Aleviler Kendilerini Dara Çeksin, Sünniler İse Tövbe Etsin [Ömer Sağlam]

Grubumuza ait sitelerde yer alan tüm makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Redakte işlemleri de
eser sahiplerince yapıldığından, yazılar; doğrusu ve yanlışıyla yazarının gönderdiği özgün hâlde yayınlanır.
Iğdır Üniversitesi öğretim üyelerinden dostum Yrd.Doç.Dr. Yakup Erdal Ertürk facebook sayfasında"Sorum Geldi" başlığı ile şöyle bir yorum yapmış:
"Türk Milleti MHP'ye oy verenlerden, ya da MHP'li olanlardan mı ibaret? Ülkücüler dışında kalanlar Türk Milleti'ne ait değiller mi? Türk Milleti'nin mensupları sadece İslam Dini'ne bu dinin Sünni bir mezhebine mi mensup olmak zorunda? Biz TÜRK MİLLİYETÇİLERİ Türk Milleti'nin bekasını isterken sadece MHP'li ve Sünni İslam'a mensup olanların mı bekasını istiyoruz?

AYIR ise, Alevi, Şii, Hristiyan hatta Yahudi Türkler denince niçin onları İMANA GETİRME gayretkeşliğine düşüyoruz... Benzer durum bu inançların her birinin mensupları için de geçerlidir. Ana akım Türklerin, Hanefi Mezhebine mensup olmakla TANRI İLE İLİŞKİLERİNİ bu mezhebe göre düzenledikleri anlamına gelir. Diğerleri de Tanrı ile ilişkilerini kendi meşreplerine göre düzenlemektedirler. Buna sadece saygı duymak gerekir. Çünkü doğrusunu yalnızca ALLAH bilir... 

İşte bu Tanrı ile ilişkilerinizi düzenleyen farklı hatta diğerinden bir din kadar farklı olan inanışlarımızın nefret üretmesini önlemenin ve birlik sağlamanın yegane yolu Laikliktir... 

Bu, şu demektir; 'ben senin Tanrı (ile olan) ilişkilerine karışmıyor saygı duyuyorum, sen de benim Tanrı ile (olan) ilişkilerime karışma saygı duy' diye özetlenebilecek erdemli bir yoldur. Yani dini bireyin mahrem alanına bırakmak anlamına gelmektedir..."
...
Bugünkü yazımız, Sevgili Dostum Yakup Erdal Ertürk'ün yapmış olduğu yukarıdaki tespit ile "Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık!" başlıklı yazımıza yapılan şu yorum çerçevesinde oluşturulmuştur:"Hocam, şu anda hiçbir yazını okuyacak durumda değiliz, özür dilerek sesleniyorum. Ülke karışmış, yorumlarınızı bekliyor millet...!".

Bu yorum, Sayın Ümit Özdağ'ın facebook sayfasında paylaşılan yazımın altına yapıldığına göre; muhterem okuyucum muhtemelen bana değil, Sayın Özdağ'a hitaben yapmış yorumunu. Zira ne benim Sayın Özdağ kadar şöhretim var, ne de benim yorumlarım milletin beklentisi olacak derecede etki yaratacak türden şeylerdir. Anlaşılan okuyucum, makaleyi okumadan ve bizim makalemizi Sayın Ümit Özdağ'a ait sanarak yapmış yorumunu. Ancak biz, yine de yorumu üstümüze alarak kendisine şu cevabı verdik aynı yerde:
"Sevgili kardeşim, ülke karışmış evet. Bunun sebebi, sadece Taksim'deki üç beş ağaç ya da oradaki park mı sanıyorsunuz? Hayır? Yazdığım yazı, bu karışıklığın en önemli sebeplerinden birisini açıklıyor aslında. Canın sağ olsun. Müsait bir zamanda okursun yazılarımızı. Benden olaylara yorum mu istiyorsun. Peki o zaman yapalım yorumumuzu:  
'Tayyip Bey, dün Sincan'da MHP'nin üç hilalli bayrağının gölgesine sığınarak bir miting yapmış. Üç hilalin gölgesinde kendisine yer bulabilmek her babayiğidin harcı değildir. Bunu ancak Tayyip Erdoğan gibi büyük ustalar başarabilirler!'. Nasıl buldunuz yorumumuzu? Hoşunuza gitti mi? Bu yorum umarım sizi kesmiştir! Ya da bir nebze de olsa teselli etmiştir diyelim...".

Alevilik Nedir?
Evet, "Biz Çaldıran'da sadece bir figürandık!"  başlıklı yazımda da dediğim gibi(1) ve daha doğrusu MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin birkaç gün önce Yalova'nın Termal ilçesinde yaptığı konuşmada dile getirdiği ve  o yazımıza mesnet teşkil eden sözlerinden de anlaşılacağı üzere; Gezi Parkı'ndan başlayarak dalga dalga bütün Türkiye'ye yayılan gösterilerin temelinde bir takım toplumsal hoşnutsuzluklar yatmaktadır. Bu hoşnutsuzluklardan birisi de hiç şüphesiz, bu ülke nüfusunun önemli bir bölümünü teşkil eden Alevi vatandaşlarımızın yaşadığı hoşnutsuzluklardır. Lütfen eğri oturup, doğru konuşalım; Ankara'nın Güven Parkı'nda polis kurşunlarına hedef olarak ölen Ethem Sarısülük isimli vatandaşımız, herhalde Taksim Gezi Parkı'nda kesilen üç beş ağaç için orada değildi! O, muhtemelen taşımış olduğu dini inancı üzerindeki üstü örtülü baskıya ve dini inançlarının, devlet nazarında kabul görmemesine olan bilinç altındaki tepkisini dile getirmek için oradaydı. Çünkü o, bir Alevi'ydi...

Alevilik Hanefiliğin İçinde Bir Tarikatmış!
O halde gelelim asıl konumuza. Yani Aleviliğin ne olup olmadığına. Ömrünün kırk yılını Alevilik üzerine yapmış olduğu araştırmalara adadığı söylenen, aynı zamanda eski bir müftü ve Diyanet Müfettişi de olan Sünni Din adamı Dr. Abdülkadir Sezgin'e bakılırsa; Alevilik ile Sünnilik arasında %95 oranında benzerlik vardır! Hatta ona göre Alevilik, Hanefilik içinde bir tarikattır! İşte adı geçenin"habervaktim.com" isimli internet sitesinden Erol Metin'e vermiş olduğu mülakatta bulunan konuya ilişkin sözleri:
"...Suriye’de hem Caferiler var hem de Şia’nın adı anılmayacak kadar küçük bir topluluğu olan Nusayri dediğimiz ya da Türkiye’de Arap Alevisi dediğimiz bir grup var. Türkiye’deki Alevilerle inanç, ibadet, itikat vs. bakımından bunların uzaktan yakından ilgisi yoktur. Nusayrilik Şia’nın mezhep olarak adı anılmayan küçük gruplarından birisidir. Ve bunlara Alevi dediğimizde sanki Türkiye Alevileri de onlar gibiymiş, onlara destek verecekmiş gibi bir imaj çıkıyor ortaya. Esed’in Alevi olma şansı yok. Çünkü Türkiye’de Alevi dediğinizde Hacı Bektaş-ı Veli’ye, Şah İsmail’e, Pir Sultan’a, Yunus Emre’ye bağlı adam demektir. Usul, adap, erkan Türkçedir. Esed Türkçe bilmez bildiğim kadarıyla. Kaldı ki onun inançları bakımından  orayı Fransızlar kurdurdu. Babası da dedesi de geçmişten bugüne Nusayri inancına bağlılar. Bizde de Hatay’da bir miktar Nusayri var. Fakat Nusayri denilmesinden çok mutlu olmuyorlar. Bize Arap Alevisi deyin diyorlar.
                                                                                                                                                                                                                                                                     
Türkiye’de Alevilerle Sünniler arasındaki benzerlik yüzde 95’ten fazladır. Bizdeki Alevilerin tamamı inanç bakımından İmam Muhammed Maturidi’ye, amel bakımından İmam-ı Azam’a bağlıdır. Sadece Aleviler mi? Hayır. Türkiye’nin Abdalları, Çingeneleri de Hanefi ve Maturidi inancına bağlıdır. Ancak tarikat olarak Türkiye Alevileri, tarikatsızlarla öteki tarikatlardan ayrılırdır. Hem Şah İsmail hem Pir Sultan hem Balım Sultan hem Yunus Emre hem başka aşıklar, şairler bu işin tarikat olduğunu anlatıyor. Yüzlerce, binlerce beyan var.

Alevilik bir mezhep değil, tarikattır ve bu tarikat Maturidi inancında ve İmam-ı Azam mezhebindedir. Bir adam ben Kürdüm, Aleviyim diyorsa Hanefi mezhebindendir. Sadece Kürdüm diyorsa Şafii’dir. Orijinal Kürt Hanefi değildir. Aleviyim diyen Kürt Hanefi mezhebindendir. Bu çok önemli bir ayraçtır. Efendim o da hak mezhep bu da hak mezhep. Amenna ve saddakna. Bunda hiçbir itirazımız yok. Kaldı ki Şiiler de Müslüman mı? Müslüman. Bunlara Müslüman değil diyecek bir tek adam yoktur aklı başında olan. Tekrar ediyorum; Alevilik bir mezhep değildir. Aleviliğe mezhep denilmesi 1950’den sonradır. 'Türkiye’de mezhep sorunu var' sözü siyasetin dilidir. Türkiye’de mezhep ihtilafımız yok. Bizim Caferilerle de Nusayrilerle de ihtilafımız yok. Aleviliği mezhep gibi görenler yanlış düşünen cahil siyasetçilerdir..."(2).
Şu sözler de yine  Dr. Abdülkadir Sezgin'e aittir ve başka bir yazısında yer almaktadır: "Aleviyim, demek 'ben Hz. Ali soyundan geliyorum; evlad-ı Ali’ye mensubum' demektir. Bütün İslam dünyasında bu gelenekten gelenler, Merhum Hadis bilgini 'Prof. Dr. Muhammed Malik el Alevi el Haseni' gibi, isimlerinin sonuna, Hz. Hasan soyundan mı, Hz. Hüseyin soyundan mı geldiklerini belirtirler. Ülkemizde de durum İslam ülkeleriyle aynıydı. Alevi kelimesi, ülkemizde 'Köy Bektaşisi' veya 'Kızılbaş' anlamında kullanılmaktadır. Şehirli geleneğine mensup olanlara 'Bektaşi' denildiğini biliyoruz..."(3)

Dr. Abdülkadir Sezgin'in sözleri, bütün Sünnileri temsil eder mi ya da bağlar mı bilmem. Ancak benim gibi Sünnileri temsil etmediğini ve bizleri bağlamayacağını söyleyebilirim. Ne var ki; oldukça hoşgörülü bir adam olarak bildiğim Dr. Sezgin'in yukarıdaki sözleri, tam da uzun süre memurluğunu yaptığı Diyanet İşleri Başkanlığı'nın resmi ve geleneksel düşüncesini yansıtmaktadır. Ayrıca, Beşar Esat'a Beşar Eset diyerek, bir anlamda iktidar partisinin konuya bakış tarzına da yaklaşmış bulunmaktadır Abdülkadir Bey. Bu konuda mülakat verdiği "habervaktim.com" isimli internet sitesinin durduğu noktanın etkisi var mı bilmiyorum. Ancak Sayın Sezgin'in, zamana ve zemine göre mevzi değiştiren aydınlardan olmadığını biliyorum. Bununla birlikte, Başbakan'ın, iki iyi dost iken "Esat" dediği Suriye Devlet Başkanı'nı aniden "Eset" olarak zikretmeye başlaması gibi, Sayın Sezgin'in de Aleviliği, Hanefilik içinde bir Tarikat olarak tanımlama kolaycılığına kaçmasını bir türlü anlamış değilim. 

Zira onun "Alevilik ile Sünnilik arasında %95 oranında benzerlik vardır" sözünü doğru kabul edersek, şu neticeye varırız: Demek ki Alevilerle-Sünniler arasında şu  yada bu şekilde asırlardır devam eden sürtüşmenin sebebi sadece ve sadece %5'lik bir farklılıktan kaynaklanıyor. Elbette kabul ederseniz! Amiyâne tabirle söyleyecek olursak; buyurun yerseniz! Böyle bir yaklaşım, en azından bana göre; bu ülkedeki Alevi varlığını büsbütün inkâr etmek anlamına gelmektedir ki; bu oldukça tehlikeli bir yaklaşımdır. Zaten Aleviler de asırlardır bundan şikâyetçi ve muzdariptirler. Eğer Sünni bir İlahiyatçı olan Abdülkadir Sezgin'in sözlerini doğru kabul edersek o zaman Cemal Şener gibi pek çok Alevi aydınını, putperest ve hatta büsbütün dinsiz ilan etmemiz gerekecektir! Çünkü, Alevileri ve Aleviliği ne kadar temsil eder bilinmez ama, araştırmacı yazar Cemal Şener'in oldukça ilginç görüşleri vardır Alevilik konusunda. 

Alevilere Göre Alevilik
Yukarıda bahsi geçen makalemizde de belirtildiği üzere; Cemal Şener'in "Sorularla Alevilik" isimli kitabını okuyunca gerçekten şaşırdım. Neden? Nedeni, ilk defa iyi bir Alevi'den Aleviliği dinlemiş gibi oldum kitabı okuyunca! Çünkü Cemal Şener, kitabının başında kendisini, “Erzincanlı iyi bir alevi aileden geldiğini ve Alevilik üzerine çeyrek asırdır araştırmalar yaptığını”söylemektedir(4). Alevilik üzerine birçok kitabının mevcut olduğu, "Sorularla Alevilik" isimli kitabının kaynakçasından ve kitabın içinde bulunan eser listesinden de anlaşılıyor. Kısaca eserin yazarı, doğuştan Alevi ve Alevilik konusunda uzman bir araştırmacı olduğunu söylüyor. Bu sebeple söylediklerine itibar edilmesi gerekiyor... 

Kitapta okuduklarım karşısında gerçekten de şaşırmış durumdayım! Zira ben, meğer Alevilik konusunda hiçbir şey bilmiyormuşum! Daha doğrusu yanlış şeyler biliyormuşum! Meğer Cemal Şener’in anlattığı Anadolu Aleviliği, ne kadar katı ve keskin görüşler içeriyormuş! Özetle Cemal Şener'in Alevilik konusunda anlattıklarıyla Abdülkadir Sezgin'in yukarıdaki sözleri arasında 180 derece tezat bulunmaktadır. 

Öncelikle söylemem gerekirse; kitapta Namaz, Ramazan orucu, cami, mescid, Kur’an, Hadis, Hz. Peygamber ve Hz. Ali hakkında söylenenler, tamamen ezber bozuyor! Ehl-i Sünnet inancına sahip bir Müslüman’ın, bu bilgileri okuyunca irkilmemesi ve tüylerinin diken diken olmaması, ya da kendi kendisine (bazı Alevilerce ve siyasilerce iddia edilmesine karşın) “Alevilik bir İslam mezhebi midir?” den öte “Böyle bir Müslümanlık var mıdır?” şeklinde sorular sormaması mümkün değildir. Ancak varmış! Çünkü öyle diyor Cemal Şener! 

Cemal Şener’in Anadolu Aleviliği ile Hıristiyanlık arasında bağ kurmaya çalışması ve Alevilikteki kimi ritüellerle Hıristiyanlıktaki ritüeller arasında benzerlikler bulunduğunu vurgulaması da gayet ilginç. Ona göre, Anadolu Aleviliğinin içinde, İslami öğelerden çok, Şamanist ve Anadolu’nun geçmiş inançlarından öğeler mevcut. Bunlara, akar suya, güneşe ve yüksek dağlara tapmak gibi ehl-i sünnetin putperestlik olarak tanımladığı inançlardan yapılan alıntılar da dahildir. Cemal Şener’e göre; Anadolu Alevileri içinde Anadolu’nun yerli halklarına mensup insanlar da bulunmaktadır. Bu tür bilgilere alevi vatandaşlarımız ne derler bilmiyorum ama doğrusu ben bir hayli şaşırmış durumdayım! İtiraf etmem gerekirse bunları hiç bilmiyordum! 

Düşkün İlan Edilmek!
Bu netameli konuya aslında 2008 yılında ilgi duymuştum. Bunun sebebi, o günkü gazetelerde bulunan bir haber idi. Haberde özetle şöyle deniliyordu:“Alevi dedeleri, Başbakan Erdoğan'ın Alevi örgütlerine yarın vereceği iftar yemeğine katılanları 'düşkün' olarak ilan edeceklermiş.Düşkünlük, Alevi yol ve erkan ilkelerine aykırı davranarak Alevilere ve Aleviliğe zarar veren kişilere uygulanan bir yaptırım anlamına geliyormuş ve Düşkün ilan edilen kişi ile Alevi toplumunun her türden ilişkisi kesiliyormuş”(5)

Haberden de anlaşılacağı üzere; bu uygulama, bir tür tecrit ve toplumdan soyutlama cezasıdır. Cemal Şener, “Düşkün” ilan etme geleneğinin bugün Anadolu’da yaşayan Alevilikte olduğunu ve yukarıdaki gazete haberinde belirtildiği şekilde uygulandığını söylüyor. Cemal Şener, konuyu incelediği ve Anadolu Aleviliği ritüelleri ile bazı Hıristiyanlık ritüelleri arasında benzerlikler kurduğu kitabında bu benzerliğe dikkat çekmemiş ama, anlaşılacağı üzere; Alevilikteki “Düşkün” ilan etme uygulaması ile Hıristiyanlıktaki "Aforoz" arasında da genel olarak bir benzerlik mevcuttur. 

Bugünkü şartlarda böyle bir ceza verilmesi mümkün müdür bilmiyoruz. Ancak, Alevilikte böyle bir cezanın bulunduğunu söyleyenler arasında “Kesinlikle böyle bir olayın uygulanma olanağı yoktur. Bu tür kararlar ince eleklerden geçirilerek, nihai aşamada verilen kararlardır. Aleviler kimseyi toplum dışına itmemişlerdir. Bu tür uygulamalar çok zorunlu hallerde yakınlarının, musahiplerinin, akrabalarının, komsularının rızaları alınarak yapılırdı eskiden. Bu konuda karar veren dedeler de öyle ulu orta dedeler olamazlar. İsi gerçekten bilen kişilerdir bu kararı verebilecek olanlar.” diyenler de vardır(6).
Dara Çekilmek! 

Gerek Cemal Şener’in bahsi geçen kitabından öğrendiğim, gerekse internet ortamında okuduğum bazı yazılardan anlayabildiğim kadarıyla, Alevilikteki “Dara Çekmek” kavramı ile Hıristiyanlıktaki“İstavroz Çıkarmak” kavramı arasında da yakın bir benzerlik var. Her iki kavram da din adamlarının huzurunda günahları ve işlenmiş olan suçları itiraf etme anlamına gelmektedir. Hıristiyanlıkta Papazın huzurunda günahların itiraf edilmesi şeklinde uygulanan “İstavroz”, Alevilikte “Dara Çekmek”adını alıyor ve dedelerin huzurunda gerçekleştiriliyor. Anadolu Aleviliğinde, Dar’ın önemli bir yeri vardır. Genelde Ayin-i Cemlerde uygulanır. Dar, Alevi-Bektaşi geleneğinde “Meydan” denilen ve Ayin-i Cem yapılan odanın orta yeridir. Burada suç ve kabahatler itiraf edilir ve bir daha işlenmeyeceğine dair söz verilir. 

A.Kadir Konuk, konu ile ilgili olarak şöyle diyor;
“Dar; Anadolu Kızılbaş Alevileri’nin gelenek ve göreneklerinde vardır. Dar her yerde kurulur, insan her yerde dara durur. Bir yaşlının karsısında, ana babanın karsısında da dara durur insan. Bir talip özünü temizlemek için yılda bir yapılan cemde dara durur. Bir noksanı varsa kendini bilir, dara durur, bir de noksanını ve kendini bilmez başkaları tarafından dara çekilir. Herkes ulu orta dara çekilmez, senin suçun var dara kalk denilmez. Bunlar yapmacıktır, yalandır. Avrupa’da, günümüzde bunun uygulanması tamamen sakattır. Anadolu Alevileri yüz yıllar önce kendi kurdukları kurallarla kendi kendilerini idare ediyorlardı. Dağlarda, köylerde, vadilerde yerleşim birimlerinde, birbirlerine girmiş, birbirlerini en iyi şekilde tanıyarak yaşarlardı. Talip 365 gün içinde noksanını fazlasını pir geldiğinde dara kalkarak açıklardı. Orada bir suç varsa, suçuna göre; bir koyun mu kesecek, köyün dışına mı çıkarılacak yüz lira mi verecek seklinde cezası belirlenirdi. Darda mutlaka ceza verilir diye bir kural yoktur. Avrupa’da günümüzde bu olanaksız...”(7).

A. Kadir Konuk böyle dese de internet ortamında bulunan ve Ben de kendimi dara çekmek istiyorum huzurunuzda. Gerçeğin demine, keremine hüüü ...”diyerek ”Canlar ben yazın Antalya da çalışırken oradaki bahçelerden arkadaşlara uydum bir seferinde 2-3 avuç erik aldım diğer seferinde de 2 tane nar aldım izinsizce akşamdı kimse yoktu. Zehir yeseydim de almasaydım yüreğimde bir yumruktur duruyor nasıl yedim ben onları diye. Ne zaman ölürsem o zaman aklımdan çıkar. Şuan Antalya da değilim orada olsam gidip sahibini bulup parasını verip helallik isteyeceğim ama uzaktayım.” veya “Cemi cem içinde sır etmek lazım derler ama, konu ile alakalı olduğu için anlatmak istiyorum. Ben cemde kendi özümü dara çektim. Hatalıydım hatamı biliyordum ve cemin sonunda kendimi dara çektim. 

cezasını da çektim tabi. İnsanın kendi özünü dara çekmesi gibi güzel bir şey olmasa gerek herhalde.” şeklinde yazılan yazılar, bu tür ritüellerin günümüzde hala yaşamakta olduğunu göstermektedir. 

Yavuz Sultan Selim Köprüsü Etrafında Kopan Fırtına
Diyeceğim odur ki; dün AKP’nin fos çıkan "Alevi açılımı" etrafında medyada koparılan fırtına, bugün İstanbul'a yapılacak olan Üçüncü Boğaz Köprüsü'ne "Yavuz Sultan Selim" adının verilecek olmasıyla yeniden koparılmış bulunmaktadır. Dün Alevi grupları birbirine girip, birbirlerini aforoz etmekle, pardon düşkün ilan etmekle tehdit ediyordu, bugünse yine alevlenen Alevi-Sünni tartışmasını teskin etmek için çabalar veriliyor. Devlet cenahı, Üçüncü Boğaz Köprüsü'ne "Yavuz Sultan Selim" adının verilmesine karşın, benzeri bir büyük tesise Hacı Bektaş-ı Veli veya Pir Sultan Abdal isminin verilerek denge sağlanacağını düşünüp planlarken(8), birileri de sözüm ona ortalığı yatıştırma ve elbette hükümete yaranma adına Aleviliği büsbütün inkâr etme noktasına gelmiş bulunuyorlar. Anadolu tabiriyle söyleyecek olursak, bunlar "vur deyince öldür" türünden bazı sansasyonel çıkışlar yaparak gündeme gelme derdine düşmüş bulunuyorlar... 

Dr. Abdülkadir Sezgin örneğinde olduğu gibi; bir kısım Sünni aydınlar, Aleviliği Hanefilik içinde bir Tarikat olarak nitelendirip adeta yok sayarken, Cemal Şener gibi bir kısım Alevi aydınlar ise Anadolu Aleviliği ile Hıristiyanlık arasında paralellik ve benzerlikler kurmaya çalışarak üstü kapalı da olsa ABD ve AB’den Türkiye'ye baskı yapmalarını istemektedirler. Bunların Avrupa’daki uzantıları, özellikle AB organlarını harekete geçirmek için açık bir çabanın içindedirler. Hiç kimse de ortaya çıkıp, köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesi gibi eski yaraları deşen ve toplum kesimlerini provoke edecek siyasalardan uzak durun demiyor/diyemiyor. Konu nâzik, nâzik olduğu kadar da netâmeli bir konu. Bu sebeple, hükümet “Çözümsüzlük çözüm değildir” anlayışı içinde her yere el atarken dikkatli olmak zorundadır. 

Peki Biz Ne Diyoruz?
Peki, bir Sünni Müslüman olarak biz ne mi düşünüyoruz? Bin bu konudaki düşüncelerimizi yıllardır açıkça söylüyoruz. Aleviliğin tanımını Alevilere bırakmak en doğrusu diyoruz. Alevilik, din mi, mezhep mi, tarikat mı, meşrep mi her neyse, bırakalım onun kararını Aleviler versinler diyoruz. Ben şahsen bugüne kadar "Alevilik bir dindir" veya "Ben Müslüman değilim, Aleviyim" diyen hiç bir Alevi'ye rastlamış değilim. Bu nokta son derece önemlidir. Şu halde Alevilik Mezhep olsa ne çıkar, Tarikat veya (birilerinin çok daha hafife alarak dedikleri gibi) Meşrep, yani bir tür yaşam biçimi olsa ne çıkar? Devlete düşen, Cem evlerini ibadethane statüsüne kavuşturmak, bu konuda uzun süredir dibine kadar siyasete bulanmış Diyanet'in ve bu kuruma bağlı İlahiyatçıların bilirkişiliğine ve bu kurumun görüşlerine bağlı olarak karar veren mahkemelerin kararlarına itibar etmemektir. İnsanlara din tanımı yapmak ve onlara en uygun dini tespit ve tavsiye etmek ne Diyanetin görevidir, ne  mahkemelerin, ne şunun, ne bunun. Bırakın, herkes kendi dinini ve inancını özgürce yaşasın bu ülkede. Hiç kimse kimseye din dayatmasında bulunmasın.

Devlete düşense, dini grupları yakından kontrol ederek, bunların birbirlerine din ve inanç dayatmalarını engellemek ve bunların birbirlerine üstünlük kurma mücadelesine engel olmaktır. Dostum Yakup Erdal Ertürk'ün dediği gibi; Tanrı ile ilişkilerimizi düzenleyen farklı, hatta diğerinden bir din kadar farklı olan inanışlarımızın nefret üretmesini önlemenin ve birliğimizi sağlamanın yegane yolu ise Laikliktir. Lütfen bu ilkeyi dejenere etmeyelim, etmek isteyenlere ise gelin hep birlikte engel olalım. Aslına bakarsanız; 76 milyon olarak ayağa kalkmamız ve korumamız gereken şey, Taksim Gezi Parkı'nda kesilen ve yerine 100 ağaç dikilen 3-5 kıytırık ağaç değil, gittikçe törpülenen Laiklik ilkesi olmalıdır. Laiklik ilkesinin elimizden uçması halinde, bu ülkede gövdeyi götürecek derecede oluk oluk kardeş kanı akacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın ve dilerim ki; Allah bu millete böyle bir acı yaşatmasın.
Bu millet Şevket Kazan'ı da unutmuş değildir, Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay'ı da. Şu halde gelin Aleviler olarak kendimizi dara çekelim, Sünniler olarak ise tövbe istiğfar edelim. Gelin bütün inanç grupları olarak birbirimize kenetlenip yeni ve temiz bir sayfa açalım. Çünkü bizim için gidecek başka bir yurt ve başka Türkiye yoktur... 




Ömer Sağlam
_______________
2- bk. "Esad Alevi mi?" başlıklı mülakat-haber, http://www.habervaktim.com/haber/330714/esad-alevi-mi.html,
3- Bk. Dr. Abdülkadir Sezgin, "Aleviler Tahrik mi Ediliyor?" başlıklı yazısı,http://www.haberakademi.net/2012/makaleoku.aspx?mkl=16869&yzr=11,
4-Cemal Şener, Sorularla Alevilik, s,5, 1. Baskı, Pozitif Yayınları, İst.2007. Yazarın konuya ilişkin görüşleri özetle aktarılmaya çalışıldığından, sonraki alıntılar için dipnot verilmemiştir. Bir zamanlar kendisiyle küçük bir polemik yaşadığım ve vefat ettiğini öğrendiğim Cemal Şener için Allah'tan rahmet diliyorum. Umarım Allah onu da cennetine koyar...  
5-bk.10.01.2008 tarihli Milliyet, “İftara gidene düşkün diyecekler” başlıklı haber,
6-bk. A. Kadir Konuk, “Kızılbaşlık Gerçeği” başlıklı yazısı, http:// www.kurdish-info.net/.
7-A.Kadir Konuk, agm.
8- Radikal, "Gül'ün isim önerisi: 'Hacı Bektaş-ı Veli" başlıklı haber,

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN