Damat Bardakçı Murat Paşa ve Abdülhamit'in Mirası [Ömer Sağlam]
Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bu yazı dizisini üç bölümde bitirmeyi
planlamıştık. Ancak ne var ki; gerek okuyucunun ilgisi, gerekse konunun biraz
daha vuzuha kavuşması gerektiğini düşünerek bir bölüm daha eklemeyi uygun
bulduk. Zira kanaatimize göre; hadise oldukça ciddi görünüyor ve Osmanlı
Hanedanı'nın açmış olduğu miras davası, hanedan üyesi olmayanların, hatta
Türkiye'yi terk etmiş azınlıkların bile Türkiye Cumhuriyeti devletinden hak
talep etmelerine yol açacak, bu anlamda açılacak başka davalara da emsal teşkil
edecek boyutta görünüyor. Hele de Türkiye'de, Osmanlı hanedanına bu denli
rağbet edip ilgi gösteren bir iktidarın hüküm sürdüğü böyle bir dönemde.
Okuyucularımdan birisi; "Bünye
zayıfladıkça vücutta hastalık yapan mikroplar, bir bir kendisini
gösterir..." diyerek son derece önemli bir yorum yapmış. Azınlık
vakıflarının mallarının iadesinden ve Güneydoğu'da neredeyse bağımsız bir
Kürdistan kurulmasının eşiğine gelindiği şu günlerde başımıza bir de hanedan
belası sarılmak üzeredir. Bir başka okuyucumuz; "Osmanlı hanedanı hangi
yüzle miras kavgası yapıyor? Bu ülkenin çocukları cephelerde bu topraklar için
kanlarını ve canlarını verirken hanedan üyeleri neredeydiler? Hanedan üyeleri,
hangi cephede kaç şehit verdiler? Onlar öncelikle bu millete
kaybettirdiklerinin hesabını versinler..." diyor.
Doğruya doğru. Osmanlı padişahları,
İstanbul'daki muhkem saraylarında sedef kakmalı tahtlarında oturup Sürre
alaylarıyla Hicaz'a oluk oluk altın akıtırken benim büyük dedem (dedemin
dedesi) Bağdat'ta tam 18 sene askerlik yapıyordu. II.Abdülhamit, oturduğu
yerden Musul ve Kerkük petrol bölgelerini hanedanın özel mülkü statüsüne
geçirirken ve Yahudilerle Filistin üzerine veririm-vermem pazarlıkları yaparken
benim dedem (babamın babası) Gazze'de İngiliz toplarına hedef olup, kum
fırtınalarının arasında şehadet şerbetini içiyordu. Dolayısıyla; II.
Abdülhamit'in torunlarının, 2009 yılında kamulaştırılan Abdülhamit'e ait mal
varlıklarını geri istemeye hiç hakları yoktur. Eğer burada bir hak varsa, o
hak, bana ve benim gibilere, yani dedelerini Galiçya'da, Çanakkale'de,
Sarıkamış'ta, Irak'ta, Filistin'de, Kanal'da, Sakarya'da ve Dumlupınar'da şehit
verenlere ait olmalıdır.
Bardakçı Ailesi ve Osmanlının Miras Kavgası
Osmanlı Hanedan üyeleri, herhalde durduk
yerde dedelerinin mirasını geri almak için hukuk mücadelesi başlatmış değildir.
Onları, bu konuda tahrik eden ve tazyik edenler vardır. Bunların başında da en
azından bana göre; Bardakçı Ailesi gelmektedir. Murat Bardakçı ve babası İlhan
Bardakçı.
Geçenlerde aynı internet sitesinde yazı
yazdığımız bir yazar arkadaşımız, peş peşe yazdığı yazılarla Bardakçı ailesinin
faziletlerini anlata anlata bitirememişti. Ona göre; dede Cemal Bardakçı bir
kahraman, babası İlhan Bardakçı büyük bir Türk Milliyetçisi, Murat Bardakçı ise
tam bir tarih dehası idi! Sayın yazar, koca bir "Çınar"a
benzettiği "Bardakçı" ailesi ile ilgili yazdıklarını şu
cümlelerle bitiriyordu:
"Ne yazık ki, Ayşegül ve Murat bir evlât dünyaya getiremezse koca çınar
kuruyacaktır. Biliyorum sevgili Murat belki son cümleye kızacaktır ama ne
diyeyim 'Hakk Teala'nın emrine uymak biz dünyadakilerin tek görevidir."(18).
Yani Sayın Yazar, Bardakçı ailesinin yok
olup gitme tehlikesi karşısında endişelerini dile getiriyor ve 1955 doğumlu
olmakla 60 yaşına merdiven dayamış Sayın Murat Bardakçı'yı adeta "Damızlık
Boğa" pozisyonunda görerek ondan bu aileyi devam ettirecek
çocuklar yapmasını istiyordu.
Hayır; Bardakçı ailesinin faziletini veya
zafiyetlerini anlatmak bize düşmez. Esasen benim Bardakçı ailesine karşı
herhangi bir art niyetim de olamaz. Çünkü aileyi tam olarak tanımıyorum.
Bununla birlikte üniversite yıllarımızda baba İlhan Bardakçı'nın o günkü "Tercüman"
gazetesinde Osmanlı dönemine ait olmak üzere ve yanılmıyorsam "Tarihten
Bugüne" başlığı ile yazmış olduğu makaleleri zevkle okuduğumu
hatırlıyorum. Bu makaleler kitaplaştığında da gittim aldım bu kitabı. İlhan
Bardakçı'nın daha sonra neşredilen "İmparatorluğa Veda" isimli
kitabını da aldım ve okudum. Merhum İlhan Bardakçı tam bir Osmanlı hayranıydı
ve zannedersem pek çok insan gibi o da geçmişe özlem duyuyordu. Bu sebeple
olacak; İlhan Bardakçı kitaplarını genelde tarih konusunda yazmıştır.
Kitaplarından bazıları şunlar: Tarihten Bugüne, İmparatorluğa Veda, İmparatorluğun Yağması, Tarihten Unutulmaz Sahneler...
Armut dibine düşer misali, oğul Murat
Bardakçı da babası gibi tarihçi. Ancak onun tarihçiliği biraz farklı. Çünkü
Murat Bardakçı okullu değil alaylı tarihçi. Yüksek öğrenimini başka sahada
yaptığı halde babası gibi tarihe ilgi duymuş ve kendisini o sahada
yetiştirmiştir. Sanırım o da tıpkı babası gibi bir Osmanlı hayranı. Kitapları
genelde Osmanlı tarihi üzerine. Özellikle de Osmanlı'nın son dönemini işliyor
kitaplarında. Murat Bardakçı'nın kitaplarından bazıları şunlar: Üçüncü Selim Devrine Ait Bir Bostancıbaşı Defteri, Şahbaba, Son Osmanlılar, Neslişah, Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi, Osmanlı`da Seks...
İtiraf edeyim ki; bu kitapların hiç
birisini okumadım. Ancak Murat Bardakçı'nın hazırlamış olduğu tarih
programlarını az çok izliyor, yazmış olduğu makaleleri rastladıkça okumaya
çalışıyorum. Her ne kadar programları sırasında zaman zaman seyircilerine
hakaret ediyorsa da Murat Bardakçı'nın genç nesle tarih sevgisi aşılama
konusunda önemli bir görev ifa ettiğine inanıyorum. Mustafa Armağan gibi bazı
güç odaklarınca "Tarihçi" sıfatıyla cepheye sürülen sanal tarihçilere
yapmış olduğu giydirmelere ise bayılıyorum Murat Bardakçı'nın.
Bununla birlikte, hem baba İlhan
Bardakçı'nın hem de oğul Murat Bardakçı'nın, bugün II. Abdülhamit'in
torunlarının dedelerinin mirasını ele geçirmek için hukuk mücadelesi
başlatmaları konusunda belki de farkında olmadan özendirici ve tahrik edici
etkileri olduğuna inanıyorum. Özelikle Osmanlı hanedan üyeleriyle iyi
ilişkileri olduğu bilinen Murat Bardakçı'nın, bu konuda telkinlerinin
olabileceğini de düşünüyorum ben. Zira özellikle Murat Bardakçı, adeta bir
"Osmanlı Defterdarı" veya "Hazine-i Hassa Nazırı" gibi,
diğer birçok konunun yanında hanedanın mirasını da araştırıp, hem bu konuda TV
programları yapmış, hem de bu mirası kitap halinde yayınlamış bulunmaktadır.
Eğer Osmanlı İmparatorluğu ayakta olsaydı
ve II. Abdülhamit de padişah bulunsaydı
herhalde Murat Bardakçı'ya "Paşa" unvanı vermekle
kalmaz, onu "Defterdar" veya "Hazine-i Hassa Nazırı"
olarak tayin ederdi. Hatta onu saraya damat bile yapardı; Damat Bardakçı Murat
Paşa! Doğrusu söylenişi bile çok etkili bu unvanın; "Damat Sokollu Mehmet
Paşa" gibi bir etki yaratıyor insanda "Damat Bardakçı Murat
Paşa" söylemi...
Murat Bardakçı'nın kaleme alıp yayınladığı "Osmanlı
Hanedanının Sürgün Öyküsü: Son Osmanlılar" isimli kitap hakkında bir
yazı yazan Oğuzhan Saygılı şöyle diyor:
"Murat
Bardakçı, 'Osmanlı Hanedanının Sürgün Öyküsü, Son Osmanlılar' eserini bir
belgesel olarak hazırlamış, belgesel televizyonda 4 bölüm olarak yayınlanmıştı.http://www.haber46.com/rekclick.php?rid=97 Belgesel kitabı, 3 ana bölümden
oluşmaktadır: Birinci Bölüm: 'Sürgün Manzaraları'. Bu bölüm kendi arasında 4
alt başlığa ayrılır. İkinci Bölüm: 'Dağılmış Bir Aile'. Bu bölüm kendi arasında
11 alt başlığa ayrılır. Üçüncü Bölüm: 'Efsanevi Miras'. Bu bölüm kendi arasında
2 alt başlığa ayrılır..."(19).
Anlaşılıyor ki; Murat Bardakçı Hanedan'ın
sahip olduğu mirası, tıpkı bir "Hazine-i Hassa Nazırı"
gibi araştırmış ve liste halinde hanedan üyelerine takdim etmiştir. Hanedan
üyeleri de hazır bu tür yayınları bulmuşken,
en azından "Körün taşı" misali ve "Belki tutar"
düşüncesiyle ortaya bir taş fırlatmışlardır.
Varislerin Avukatları Bile Müvekkillerinin
Haksız Oldukların Söylüyor Aslında!
Hanedan üyeleri dipsiz olduklarını bile
bile kör kuyuya bir taş atmışlardır atmasına da avukatları Meral Akkuş bile bu
talebin yasal olmadığını söylüyor aslında. Diyor ki Meral Akkuş: "1924
tarihli 431 sayılı yasa padişah mallarıyla ilgili talepte bulunulmasına engel.
Sultan Abdülhamit, 1918 yılında vefat etti. Ancak Abdülhamit'e ait mal
varlıkları 1924 yılında kamulaştırıldı. Yani Cumhuriyet ilan edildikten 1 yıl
sonra. Şayet kamulaştırma Cumhuriyet'ten önce yapılsaydı varisler hak iddia
edemezdi. Yani miras varislerin mülkiyetine geçer."(20).
Ancak
avukat hanımın yanıldığı ya da ihmal ettiği bir durum var ortada. Yazımızın bir
önceki bölümünde de gazeteci Soner Yalçın'dan naklen zikredildiği üzere; II.
Abdülhamid tahttan indirildikten sonra tapuya kayıtlı malların çoğu hazineye
intikal ettirilmiş (31 Mart 1909),
ancak Vahideddin 8 Mart 1920’de
çıkarmış olduğu bir kararnameyle bu malları tekrar Hazine-i Hassa’ya iade
etmiş, ancak işgal güçleri, Sevr Anlaşmasıyla (md.240) bu mallara el koymuştur(21)
Yani II. Abdülhamit'in mal varlığı, aslında
Cumhuriyet'ten çok önce olmak üzere; 31 Mart 1909 tarihinde
kamulaştırılmış, ancak umumiyetle "Hain" olarak bilinen
Padişah Mehmet Vahidettin, bu mal varlığını tek taraflı irade ile, yani sakat
bir yöntemle hem de iktidarını kaybetmek üzere olduğu ve ülkeden kaçmayı
kafasına koyduğu bir sırada 8 Mart 1920'de çıkarmış olduğu
kararnameyle tekrar hanedana (Hazine-i Hassa) kazandırmıştır. Yani, bir anlamda
varislerin avukatına göre de hanedan üyelerinin bu mal varlığını talep etme
hakları bulunmamaktadır!
Murat
Bardakçı'ya buradan naçizane bir tavsiyede bulunalım; eğer Osmanlı hanedanına
bir iyilik yapmak istiyorsa ve 1985 yılında babası Merhum İlhan Bardakçı'nın
boynuna (kimilerine göre haklı, kimilerine göre haksız) asılan "Hain"
yaftasını çıkarmak istiyorsa, önce gitsin Musul ve Kerkük petrol bölgelerinin
aileye iadesi konusunda kendilerine yardımcı olsun. Çünkü yanlış bilmiyorsam
II. Abdülhamit, Birinci Dünya Savaşı'nın ayak seslerini duyduğu için ve
petrolün dünyadaki öneminin gittikçe artmakta olduğunu bildiği için Irak'taki
petrol bölgelerini de Hazine-i Hassa'ya dahil etmişti. Tıpkı Çukurova'da
milletin malı olan arazileri "Çiftlikat-ı Hümayun" adıyla
özel mülkiyetine geçirdiği gibi...
Osmanlı
Hanedanı'nın bugünkü mensuplarına ise hatırlatalım ki; bugün hayatta
olduklarına ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığına geçirildiklerine
şükretsinler! Yukarıda kendisinden alıntı yaptığımız Oğuzhan Saygılı, bahse
konu yazısında Arnold Toynbee'den şunları aktarmış:
“Ruslar
kraliyet ailesine Fransızlardan daha insanca muamele etmişlerdir. Fransızlar
kraliyet ailesine kedi-fare oyununun oynandığı bir mahkemeyle eziyet etti;
hüküm önceden belliydi. Sonra da kraliyet ailesini parçaladılar. Dauphin’i
ailesinden ayırdılar; bugüne kadar zavallı çocuğa ne olduğunu kimse öğrenemedi.
Ruslar ise daha düşünceliydi. İmparatorluk ailesini parçalamadılar ve infazdan
üç dakika öncesine kadar onlara vurulacaklarını söylemediler.”(s.68/69 A Arnold
Joseph Toynbee, Hatıralar: Tanıdıklarım, Çev: Deniz Öktem, 359 s., 2005,
İstanbul, Klasik Yayınları)(22).
Oysa Osmanlı Hanedan üyeleri öyle mi?
Padişah Mehmet Vahidettin başta olmak üzere; kimileri kendiliğinden yurtdışına
kaçtı (kaçmalarına göz yumuldu), kimisi de topluca sürgün edildiler. Yani ne
Fransız kraliyet ailesi gibi mahkeme yoluyla işkence çektiler ve bazıları faile
meçhul cinayetlere kurban gittiler, ne de Rus kraliyet (Çar) ailesi gibi toplu
katliama tabi tutuldular. Hatta başta Sait halim Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa
ve Enver Paşa olmak üzere; İttihat ve Terakki Partisi'nin ileri gelenleri,
yabancı ülkelerde bir bir katledildikleri halde, Osmanlı hanedan ailesine
mensup olanların kılına bile dokunulmadı. Acaba neden?
Ömer Sağlam
____________
18-http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi83691-Bardakci_Ailesi.html,
19-http://www.haber46.com/kose-yazisi/9392/osmanli-hanedaninin-surgun-oykusu-son-osmanlilar.htm,
20-
http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/haber83847-Abdulhamitin_Torunlari_Istanbulun_Yarisini_Istiyor.html,
21- Soner Yalçın, “Ekonomik
krizden zengin çıkan bir padişah: II. Abdülhamid” başlıklı araştırma
yazısı, Hürriyet, 14.12.2008, s. 19.
22- http://www.haber46.com/kose-yazisi/9392/osmanli-hanedaninin-surgun-oykusu-son-osmanlilar.html,
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.