Başbakan, en başta 17 Aralık'tan bu yana "Paralel Devlet", "Çete" ve "Cunta" olarak adlandığı Fethullah Gülen cemaatini "HAİN" olarak yaftaladı. Konuya ilişkin sözleri şöyle Tayyip Bey'in; "30 Mart’ta son manşeti siz atacaksınız. Sevgili yiğidolar bu milli irade hırsızlarına, manşetle hükümet devirme heveslilerine, bu paralel yapıya, uluslararası odakların maşası haline gelen bu hain yapıya sizler ‘dur’ diyeceksiniz."(1).
Ayrıca aynı konuşmada Fethullah Gülen'i muhatap alarak da şunları söylemiştir Tayyip Erdoğan: "Ey paralel yapı beddualar ediyorsunuz. Varın siz beddua edin biz bedduaya lanet diyoruz duaya evet diyoruz. Yurtlarda yavruları bedduaya kaldırıyorlar hale bakın bu ne zillettir. Bu nerelere düşüştür?"(2).
Başbakanın cemaat hakkında kullanmış olduğu "HAİN" tabiri, vaktiyle Bülent Arınç'ın kullanmış olduğu "ALÇAK" tabirinden sonra galiba en ağır tabirdir. Hayır, ben burada cemaat savunuculuğu yapmıyorum ve itiraf etmek gerekirse, benim bu cemaatle yıldızım hiç barışmamıştır. Tıpkı Milli Görüşle barışmadığı gibi. Ancak kanaatimce insanlar ve sosyal gruplar, böyle kolayca suçlanamamalıdır. Bu tür ithamlar, demokratik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamaz.
Oysa çok değil, daha bundan birkaç sene önce kazanmış olduğu bir seçimin sonrasında Tayyip Bey, Fethullah Gülen'i kasıtla "Eğer teşekkür edilmesi gerekiyorsa, Okyanus ötesine de teşekkür ediyorum. Bitsin bu gurbet, yeter artık dön ülkene..." çağrıları yapıyor, bu çağrıyı duyan Fethullah Gülen de göz yaşlarına gark oluyor, salya-sümük soslu teşekkür mesajları yolluyordu Tayyip Bey'e. Ki; aynı Fethullah Gülen, 12 Eylül 2010 referandumu arifesinde "Elimden gelse mezardaki ölülere de EVET oyu kullandırırdım" diyerek cemaatin AKP'ye destek verme adına referanduma canlarını dişlerine takarak asılmaları gerektiğini savunmuştur.
İşte bu sebepledir ki biz Tayyip Bey'e, sürekli "Beraber yürüdük biz bu yollarda" şarkısı çalıp söylemek yerine biraz da şu Yozgat türküsüne kulak vermesini salık veririz:
Ak elini soğuk suya batırır,
Demedim mi yarim ben sana,
Çok muhabbet tez ayrılık getirir"
Aksi takdirde işte böyle; gün gelir Gülen Cemaati gibi en büyük destekçilerini (ve elbette yağcılarını, şakşakçılarını, pohpohçularına ve goygoycularını) bile "HAİN" ilan etmek zorunda kalırsın erenler...
Hz. Muhammed ve Devlet Bahçeli
Cemaat hakkında söyledikleri bir yana, Tayyip Bey'in çalıntı olduğu anlaşılan "Dombra" şarkısı eşliğinde Sivas şehir meydanında yapmış olduğu konuşma sırasında MHP lideri Devlet bahçeli hakkında söyledikleri, öyle kolay yenilir yutulur türden bir şey değildir ve direk özel hayata ve şahsiyet haklarına saldırı niteliğindedir! Başbakanın bu sözleri karşısında, Devlet Bahçeli'nin meydanlara çıkıp; "Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkma projesini, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı Sivas'ta başlatmış olması son derece anlamlıdır...." dese sanırım pek haksız sayılmaz!
Çünkü R.Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli'nin bekar olmasına ve dolayısıyla çocuğu olmamasına atıfta bulunarak şöyle demiştir Sivas şehir meydanında: "Aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez, onun böyle bir derdi yok. Çocuk nedir biz biliriz."(3).
Devlet Bahçeli, gerçekten de en azından diğer siyasi liderlere kıyasla çok daha edepli ve nezaket ehli bir siyasetçi. Onun yerinde kim olsa ortaya çıkar, başbakanın gemi ve vakıf sahibi olan ve yolsuzluk soruşturmalarına muhatap olan çocuklarına atıfta bulunarak "Haklarında hırsızlık dedikoduları bulunan çocuklar yetiştirmektense çocuksuz kalmayı yeğlerim..." bile derdi. Ancak Sayın Bahçeli, her şeye rağmen "Efendi" ve devlet umuru görmüş birisi. Bu tür pespayeliklere itibar etmiyor ve siyasi rakiplerini onların aileleri üzerinden, yani bir anlamda bel altı vuruşlarla vurmaya kalkışmıyor. Bahçeli'yi Bahçeli yapan da galiba onun bu yönüdür...
Tayyip Erdoğan'ın, her türlü insani kuralları bir tarafa atarak, Sayın Bahçeli'nin, evlenmeme ve çoluk çocuğa karışmama şeklinde yapmış olduğu kişisel tercihine saygısızlık yapma pahasına dile getirmiş olduğu "Aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez, onun böyle bir derdi yok. Çocuk nedir biz biliriz." şeklindeki ima yollu sataşmayı görünce aklıma bir an için Mekkeli müşriklerin İslam Peygamberi Hz. Muhammed için yapmış oldukları iftira ve onunla alay etmeleri geldi. Rivayete göre; Hz. Peygamber'in Hz. Hatice'den olma oğlu Kasım doğduktan kısa bir süre sonra vefat edince, müşrikler onunla "Ebter" yani "Soyu kesik-zürriyeti tükenmiş" anlamında alay etmişlerdir. Yine rivayete göre; oğlu Kasım'ın vefatı üzerine zaten çok üzülen Hz. Peygamber, kendisiyle bu türlü alay edilmesi üzerine büsbütün üzüntülere gark olmuş ve Cenabı Allah, kendisini teselli etmek için Kur'an'ın 108. ve en kısa suresi olan "KEVSER" suresini indirmiştir.
Bazı kaynaklarda Hz. Peygamber'e "Ebter", yani "soyu kesik-zürriyeti son bulmuş" anlamında alay eden kişilerin, As b. Vail, Ebu Cehil, Kab b. Eşref ve Kureyşten bir cemaat oldukları şeklinde bilgiler bulunmaktadır(4).
Diyanet İşleri Başkanlığı yayını olan "Kur'an Yolu" isimli tefsirde "Kevser Suresi"nin tefsiri yapılırken konu hakkında şu bilgiler verilmektedir:
"Araplar erkek çocukları olmayan kimseyi 'sonu yok, soyu kesik' gibi sıfatlarla niteler ve bu tür lakaplarla anarlardı. Tefsirlerde anlatıldığına göre; Hz. Peygamber'in erkek çocukları ölünce müşrikler onu 'ebter' lakabıyla anmaya başlamışlar ve 'Bırakın onu; o, soyu gelmeyecek, soyu kesik bir adamdır!' diyerek hakaret etmişlerdir. İşte 3. ayet, onların bu davranışlarını kınamakta, her ne kadar erkek çocukları bulunsa da asıl soyu kesileceklerin kendileri olduğunu haber vermektedir. Çünkü onlar kıyamete kadar lânetle anılırken Hz. Peygamber rahmetle anılmakta, ismi dünyanın her tarafında günde beş vakit ezanda Allah'ın adıyla birlikte okunmaktadır. Mekke putperestleri, olayların sadece dış yüzüne baktıkları için Hz. Peygamber'i arkasız ve güçsüz, kendilerini kalabalık ve güçlü görür ve buna dayanarak Resul-i Ekrem'in davasının sonuçsuz kalacağından emin olduklarını söylerlerdi. Ama -Râzî'nin ifadesiyle- 'Allah durumu onların aleyhine çevirdi; asıl güçlü olanın, Allah'ın destekledikleri ve güçsüz olanların da Allah'ın zillete uğrattıkları olduğunu bildirdi..."(5).
Netice olarak denilebilir ki; Başbakan, Sivas'ta yapmış olduğu konuşmada Bahçeli hakkında sarf etmiş olduğu sözlerle bir anlamda Mekkeli müşriklerin pozisyonuna düşmüş bulunmaktadır. En azından bu konuda, önce tövbe etmeli, sonra da Bahçeli'den özür dileyip helallik istemelidir. Yoksa Sayın Bahçeli, onun sandığı kadar arkasız ve güçsüz de değildir. O, en azından milyonlarca Ülkücünün ve Türk Milliyetçisi'nin lideridir. O insanlar ki; hiç bir zaman tek başlarına iktidar nimetinden istifade etmedikleri ve birçok badireden geçtikleri halde giderek güçlenerek bu günlere kadar gelmişlerdir. Demek ki; Ülkücüleri ve Türk Milliyetçilerini bir arada tutan tutkal, iktidar nimeti değil, davaya inanmışlıktır. Oysa Tayyip Erdoğan'ın arkasında bulunan güç, iktidar nimetinin etrafında bir araya gelmiş toplama bir güçtür ve iktidardan düştüklerinde muhtemelen arkasından dağılıp gideceklerdir.
Sayın Bahçeli, sadece MHP lideri olarak değil, insan olarak da anılmaya devam edecektir bu ülkede. Çünkü o, "Ecevit ve Bahçeli'nin mal varlıkları hiç tartışılmadı bu ülkede" başlıklı yazımızda da bahsedildiği üzere; siyasete atıldıktan sonra mal varlığında azalmalar olan, devlet adına yapmış olduğu faaliyetlerde yaptığı harcamaları bile kendi kesesinden karşılayan, üstelik kendi öz varlıklarından, yani helal kazançlarından devletine bağışta bulunan bir zattır. Bu hamiyetperverliği, Türk milleti tarafından elbette unutulmayacaktır Sayın Bahçeli'nin. Tıpkı Merhum Mustafa Kemal Atatürk, tıpkı Merhum Adnan Menderes ve Tıpkı Merhum Bülent Ecevit gibi(6).
Bize kalırsa; camdan kulelerde oturanlar başkasını camına taş atmamalıdırlar. Zira Tayyip Erdoğan'ın, vaktiyle "Ben bugüne kadar evladından hırsızlık öğrenen baba görmedim, duymadım. Hırsızlık babadan evlada geçer. Evlattan babaya değil”(7) şeklinde sözler sarf ettiği de bilinmektedir ve bu söz, en azından Bahçeli için geçerli değildir...