor. Yemeklerle ilgilenen herkes, gülen yüzünü sözleriyle süslüyor. 


Yemeklerden söz etmek istemiyorum.
Tansiyonu olan birine ne verilir ki, tabii ki tuzsuz diyet yemeği... Şöyle kıyması bol Samsun pidesi, malzemesi bol Antep lahmacunu verseler de...


Derken, burun kanamam da yakalanıyor.
Doktor Erkan Uygur'un muayene odasına götürülüyorum. 
Görüyor sızıntıyı. Yüksek tansiyon mukozayı lime lime etmiş. Bir şeyler yapıyor ama burun içinde ayrı göz olmadığından izleyemiyorum.  

Sıza sıza kansız kalır mıydım acaba?
Bunu en iyisi bir bilene sormalı…

Nihayet, bir Nisan gününün öğle sonrası, yeniden görüşmek üzere selamlıyoruz birbirimizi…
Kiminle mi?
O an orada olanların hepsiyle… 

Ben, Allah'ın garip kulu Günay Tulun, duyururum ki: Birkaç gün için de olsa beni, "atalarım Tulunoğulları'nın iyi günlerindeki gibi yaşatan" bu güzel insanlara ne kadar teşekkür etsem azdır. Demek hanedandan olmak böyle bir şey, hanedandan gibi yaşamak böylesine bir keyifmiş. 

Teşekkürler Göztepe Hastanesi... 

Teşekkürler dört duvarı beton binaya ruh veren, şefkat yuvası yapan güzel insanlar! Hepinize içten kopan, sevgi dolu teşekkürler… 



Günay Tulun

Aklım Karıştı [İdil Tulun]

Radyo mu? Televizyon mu?
Kafalarımız, Twitter mi Facebook mu sorusuyla meşgulken şimdi “Böyle de soru mu olur?” diyeceksiniz.
Olur. Bal gibi de olur. Neden mi? Anlatayım:
Geçen gün, Türkiye'nin Sesi'nde yayınlanacak bir dizi yazı için ekranın karşısına geçtim. Bilgisayarın açılmasını beklerken, kahvemi karıştırıyor, bir yandan da nasıl başlayacağımı düşünüyordum. Biliyorsunuz, yazıya başlarken önemli olan, o altın cümleyi bulmak. Bulduğunuz an, ortam da istediğiniz gibiyse gerisi kendiliğinden gelir.
Ortam dedimse abartmayalım lütfen.
Tüm yaptığım, iş radyoyu açıp kulaklığı takmak.
Yine öyle yaptım.
Daha doğrusu yaptığımı sanmışım.

Yazının ilk cümlesiyle boğuştuğumu zannederken, kendimi televizyona bakar bulmam mı? Hayret ki ne hayret!
Kulaklık derken kumandayı kapmış, televizyonu açmışım.
Televizyona bakıyordum. Hem de hipnoz olmuş gibi.
Bir de saate bakmam mı bakıp da zamanın su gibi kaçtığını görmem mi!
Can sıkıntısı bir anda, Malthus'ün geometrik artışı gibi katlandı yüreğimde…

Televizyon neme…
Söz vermiştim, bu yazı yetişecekti mutlaka…
Büyük bir irade gücüyle döndüm yazıma ve bir de fark ettim ki hâlâ televizyondaydı gözüm.
Dizi de pek güzeldi hani, acaba bitene kadar izlesem de sonra yazsam. Yazarım canım. Ne olacak? Şunun şurasında yarım saat daha geçse!..

Hainlik bu ya, televizyondaki dizi gözünü benden ayırma diyen cinsten.
İstemeye istemeye izlemeye başlayıp, aman bitmesin diye devam ederken, karşıma bir de kaçırdığım bir dizinin tekrarı çıkmaz mı?
Çıktı tabii…

Televizyonu kapatıp yazıma döndüğümde; saatler saatleri vurmuş, vurulanlara yazık olmuştu.
Yazıyı bitirdiğimde saatin kaç olduğunu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Sabahın habercisi kuşlar şakımaya başlamışlardı bile.
Ya ben, gariban ben!
Erkenden kalkıp yeni günü tüketme savaşına katılmalıydım.
Bir büyüğümüzün dediği gibi "Netekim!" katıldım da…
Ağrıyan başım, acıksam da yemekte zorlandığım sabah aşım derken kulaklarımı çekmem gerektiği konusunda ellerimle mutabık kaldım.
Hak etmiştim bunu...

Düşündüm ki;

Bir 80’ler çocuğu olarak televizyonla büyümüştüm.
Televizyon bağımlısıydım, inkâr etmiyorum.

Sokakta oynayan, elbiseleri yırtılan, top peşinde ayakkabıları parçalanan, yüzü toz toprak, dizleri yara bere içinde, annesinin camdan seslenmesinden saatler sonra gelen son neslin kırıntılarıydık.
Aynı zamanda ekrana yapışık büyüyecek olan ilk televizyon çocukları...
Belki de bu geçişin köprüsü olan nesildik.

Ben televizyon izlemeyi seven ama bir iş yaparken radyo dinleyenler takımındanım.
Yazı yazarken de öyle…
Kendimi yazıma daha keyifli veriyor, hatta müziğin coşkusuna göre duygularımı yazıya aktarıyor, anlatacağımı daha iyi bile ifade edebiliyorum.

Evet, düşünürseniz televizyon seyrederken böyle bir imkânınız yok.
Olayı illa bir yazma eyleminin parçası olarak ele almamıza gerek yok.
Televizyon seyrederken sadece “seyrediyorsunuz”.
Televizyon seyretme eylemiyle eş zamanlı olarak ilgilendiğiniz diğer işlere yüzde yüz verim katamıyorsunuz. Televizyon karşısında ütü yaptığınızı düşünün.

Ev hanımlarını örgü örerken izleyin. Ne dediğimi daha iyi anlatmış olurum.Televizyon izleyip mesaj yazarken de böyle…

Hâl buysa, o zaman televizyon karşısında şuursuzca geçirilen zaman insanın üretimine sekte vurmaz mı? Verimini düşürmez mi? O dizi bitsin, bu dizi bitsin, şu da bitsin. O evlendi mi? Bugün "O kiminle evlenecek?" derken üretmeden geçen zaman insan hayatı için israf değil mi?


İdil Tulun

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN