Ülke’mizin yaşlı toprakları üstünde, Türkler’den önce küçüklü-büyüklü onlarca devlet kurulmuştur. Bunlardan biri ve en uzun süre yaşayanı MÖ IV. yy'da ortaya çıkan Pontus'tur. Yunanlı sömürgecilerin yerli halk üstüne kurup, Amasya, Sinop ve Trabzon'un sırasıyla başkenti oldukları Devlet, düşe-kalka ve kesintilere uğrayarak 1461'e kadar gelmiştir. Pontus'un varlığı Fâtih'in Trabzon'u almasıyla ebediyyen ortadan kalkmıştır. Roma devri ve ondan sonrasında, Arap diliyle Rum denilen Pontus kalıntısı halk, Cumhuriyet'in ardından nüfus değişimi uyarınca Yunanistan'a gönderilmişlerdir. Pontus bir de bu suretle sona ermiştir.
Dünyânın bütün canlıları, kendi içlerinde ana gruplara ayrılmaktalar. Buna ırk diyoruz, ama ırkın da daha alt öbekleri de bulunuyor.
Böylece bölüne-bölüne âileye kadar iniliyor. Sosyolojinin konularından biri ırklar ise, diğer biri de uluslardır. Bu iki kavramı aklımızın erdiğince şöyle bir açıklamaya çalışalım: İnsanlar, en geniş anlamıyla dört ana ırkta toplanıyorlar. Bunlara; beyaz, sarı, siyah ve ilkel ırklar deniyor. Türklerin mensup oldukları Turan ırkı, Arapların Sâmî ırkı, zencilerin Hâmî ırkı ve Avrupalıların Ârî ırkı gibiler bir alt öbeğe inmekteler. Sonraki ırk ayrımındaysa ulus kavramına yaklaşıyoruz; Türkler, Cermenler, Slavlar v.b. gibi. Nihâyet uluslara varıyoruz: Biz Türkler, Almanlar, Ruslar, Macarlar, Japonlar ve nicesi. Burada bir nokta dikkati çekmiş olmalıdır. Türkleri hem ırklar arasında, hem de uluslar arasında gösteriyoruz. Bizim, Fransız ağzıyla Alman dediğimiz Cermenler için de hâl böyledir. Türklerle Cermenler (Almanlar) ırk yelpâzesindeki en geniş uluslar olduklarından gene ırklarıyla anılıyorlar. Bunu biraz daha açalım. Almanlar, Hollandalılar, Danimarkalılar, Belçikalı Flamanlar, İsveçliler, Norveçliler, İzlandalılar, İngilizler, Cermen uluslarıdırlar. Bulgarlar, Beyaz Ruslar, Ukrainler, Polonyalılar, Hırvatlar Çekler, Ruslar, Slovaklar, Slovenler, Sırplar, Slavonlar, Yeni-Makedonlar, (Letonlar’la Latviler'in durumları kuşkuludur!) hepsi Slav uluslarını oluştururlar. Yugoslavya ise, kendi dillerinde güney Slavya demektir. Boşnaklar (Bosna, Türk-Avar ve Türk-Peçeneklerin yaşadığı bir yerdir!) bunlarla birlikte düşünülürlerse de, onlara biraz farklı bakıyoruz. Sıra biz Türklere gelince: Türkler, Özbekler, Kazaklar, Türkmenler, Azerîler, Uygurlar, Kırgızlar, Kırım ve Kazan Tatarları, Nogaylar, Başkırtlar, Yâkutlar, Çuvaşlar, Gagavuz hattâ Karamanlılar. [Karamanlılar’ı Karamanoğulları’yla karıştırmamalıyız. Birincisi, Doğu-Roma (Bizans) döneminde Balkanlara inen ve Bizans'ın Anadolu'ya yerleştirdiği Türkler’dir. Şâman inançlarıyla geldikleri burada etrafları Hıristiyanlar‘la sarılınca, eşyânın tabiatına uyup onlar da Hıristiyan olmuşlardır. Fakat dilleriyle kısmen de kültürleri değişmemiştir. İkinciler ise, Selçuklular sonrası beyliklerinden birinin mensuplarıdırlar ve daha çok bilinen de onlardır.] Saydıklarımızın dışında da, değişik lehçelerle ağızlarda konuşan daha onlarca küçük Türk toplulukları vardır. Akraba bu ulusların örf, âdet ve gelenekleri birbirlerine yakın olduğu gibi, dilleri de yakındır.) Bâzıları kendi aralarında anlaşabilirler dahî. Türkler içinde bize en yakın dilleri konuşanlar Azerilerle Kırım Tatarlarıdırlar. Ortadoğu Türkmenleri Orta Asya Türkmenlerinden olmayıp Anadolu Türklerinden sayılmaktadırlar. Son dördünden tamâmı birbirlerini pekâlâ anlayabilmektedirler.
Turancı denilen bizdeki romantik milliyetçiler, yıllarca Türk dünyâsının birleşip bütünleşmesini hayâl etmişlerdir. Bunun yanlış bir ülkü olduğunu da söyleyemeyiz. Sovyetler çökünce, bu imkân beklenmedik bir anda ortaya çıkıvermiştir. Ancak... Gerçeklerin düşünüldüğü gibi olmadığı çok geçmeden anlaşılacaktır. Orta Asya Türkleri bize mesâfeli durdukları kadar, kendi aralarında da pek geçinememişlerdir. Hattâ savaştıkları olmuştur. Stalin'in, vaktiyle Gürcistan-Türkiye sınırından Özbekistan'a sürdüğü Mesket Türkleriyle (Ahıskalılar) ev sâhibi durumundaki Özbekler, Sovyetler çöktükten sonra küçük çaplı da olsa çatışmalara girmişlerdir. Bu çatışmalara tanık olan bizim bir gazetecimiz Özbeklere şunu sormuştur: Her ikiniz de Türk oluyorsunuz; peki, neden böyle düşmanca çatışıyorsunuz? Özbeklerin cevabı ilginçtir. Siz Osmanlısınız, biz Timurlu! demişlerdir. Buradaki anlatım açıktır. Özbek demektedir ki, ırk olarak bir isek de farklı uluslarız. İçimizde, Özbeklerin bu görüşüne üzülenlerimiz olabilir. Ne var ki günümüz dünyâ gerçeği de böyledir.
Buradan bir yere varmaya çalışıyoruz. Irklar dünyâ hayatının başından beri varken, uluslar toplum hayatı ve bir inanç çevresin de zamanla oluşan kümelerdir. Bu oluşumun yapısı tamâmen homojen olmayıp içinde farklı etnik unsurlar bulunabilecektir. Ulusların oluşumunda değişik ırklar veyâ başka uluslardan devşirilmiş, daha başka bir şekilde kazanılmış unsurlar olabilirler. Toplumun, kaynağını bir ırktan alan ana unsuruyla, devşirilen veyâ her hangi bir şekilde kazanılanların hepsi birden artık ulus olmuşlardır. Kaderde ve kıvançta, kederde ve tasada birdirler. Uluslar, kökenleri her ne olursa olsunlar ortak ülkede, ortak ülkü ve kültür altında yaşamakta, birlikte üzülüp gene birlikte sevinmektedirler.
Bizim ülkemiz, insanların asırlar boyu yoğun olarak yaşayıp harman oldukları bir yerdir. Üstelik, toplum olarak geniş bir İmparatorluk’tan gelmekteyiz. Böyle olunca, devlet kuran Türklerin arasında yukarıdaki gibi devşirilmiş veyâ kazanılmış daha küçük etnik unsurların da olabileceği kaçınılmazdır. Kaldı ki, bu bize mahsus bir olgu da değildir. Özellikle Orta Doğu ve Balkan uluslarıyla diğer Avrupalılar bir hayli karışmışlardır. Ayrıca, bir etnik grup başka bir kaç ulus içinde görülebilmektedirler. Buna, en başta Türkleri örnek gösterebiliriz. Türk ırkının on milyonlarca üyesi Acem, Arap, Bulgar, Çin, Macar, Romen, Rus, Yunan v.b. ulusları içinde kendilerini bilemeyecek derecede eriyip-gitmişlerdir. Ayrıca, Balkanlarda da Türkçe konuşan Müslüman ve Hıristiyan yüzbinlerce Türk asıllı vardır. Durum böyle olunca, kişinin özü her ne olursa olsun o artık âit olduğu toplumun bir üyesidir.
Bütün bunları, keşki o Karadenizli gencimiz de bilebilseydi!