Ermeni Soykırımı İddiaları Konusunda Sezer'e Yazdığım Mektup ve Cevabı [Ömer Sağlam]
Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
2001
yılının başları idi. Fransız Ulusal Meclisinde, sözde Ermeni Soykırımı ile
ilgili bir yasa görüşülmeye başlanmış, bu sebeple Türkiye’de, Fransız
ürünlerine karşı boykot uygulanmasına varıncaya kadar bir infial yaşanmaya
başlamıştı. Üstelik Türkiye’de tam bir kriz havası hüküm sürüyordu. İşte bu
günlerde bir vatandaş olarak ülkem ve milletim hakkında hissettiklerimi,
devletimin ve milletimin başındaki adamla, yani Sayın Ahmet Necdet Sezer ile
paylaşmaya karar verdim. Oturup kendisine 12.02.2001 tarihini taşıyan şu mektubu
yazdım:
Sayın
Cumhurbaşkanım,
Yıllardır
hasret kaldığımız devlet adamı tipini bize yaşattığınız için size sonsuz
teşekkürler. Bu sebeple bütün Türk Milleti gibi sıradan bir vatandaş olarak ben
de sizlere güven ve saygı duyuyorum. Yıllardır katlanmak zorunda olduğumuz
popülist devlet adamı kimliğini bir tarafa atarak ve herhangi bir ikbal kaygısı
duymaksızın yapmış olduğunuz tasarruf ve icraatlar gönüllerimizi ziyadesiyle
fethetmektedir. Bunun içindir ki; son günlerde özellikle siyasiler tarafından
size karşı yöneltilen bazı sözlü tepkileri ve iyi niyetten yoksun olarak
gözüken yasa ve Bakanlar Kurulu Kararı çıkarma girişimlerini aslında kendimize
yöneltilmiş girişimler olarak algılıyoruz(1). Hele hele son günlerde
parlamentoda yaşanan olaylar, bizim Yüce Meclise olan güvenimizi iyiden iyiye
sarsmış bulunmaktadır. Bununla birlikte Parlamenter Demokrasi’nin bir gereği
olarak, kendimizi Yüce Meclise güvenmek zorunda hissediyoruz.
Sayın
Cumhurbaşkanım,
Cumhurbaşkanlığı
makamı, şu anda (elbette sizin sayenizde) milletin en çok güven duyduğu
makamların başında gelmektedir. Bu itibarla bir vatandaş olarak ülkemizin
içinde bulunduğu hal ve durum hakkındaki görüşlerimi sizlere aktarmayı bir
görev sayıyorum. Çünkü ben ülkesini ve
milletini seven bir insan olarak, bu ülkede bir şeylerin iyi gitmediğini
görüyor ve üzülüyorum. İyi gitmeyenlerin başında da milletin güven duygusunun
zedelenmesi ve halkımızın gelecek hakkındaki ümitlerinin azalması gelmektedir.
07.02.2001 tarihli Hürriyet Gazetesi’nden öğrendiğimiz kadarıyla dünya çapında
43 ülkede yapılan bir araştırmada; diğer insanlara güvenme konusunda en
güvensiz insanların Türkler olduğu tespit edilmiştir. Birbirine güvenmeyen,
dolayısıyla birbirini sevmeyen, bu sebeple bir araya gelemeyen ümidi kaybolmuş
ve morali bozulmuş bir milletin devletinin başarılı olamayacağı da kesindir. Bu
sebeple süratle halkın moralini yükseltecek ve milletin, devletinin geleceği
hakkındaki kaygısını giderecek tedbirler almak mecburiyeti vardır. Aziz
Atatürk’ün yıllar önce söylediği “Benim
naçiz vücudum elbet toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet
pâyidar kalacaktır!” şeklindeki özdeyişinin tahakkuku konunda
vatandaşlarda ciddi kuşkular bulunmaktadır. Çünkü halkımız bir şeylerin iyi
gitmediğini, mevcut siyasi, sosyal ve ekonomik yapının, mevcut sorunları
çözemeyeceğini artık görmektedir.
Sayın
Cumhurbaşkanım,
Malumları
olduğu üzere; son günlerde yine bir Ermeni soykırımı tartışmasıdır aldı başını
gidiyor. İtalya konu ile ilgili yasa çıkarmış, Fransa konu ile ilgili yasa
çıkarmış, İngiltere’de Yahudi Soykırımını anma toplantısında Osmanlılar
kınanmış, ABD’de Ermeni Diasporası, kongrede dondurulmuş vaziyette bekletilen
teklifin kanunlaşması için yeniden çalışmalara başlamış. Eğer bu konu
yasalaşırsa, ABD Başkanları her yıl 24 Nisan’da yapacakları konuşmalarda bu
soykırıma atıfta bulunacak ABD diplomatları bu konuda eğitilecekmiş. Haberler
böyle! Ayrıca medyada, başta zat-ı devletleriniz olmak üzere, Başbakandan
Dışişleri Bakanı’na, Genel Kurmay Başkanı’ndan TBMM Başkanı’na varıncaya kadar
hemen her kademedeki yöneticilerimizin Fransa’daki muadillerine mektup yazarak
Ermeni Soykırım Yasası’nın çıkarılmasının engellenmesini istedikleri, buna
rağmen Fransa’nın söz konusu yasa teklifini kanunlaştırdığı konusunda haberler
çıkmıştır. Bu durum, vaktiyle Kral I. Fransuva idaresindeki Fransa’yı koruma
altına alan, Fransa’nın ekonomik durumunun iyileştirilmesi için bu ülkeye
çeşitli ayrıcalıklar (kapitülasyonlar) tanıyan bir milletin torunları olarak
bizleri elbette üzmektedir.
Birinci
Dünya Savaşı sırasında Ermenilere soykırım uygulanmış mıdır? Yani kasıtlı bir
yok etme politikası izlenmiş midir? Elbette hayır! Peki bu konuyu ciddi olarak
araştıranlar var mıdır? Elbette vardır. Ancak bu araştırmacıların devletleri
güçlü olmadıkları için bu araştırmalar hiç dikkate alınmamaktadır. Çünkü biz ne
dersek diyelim bu gün hak, hak edenin değil, güçlünündür. Bu gerçek, ne
yazıktır ki; ulusal boyutta da, uluslar arası boyutta da böyledir. Birinci
Dünya Savaşı yıllarında devletin uygulamak zorunda kaldığı bir zoraki göç
politikası olmuştur. Bu göç sırasında ve zor yol şartlarında bazı vefatlar
olduğu da bilinmektedir. Bu vefatlar, sadece Ermeniler arasında değil Türkler
arasında da vuku bulmuştur. Rus işgali sırasında Türkiye’de yaşayan Ermeni
halkın Ruslarla işbirliği yaparak özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nde Türklere karşı bir katliam uyguladığı bilinmektedir. Bugün
Bosna-Hersek’te bulunan toplu mezarlar, diri diri gömülmeler, canlı canlı
yakmalar, vaktiyle masum Türk halkına da uygulanmıştır.
Bugün
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki hemen her şehir ve kasabada bulunan
şehitlikler, bunun en güzel ispatıdır. Hadisenin en canlı şahitlerinden birisi
de benim. Şöyle ki; bugün Kars şehir
merkezinde "Kanlı Tabya" diye bir yer vardır. Eskiden askeri
birliklerimiz barınırmış. Hala da öyle. İşte ben de askerliğimi burada yaptım.
Burada bulunan taş binalardan birisinin duvarlarında, Ermeniler tarafından
duvara çivilenerek öldürülmüş Türk askerlerinin kanları hâlâ durmaktadır.
Çivilerin yerleri ve taşlara sinmiş kanlar hala canlı birer şahit gibi
ortalıktadır(2). İşte Türklere karşı girişilen bu tür katliamlar
sebebiyle ve savaş hengâmesinde bazı Ermeniler de ölmüş olabilirler. Ancak bunu
bir soykırım olarak nitelemek ve bu sebeple tarihte olduğu iddia edilen bir
olay sebebiyle bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni yargılamaya kalkışmak ve ona baskı
uygulamak insafla bağdaşır bir şey değildir. Hatta Ermenilerin haksız yere
öldürülmelerine göz yumduğu gerekçesiyle Boğazlayan kaymakamı Kemal bey’in
idamla cezalandırıldığını herkes bilmektedir.
Sayın
Cumhurbaşkanım,
Soykırım
denilen şey, eğer topluca ve maksatlı olarak öldürmek (jenosit) ise bunu Türk
Milleti tarih boyunca hep yaşamıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse;
1-Eski Türk tarihlerinden öğrendiğimize göre; en büyük soykırımı Türklere
karşı Çinliler yapmıştır. Orhun Abideleri'nde anlatıldığı kadarıyla; Çinliler
soyunu sopunu kurutuncaya kadar Türk Milleti’ni toplu katliamlara tabi
tutmuştur. Orhun Anıtları’nda Bilge Kağan şöyle der; “Çin milletinin sözü tatlı, ipeklisi yumuşak idi. Tatlı sözü yumuşak
kumaşıyla kandırıp ıraktaki milleti kendine yakın tutardı. Kandırdıktan sonra
da kötü yüzünü gösterirdi. Yurdu için direneni, yurdu için düşüneni yaşatmazdı.
Bir kişi Çin’e karşı gelse onun soyunu sopunu kurutuncaya kadar yok ederdi.
Çin’in tatlı sözüne, yumuşak ipeklisine çok aldandın, Türk Milleti onun için
çok öldün; Türk Milleti aldanırsan öleceksin!”(3).
2-Haçlı seferlerini dikkate alırsak; Türklere karşı onlarca Haçlı Seferi
düzenlendiğini görürüz. Hem de Papalığın çağrısıyla. Ve bu seferlerde yüz
binlerce Türkün kanı akmıştır. Peki bu soykırım değil de nedir?
3-Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkan “Kızılderililer
ve Türkler” isimli kitabında “Hun Türklerinin 2000 yıl kadar önce Bering
yoluyla Amerika’ya girmiş oldukları hakkında bazı işaretler vardır…Yani
Kızılderililerin Türk olduklarını ileri sürmüyorum. Türk değildirler, ama
akrabadırlar. Macarlar ve Finler gibi…Amcaoğlu gibi durumdadırlar”(4) diyor. Buradan çıkarılacak sonuç, “Türk de olabilirler” şeklindedir.
Ve Kızılderililere uygulanan soykırımı bugün herkes bilmektedir.
4-Çok eskilere gitmeye gerek yoktur. Daha dün Birinci Dünya Savaşı’nda
sadece Çanakkale cephesinde yüz binlerce Türk insanı ya şehit edilmiştir, ya da
sakat bırakılmıştır. Bugün Türkiye’de hiçbir aile yoktur ki; Çanakkale’de bir
yakını şehit düşmüş olmasın. Çanakkale savaşlarında İngilizlerin Hindistan,
Avustralya ve Yeni Zelanda gibi dünyanın öbür ucundan yerli askerler (Anzaklar)
ve Afrika’daki yamyamlardan müteşekkil birlikler getirdikleri bilinmektedir. Bu
askerler, asıl görevi öldürmek olan lejyonerlerden ibarettir. Dolayısıyla bu
durumu sadece savaş mantığı içinde kabullenmek doğru olmasa gerek. Asıl
soykırım işte budur. Yoksa Anzakların ve Yamyamların Türkiye’de başka ne işleri
olabilirdi?
Bütün
bu örnekler de gösteriyor ki; eğer yeryüzünde bir soykırımdan bahsetmek
gerekirse, bu soykırım en şiddetli biçimde Türk Milleti’ne karşı uygulanmıştır.
Dolayısıyla bugünkü Türk İnsanı’nın, dün vuku bulduğu iddia edilen bir olaydan
dolayı hiç kimseye diyet borcu bulunmamaktadır.
Bu
sebeple Türkiye’nin konuyla çok fazla ilgilenmemesi, karşı lobilere fazladan
para kaptırmaması ve siyasilerin konuşmalarıyla halkı tahrik ve tazyik etmemesi
gerekir. Çünkü biz tepki gösterdikçe bu yasaları çıkaranlar ve Ermeniler
sevinçten göbek atmakta, belki de bizden bazı tavizler koparmanın hayallerini
kurmaktadırlar. Bunun için bugün Fransa’ya karşı uyguladığımız politikayı doğru
bulmuyorum. İhaleleri iptal ederek Fransa’ya zarar verileceğini beklemek
hayalciliktir. Çünkü bugün Fransa hemen her bakımdan uluslar arası ölçekte bir
ülke olup, Türkiye’nin tavrından kolay kolay etkilenecek bir ülke değildir.
Esasen Fransa ile olan ilişkilerin bozulmasından daha çok etkilenecek taraf Türkiye
gözükmektedir. Çünkü özellikle turizm ve ihracat gelirlerimizde Fransa’nın payı
her yıl artan bir trend izlemektedir. Buna ilave olarak, Fransa ile yapılan
yatırım anlaşmalarının tek taraflı iptal edilmesi, diğer yabancı yatırımcıları
da etkilemekte ve onlar üzerinde caydırıcı bir etki yapmaktadır. Nitekim 2
Şubat 2001 tarihli gazetelerde İsviçre Hava Yolu şirketi Swissair’in ÖİB’na
THY’nin özelleştirilmesi ile ilgilenmediğine ilişkin mektup yazdığı, Telekom’un
tanıtılması ile ilgili olarak Londra’da yapılacak toplantının ise iptal
edildiğine ilişkin haberler çıkmıştır. Bu durum, Türkiye’deki özelleştirme
çalışmaları ile yabancı sermaye çekme çabalarının karşısına bir handikap olarak
çıkmaktadır. Türkiye uluslar arası platformlarda güvensiz bir ülke olarak lanse
edilmektedir.
Sayın
Cumhurbaşkanım,
Avrupalı
milletlerin milletimize karşı olan bakış açıları zaten bilinmektedir. Bugün
bize karşı hasmane tutum takınmış olan milletlerin atalarının, vaktiyle Fatih
Sultan Mehmet’in oğlu Cem sultan isimli şehzadeyi esir alarak Osmanlı
İmparatorluğu’na karşı tehdit unsuru olarak kullandığını, bu olayı
tezgahlayanların elebaşlarının da Papa VIII. İnnocentius ve VI. Alexander ile
Katolik kilisesi olduğunu unutmamak gerekir(5). Bu ülkelerden İtalya,
aynı düşmanlığı vaktiyle, 1480 yılında Otranto’yu zapt ederek Doğu Roma’dan
sonra Batı Roma’yı da ele geçirmeye azimli Fatih Sultan Mehmet’i, 1481 yılında
zehirletmek suretiyle öldürterek de yapmıştır. Hem de kendi milliyetinden olan
ve ihtida etmiş gibi gözükerek Fatih’in özel doktorluğuna kadar yükselmeyi
başaran Yakup Paşa (İacopo Maestro) isimli Yahudi’ye yüklüce rüşvet vaat ederek(6).
Bir
İtalyan marşında şunlar söyleniyor: “Anne
duanı et, ağlama, bilakis gül ve düşün. İtalya beni çağırıyor, Trablus’a neşe
içinde gidiyorum. Mel’un milleti (Türkleri) ezmek, padişaha genç kızları peşkeş
çeken İslam dini ile savaşmak için gidiyorum. Kur’an-ı mahvetmek için bütün
gücümle savaşacağım…Biri sana çocuğun için neden yas tutmadığını sorarsa –O
İslam dini ile savaşırken öldüğü içindir-de!”
General
Nelson, Edvar’a yazdığı mektupta şöyle der: “Ayaklananları yakmakta veya diri diri derilerini yüzmekte bizi serbest
bırakacak kanunları çıkartmalıyız. Çünkü içimizde yanan intikam ateşi yalnız
idam etmekle sönmüyor.”
İngiliz
meşhurlarından Gladstone da şöyle diyor: “Kur’an
yeryüzünden kaldırılmalı, Avrupa Müslümanlardan temizlenmeli!”
Lord
Salisbury ise; “Hilal haçtan ne
aldıysa geri vermeli, aksi olmamalı.” diyor.
Yunanlı
Kiçon da; “Kâbenin yıkılmasını,
Peygamberimizin mezarının Luvr müzesine taşınmasını” istemiştir(7).
Avrupalının
Türkiye ve Türklere bakış tarzı budur. Ancak bakış tarzı budur diye bu
ülkelerle düşman mı olacağız? Elbette hayır. Milli menfaatlerimiz hangi ülke
ile ilişki kurmayı gerektiriyor ise mutlaka o ülke ile ilişki kuracağız. Dış
politikada duygunun yerine aklı, mantığı ve bilimi hakim kılacağız. Aksi
takdirde bu gidişle dün İtalya’ya karşı(8), bugün de Fransa’ya karşı
izlemeye çalıştığımız hissi politikalarla dünyada hiçbir dostumuz ve
müttefikimiz kalmayacak ve Türkiye tamamen içine kapanacak gibi görülüyor. Bu
da ancak rejim düşmanlarının işine yarayacaktır.
Orhun
Anıtları’ndan öğrendiğimiz kadarıyla Türk Milleti’ni yok olmaktan Bilge Kağan
kurtarmıştır. Milli Mücadele ile de Mustafa Kemal Atatürk. O tarihlerde Türk
Milleti’nin başında Bilge Kağan ve Atatürk bulunmakta idi ve onlar üstlerine
düşen vazifeyi yaparak milleti selamete kavuşturmuşlardır. Şu anda onların
tahtında oturan birisi olarak, bu milletin ümitlerinin yok olmasını önlemek de
galiba size düşüyor Sayın Cumhurbaşkanım! Bu konuda emarelerini gördüğümüz
çalışmalarınızın bir sekteye uğramadan devamı dileğiyle, en derin saygılarımı
sunuyorum.*
...
Evet,
09.02.2001 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’e yazmış
olduğum mektup böyleydi. Mektupta sözü edilen konular galiba bugün de
geçerliliğini korumaktadır. Özellikle ABD’deki bazı etkin Yahudi
kuruluşlarının, sözde Ermeni Soykırımı iddiaları konusunda tavır
değiştirdikleri ve Ermeni tezlerine destek verir tarzda konuştukları
gözlenmektedir.
***
Malum
çevrelerden yöneltilen bildik eleştirilere ve saldırılara ilave olarak Sayın
Ahmet Necdet Sezer hakkında yapılan en bariz tenkit, onun Çankaya’yı halka
kapattığı ve halktan kopuk yaşadığı şeklinde yapılan tenkittir. Kendisinin,
Çankaya’yı yol geçen hanına çeviren Merhum Özal ve Sayın Demirel’den sonra
Cumhurbaşkanı olması, haklı olarak bu yönden de tenkit edilmesine yol açmıştır.
Ancak benim gözümde o, gerçekten son yıllarda yetiştirdiğimiz ve devlet
ciddiyetini temsil eden en kayda değer devlet adamlarından birisidir ve öyle de
kalacaktır. Kendisine “güle güle, kim
ne derse desin bu millet sizi sevdi sayın on numara” diyor, sağlıklı ve
uzun ömürler diliyorum… 29.08.2007/ Ömer Sağlam
Cumhurbaşkanlığı'nın
Tarafıma Verdiği Cevap:
Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği tarafından Genel Sekreter Yardımcısı H. Bülent Serim
imzasıyla tarafıma gönderilen 19.03.2001 tarih ve B.01.0.YKB.02-66-402-1316
sayılı yazıda şöyle deniliyordu:
“Sayın
Ömer Sağlam
Fransa
Ulusal Meclisi’nde Ermeni yanlısı yasanın kabul edilmesine tepkinizi ve
alınacak önlemlere ilişkin görüşlerinizi içeren 12 Şubat 2001 günlü başvurunuz
Başbakanlığa gönderilmiştir. Yurttaşlarımızın toplumsal ve ulusal konulara
gösterdikleri duyarlılık takdirle karşılanmaktadır. Bilgilerinizi rica eder,
esenlikler dilerim.”
Ömer Sağlam
Dipnotlar:
* 1, 2 ve 8 nolu dipnotlar 29.08.2007 tarihinde ilave edilmiştir.
1- AKP ile yıldızı bir türlü
barışmayan ve bu yüzden AKP yönetimi ve parti tabanı tarafından sevilmeyen
A.Necdet Sezer, aslında B. Ecevit liderliğindeki koalisyon hükümeti ile de
sorunlar yaşamıştır. Örneğin bizim bu mektubu yazmamızdan yaklaşık bir hafta
sonra 19 Şubat 2001 tarihinde yapılan MGK toplantısı öncesinde söz alan Sezer,
hükümetin bazı icraatlarını eleştirmiş, sözlerinin sonuna doğru, bazı
düzenlemelerin Anayasa ile çeliştiğini belirttikten sonra elindeki Anayasa
kitapçığını Ecevit’in önüne fırlattığı için Ecevit ve hükümet üyelerinin MGK
toplantısını terk ettikleri kamuoyuna yansımıştır. Ecevit’in konuya ilişkin
açıklamalarından sonra da zaten beklenen ekonomik kriz patlamış ve Türkiye
meşhur 21 Şubat kriziyle baş başa kalmıştır. Dolayısıyla A.Necdet Sezer’in
özellikle AKP’liler tarafından sevilmemesini onun solculuğu ile ve CHP’li
olmasıyla açıklamak doğru değildir. Eğer öyle olsaydı Sayın Sezer, kendisini
cumhurbaşkanı yapan Ecevit ile ters düşmezdi. Onun özellikle siyasiler
tarafından sevilmemesinin yegâne sebebi, olsa olsa popülizme geçit vermeyerek,
yapılan her düzenlemede kanunilik ve anayasaya uygunluk ilkesini araması olsa
gerektir.
2- Yanlış hatırlamıyorsam
TRT’de Yönetmen Natuk Baytan tarafından çekilen “Duvardaki Kan” isimli televizyon dizisinde bu konu işlenmiş ve
dizinin adı Kars Kanlı Tabya’da yer alan bu kan izlerinden hareketle
verilmiştir.
3- M.Necati Sepetçioğlu,
Sonsuza Uyanan Taşlar, s.152, İrfan Yayınları, İstanbul, 1981.
4- Ord. Prof. Dr. R.Oğuz
Türkan, Kızılderililer ve Türkler, s.39-40, e yayınları, İstanbul, 1999.
5- Büyük Larousse, c.5, s.
2253-2254, Milliyet Yayınları,
6- Yılmaz Öztuna, Büyük
Türkiye Tarihi, c.3, s. 126, Ötüken Yayınları (Vatikan ve İtalyanlar, vaktiyle
Batı Hun İmparatoru Attilla’yı da aynı yöntemle, ancak bu kez onun koynuna
sokmayı başardıkları bir fahişe kanalıyla öldürtmüşlerdi).
7- Prof.Dr. S.Hayri Bolay,
Yakup Üstün’ün “Türkiye’yi Parçalama planları” isimli tercüme eserine yazmış
olduğu takdim yazısından alınmıştır, s.10-11, TDV. Yayınları, Ankara-1993.
8-Terörist başı Apo’nun
İtalya’ya sığınması üzerine 1998 yılında da İtalyan mallarına karşı boykot
uygulanmıştı. O sırada İtalya’da Başbakan olan Massimo Dalema, geçtiğimiz
günlerde bu kez Dış İşleri Bakanı sıfatıyla Türkiye’ye resmi bir ziyarette
bulunuyor ve “Devlet politikamız
gereği o sırada öyle davranmam gerekiyordu” şeklinde bir açıklama
yapıyordu. Roma’da Apo’ya konut tahsis eden dönemin İtalyan Başbakanı Dalema
hakkında Türk medyasında “DALLAMA” şeklinde hakaret vâri manşet ve
başlıklar kullanılarak haber ve yorumlar yapıldığını hatırlıyorum.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.