Bize, CMUK gibi sürekli bir af kânunu hediye (!) eden politikacılarımızın yüksek azimleriyle, yakın zaman öncesinde bir “Af Kânunu”muz daha olmuştur. Halk, tavır koyup buna şiddetle karşı çıkmış olsa dahi, gene halkın seçtiği politikacılar kendi bildiklerinden [hani her şeyi biliyorlar ya!] şaşmamışlar, “Kânun”u Meclis’ten geçirmişlerdir. Olumlu ve hayırlı başka işler ortaya koyamayan politikacılarımız, zaman-zaman kolaycılığa kaçıp, icraat diye işte böyle bir şeyler yapabilmektedirler!
Suç ve cezâ ilişkisi, târih boyunca insanlığı meşgûl etmiş konuların başlarında gelmiştir. Suç... Hukuk diliyle bunu târife çalışalım. Öncelikle belirtelim ki, suçun târifinde dünyâ ölçüsünde bir görüş birliği sağlanamamıştır. Bu konuda çalışan hukukçu, antropolog, kriminolog, nörolog, psikolog, sosyolog gibi uzmanlar, kendi açılarından bâzı ortak sonuçlara varmışlardır. Temel bâzı noktalarda uzlaşmışlar, ancak ayrıntılarda görüş farkları ortaya çıkmıştır. Şu var ki, gene de ortalama ve yalın bir suç târifi yapabilmekteyizdir: Hukuk düzeninin cezâ öngörüp, cezâ verdiği eylemlere suç denir. İşte bu kadar basit!
Basın-yayın organlarında her gün yeni suç haberleri görüp-işitiyoruz. Vatandaşlarımız, her alanda suç işlemekten maşallah hiç geri durmuyorlar! Bu kadar yoğun suç işlenmesinde, sosyo-ekonomik şartlar yanında “Af Kanûnu”muzun muhakkak önemli bir rolü bulunmaktadır. Nitekim, suçluların bir çoğunun eski mahkûmlar olduğunu görüyoruz. Diğerleriyse ihtimâldir ki, yakın gelecekte yeni bir “Kanun”çıkacağına inanıyorlar! Haksız sayılmazlar; bu Ülke’de niye olmasın ki!?.
Suç, af, politika... Bunlar bir yana, biz bugün olayın cezâ yanını yazmak istiyoruz. Şimdi bir genelleme yapıp, birey ve topluma zarar veren eylemlere karşı uygulanan yaptırıma cezâ denir, diyerek devam edelim. Cezânın birinci amacı, kötü eyleme karşı suçluya acı ve üzüntü vermek, zarâra uğratmak veya onu tamâmen ortadan kaldırmak, böylece kefâret ödetmektir. Ayrıca, eğilim gösteren kişilere ibret ve göz-dağı verilip, onlar, suçtan alıkonulacaklardır.Târihte, işte bu amaçla uygulanmış ilgi çekici ama çok gaddar cezâlar vardır. Bitmez-tükenmez suç haberlerini okuyup-dinledikçe veyâ çevremizde gördükçe, isyan ediyor, bir an hiddete kapılıyoruz. Aklımızdan bu cezâlar geçiyor. Düşünüyoruz; acaba eskiye mi dönmeliyiz!?. Şimdi... Bâzısı, günahsız kişilere ve gerçekten haksız uygulanmış bu cezâlar bakalım nelermiş?..
Gülümseten bir cezâ: Konuşkan kadınların başına metal kafes takmak. (Kafesin, kadının ağzına girecek dikenli bir dili varmış!)
Utandırmalar: Suçun yazıldığı iki yaftayı, göğüs ve sırta asıp, dolaştırmak. (Elli kadar yıl önce, Edirne’de böyle bir cezâ uygulandığını duymuşuzdur.) El veyâ ayak bileklerini iki kalas arasındaki deliklere sıkıştırıp bekletmek. Sakalını boyamak veyâ kesmek. Boyna geçirilen bir halkayla direğe bağlamak. Dibi delik fıçıyı başından geçirmek ve dahası.
Hafif cezâlar: Falakaya yatırmak veya kamçılamak. Kışın havuzda tutmak. Alna kara çalmak. Alın veya avuç içini dağlayıp-damgalamak. Tırnak sökmek. Burun, el, ayak veya kulak kesmek, göz çıkarmak. Diğer organların bâzılarını kırmak, kesmek, koparmak. Para, mal veyâ mülküne el koymak. Mâden veyâ taş ocağında çalıştırmak. Sürgün etmek. Gemi küreği çektirmek. Değişik biçimlerde hapsetmek. Toplum dışına atmak (aforoz etmek) ve dahası.
Ölüm cezâları: Aç köpeğe yedirmek. Ağırlık koyarak, bir torbayla denize atmak. Ağza kurşun akıtmak. At bağlayıp-sürüklemek. Ateşe atmak. Başı kesmek. Başa çivi çakmak. Başı giyotinle kesmek. Belden ikiye bölmek. Bel hizâsında gömüp-taşlamak. Çarmıha germek. Çengele asmak. Deriyi yüzmek. Dibekte dövmek. Diri-diri gömmek. Dumanda boğmak. Elle boğmak. Enseden kurşunlamak. Fil ayağıyla ezmek. Hayaları koparmak. İple boğmak. Kalbi bıçaklamak. Karnı deşmek. Katrana bulayıp-yakmak. Kazığa oturtmak. Kol ve bacaklardan atlara bağlayıp, ters yönde çekmek. Kollar ve bacakları, dikdörtgen bir çerçeveye bağlayıp-germek. Kollar ve bacakları dört kazığa bağlayıp, üste ağırlık koymak. Linç etmek. Neft dökmek. Tabut gibi ve çivili bir kutuya koymak. Taş bağlayıp denize atmak. Üstüne taş yığmak. Yakmak. Yayla boğmak. Yerdeki bir tekere bağlayıp kol ve bacakları kırmak. Vücudu parçalamak. Yüksekten atmak. Zehirlemek ve dahası. Günümüzde öldürmenin bu türleri insanca bulunmadığından; elektrik, gaz odası veyâ zehirli iğne tercih edilmektedirler.
Üstte saydıklarımızdan birkaçına, kendi tarihimiz Osmanlıdan somut örnekler verelim: İstanbul’da yaşayan bir Macar köle, çengele asılmıştır. Gene bir Macar veyâ Hırvat köle Galata’da çarmıha gerilmiştir. İstanbul’daki bir Îranlı, Edirne Paşa Çayırı mevkiinde yakılmıştır. Lala Mustafa Paşa, esirlerin burun ve kulaklarını kestirip sonra, derilerini yüzdürmüştür. II. Abdülhamit zamanında Çırağan sarayını basanların gözlerine kızgın mum sokulup kör edilmişlerdir. II.Sultan Murat, Hacı İvaz Paşa’nın gözlerine mil çektirerek kör ettirmiştir. Yıldırım Beyazıt, Serez’de Bizans eşrafının gözlerini çıkartıp kör ettirmiş ve ellerini kestirmiştir. Yavuz Sultan Selim, Yunus Paşanın başını bir kılıç darbesiyle düşürmüştür. II.Abdülhamit, hizmetçisini tabancasıyla öldürmüştür. Genç Osman, ele geçirdiği korsanları direğe bağlatıp ok atarak öldürmüştür. Kafrî Ahmet Efendi diye biri, içkiyi gümrüğe bağlattı diye, Üç Şerefeli Câmisi önünde asılmıştır. Şeyh ül İslâm Feyzullah Efendi’yle oğlu, bilinen suçtan dolayı Edirne Bat Pazarında işkence görüp-asılmışlardır. Yavuz Sultan Selim, Sadrâzam Mustafa Paşayı yay kirişiyle boğdurtmuştur. Harmuş Mehmet denen zâlim Paşanın başı, Edirne’de kesilmiştir. Ahmet Paşalardan biri, Edirne Buçuktepe’de iple boğdurulmuştur. Defterdar Abdülkerim Paşa, çıplak vücuduna kızgın demirler yapıştırılarak öldürülmüştür. Değerli bir kişi olan Sâlih Paşa, Deli İbrahim tarafından kuyu ipiyle boğdurtulmuştur. Ünlü Gedik Ahmet Paşa, Edirne’de boğdurtulmuştur. Dördüncü Murat, Edirne’de yanlışlıkla atını ürküten otuz kadar dervişin başlarını hemen orada kestirmiştir. Defterdar Mehmet Paşa, mal-mülk ve parasına el konulduktan sonra başı kesilerek öldürülmüştür. Sakaryalı Şeyh Ahmet’in önce sırt ve göğüs derisi yüzülmüş, sonra parmakları boğum-boğum doğranmıştır. Sonra da eşek üstünde gezdirilmiş ve kol ve bacakları kesilerek öldürülmüştür. Dördüncü Murat’tan hâmile yedi câriye, Murat öldükten sonra torba içinde Sarayburnu’ndan denize atılıp ortadan kaldırılmışlardır.