Suçların ve suçluların bu türlü yasa dışı yöntemlerle tespiti ve teşhisi suç olmasına suçtur da, acaba hukuki açıdan hiç mi değeri yoktur? Yani bu tür yöntemlerle yapılan tespitler ve teşhisler hiç bir şey ifade etmezler mi? Hukuki açıdan belki bir şey ifade etmeyebilirler. Ancak etik ve ahlaki açıdan çok şey ifade edecekleri muhakkaktır. Örneklerini Türkiye'de de gördüğümüz şekilde ifade etmiştir de...
Kral ve Soytarıları
Yanılmıyorsam 4 Mart akşamı idi. CNN-Türk kanalında yayınlanan "DBT-Dört Bir Taraf" isimli programın konuklarından birisi, Başbakan ile oğlu Bilal arasında geçen konuşmalara ait olduğu söylenen ve Başbakanın ısrarla "Montaj" diyerek karşı çıktığı ses kayıtları için dedi ki: "Başbakan ile oğlu arasındaki ses kaydının bağımsız laboratuarlarda analiz ettirilmesine karşıyım. Çünkü yasa dışı yoldan elde edilmiştir!"
Gördünüz mü bir kere? Adamın sarıldığı dal büsbütün çürük. Sırf yasa dışı yollardan elde edilmiştir gerekçesiyle bahse konu kayıttaki seslerin ve sözlerin başbakana ve oğluna ait olup olmadığının bağımsız ses laboratuarlarında bilimsel teknikler kullanılarak tespitine karşı çıkıyor! Elbette korkuyorlar çıkacak sonuçlardan. Ya kayıttaki sesler ve sözler Tayyip Bey ve oğlu Bilal'e aitse diye korkularından dinleri titriyor! Korkuları yetmiyormuş gibi CHP lideri Kılıçdaroğlu da "Ses mühendislerine incelettik; Ağrı Dağı ne kadar gerçekse, Rize'nin çayı ne kadar gerçekse bu ses kaydı da o kadar gerçektir..." diye bastırdıkça bastırıyor ve adamlardaki korkuyu katmerlendirdikçe katmerlendiriyor.
Oysa yapılması gereken; hem söz konusu kayıtların tetkik ettirilerek kayıttaki seslerin ve sözlerin Tayyip Bey ve oğluna ait olup olmadığının ortaya çıkarılması, hem de bu kayıtları yasa dışı yoldan elde edenlerin bulunup adalete teslim edilmesi değil midir? Bize göre; kayıttaki sesler ve sözler eğer doğruysa ve belirtildiği şekilde yasa dışı yoldan elde edilmişlerse ortada zincirleme halinde işlenmiş birden çok suç vardır: Bunlardan birisi rüşvet, birisi haberleşmenin gizliliğini ihlal ve bir diğeri de özel hayata müdahaledir! Bunlara ilave olarak, bahse konu kayıttaki sesler ve sözler, eğer iddia edildiği gibi başbakana ve oğluna aitse bu sefer devreye başka suçlar da girmektedir ki; bunların başında görevi kötüye kullanmak ve casusluk suçları gelmektedir.
Gelin görün ki; en azından bize göre; bir suçun, başka bir suç işleme pahasına tespiti, birinci suçun suç niteliğini ortadan kaldırmaz, kaldıramaz ve kaldırmamalıdır. Ceza Hukuku, yasa dışı yöntemlerle ortaya çıkarılmış suçları da dikkate almak zorundadır. Bu konuda en azından, bir soruşturma başlatılarak yasa dışı yöntemlerle ortaya çıkarılan suçların, gerçekten vuku bulup bulmadığı hukuki yollardan araştırılmalı ve suç gerçekse failleri hukuka teslim edilmeli, buna ilave olarak yasa dışı yöntemlerle suçları tespit ve suçluları teşhis etmeye çalışanlar da bulunup haklarında icap eden hukuk müeyyidesi uygulanmalıdır.
Öte yandan bu ülkede; dokunulmazlık zırhına bürünmüş adamların yasal yollardan takip edilmesinin biraz zor olduğu, hele hele konu başbakan olunca bunun neredeyse imkansız olduğu dikkate alınırsa; yasa dışı yöntemlerle elde edildiği gerekçesiyle gündemdeki ses kayıtlarına kayıtsız kalmak, sudan sebeplerle inkar etmek, "Gazeteci" kılığına sokulmuş ve ancak özel olarak tutulmuş adamlarla ısrarla buna karşı çıkmak hukuk devleti ilkeleriyle asla bağdaşmaz. Bu açıdan bakılınca; hemen her gün gazeteci kılığında evlerimize misafir olan ve ancak özel olarak yetiştirilip ekranlara salındıkları anlaşılan bazı adamları televizyon televizyon dolaştırarak onların üzerinden ayakları havada kalan savunmalarda bulanmayı asla doğru bulmuyoruz. Doğrusu, bu adamlara acımamak elde değildir! Başbakanı savunma adına ekranlarda düştükleri zor ve utanç verici durumu, bu insanların aileleri ve akrabaları nasıl kaldırıyor, nasıl hazmediyor bir türlü anlamıyorum ben. Kurt gazeteci Nazlı Ilıcak, nice zamandır tilkinin postla oynadığı gibi oynuyor bunların bazılarıyla. Bunlarsa, çareyi seslerini yükselterek ve gereksiz laf salatalarıyla idare edip ekranlarda tutunmaya çalışıyorlar nice zamandır.
Geçtiğimiz gün üniversiteden hocam olan bir zat, gazeteci kılığındaki bu adamlardan birisi için "Aydın Doğan, bu ...'nin CNN-Türk ekranlarına çıkmasına neden müsaade ediyor acaba?" diye bir soru sormuştu facebook sayfasında. Hocama şu cevabı verdim: "Hocam, bu sorunuzun cevabını Sayın Başbakan verdi dün. Dönemin Adalet Bakanı'na telefon ederek Aydın Doğan'ın davasıyla yakından ilgilenmesi talimatı verdiğini itiraf etmiş. ...'nin CNN-Türk kanalında program yapması için yeterli değil mi bu tür telefon talimatları?"(1).
Hak Yerini Gerçekten Buldu mu?
Sırf yasa dışı yöntemlerle elde edildiği gerekçesiyle Başbakan ve oğlu Bilal'e ait olduğu iddia edilen ses kayıtları delil teşkil etmiyorsa, bu ülkede pek çok dava temelden çökecek demektir! Zira bu ülkede anlı şanlı adamların yıllardır içeride kalmalarına sebep olan davalarda bile kullanılmıştır aynı kirli yöntemler. Sözüm ona "Gizli Tanık" diyerek satılmış, yalancı ve müfteri durumundaki birçok adamın anlattıklarıyla amel etti bu ülkenin savcı ve hakimleri. Sizin, emrinizdeki savcıya ve hakime emir vererek aldırdığınız dinleme kararlarına istinaden yapılan dinleme ve izlemeler ne derece legal ve yasal ise sizin illegal dediğiniz yöntemlerle yapılan dinlemeler de o derece legal ve yasaldır efendim! Bugün gelinen noktada "Milli orduya kumpas kuruldu" diyerek ve iddialara göre; havuz parasıyla satın alınmasını sağladığınız gazetenin kalemşorlarını "Alo Fatih" yöntemiyle Silivri'ye göndertip, Org. İlker Başbuğ ile röportaj yaptırtarak ve gazeteye "Evet,bize kumpas kurdular" manşetleri attırarak ve hatta Anayasa Mahkemesi üzerinden Org. İlker Başbuğ'u tahliye ettirerek bu sorumluluktan kurtulamazsınız. Ortada bir kumpas varsa (ki; var olduğunu kendiniz itiraf ediyorsunuz), bu kumpasın en büyük ortağı sizlersiniz. Çünkü bu kumpasçıları istihdam edenler ve onları 12 yıldır kendi amaçlarınız için kullananlar sizlersiniz.
Bir taraftan "Ömrünüz uzun olsun uzun adam" diyerek size olan hayranlığını izhar eden bir hakimin verdiği kararı "BUNU BEKLİYORDUM. HAK YERİNİ BULDU" diyerek meydanlarda gümbür gümbür haykıracaksınız, öbür taraftan da görevini yapmaya çalışan yargı mensuplarını "PARALEL DEVLETİN UZANTISI", "CUNTA" ve "ÇETE" olarak aşağılayacaksınız, olur şey değil. Bakınız Bülent Arınç bile, sizin "HAK YERİNİ BULDU" dediğiniz hakim karanına "17 Aralık tahliyeleri vicdanları yaralamıştır...Dışarıdan baktığım zaman çıplak gözle. Haklarında bu kadar fazla şey konuşulan, bir takım görüntülerle de herkeste ortak bir algı meydana getirilmiş böyle bir olayda böyle bir tahliye kararı herkesi memnun etmiş midir derseniz ben hayır deme noktasındayım."(2) diyerek karşı çıkmıştır. Devletin 2 numaralı adamı konumundaki Cemil Çiçek ise aylar önce "Anayasanın 138. maddesi çökmüştür" diyerek hakimlerin ve savcıların tarafsızlıklarını yitirdiklerini ilan etmişti.
Böyle bir ortamda, başbakana ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarına sırf yasa dışı yöntemlerle elde edilmiştir gerekçesiyle karşı çıkmak isabetli değildir. Hakimlerin ve savcıların tarafsızlıklarını yitirdiği bir ortamda her yol mubah olur ve bu yollardan işinize geleni kabul, işinize gelmeyeni reddetmeniz ise caiz olmaz. Bu yollara karşı çıkacaksanız hepsine birden karşı çıkacaksınız. Sizden beklenen budur çünkü. Bu konuda mızmızlanmanıza ve ayak sürümenize hiç lüzum yoktur. Zira bu husus tam da "MEN DAKKA DUKKA" ve "ETME BULMA DÜNYASI" meselesidir...
Özel Kamera Kayıtları Hukuki Anlamda Delil Olur mu?
Öte yandan bu ülkede, başta bankalar olmak üzere hemen her iktisadi işletmenin ve kamuya açık tesislerin içinde ve dışında, hatta özel mülk niteliğindeki apartmanlarda özel güvenlik kameraları vardır. Hatta bu işletmelerin ve özel mülklerin kameraları, sadece tesislerin ve mülklerin içini ve girişini değil, bazen bulundukları cadde, sokak ve meydanları da çekmektedir. Dolayısıyla; bu kameralar, sadece tesis içinde ve girişinde cereyan eden olayları ve insanları değil, cadde, sokak ve meydanlardaki olayları ve insanları da kayda almaktadırlar. Bu itibarladır ki; bu özel tesis kameraları yerine göre, sadece ait oldukları tesise ait alanlarda işlenenleri değil, görüş alanına giren ve tesise ait olmayan alanlardaki suçları ve suçluları da kaydetme yeteneğine sahiptir ve polis, çoğu kere suçları ve suçluları bu özel tesis ve işletmelere ait güvenlik kamerası kayıtlarına bakarak aydınlatmaktadır. Halbuki bu kameraların, yasal yönden tesis dışındaki olayları ve insanları (bu arada suçları ve suçluları) kaydetme yetkileri yoktur, tesis aşamasında onlara böyle bir yetki ve şartlı izin verilmemiştir. Hatta tesis aşamasında yetkili makamlardan izin alındığı bile şüphelidir bunların. Böyle olunca bu tür kamera kayıtları da özel hayata müdahale anlamı taşımaktadır ve yasa dışıdır.
Öyle ya; vatandaşın kızının, karısının, anasının, bacısının, baldızının veya sevgilisinin ne işi var falanca caddedeki çiğ köftecinin, filanca meydandaki özel bankanın, feşmekanca sokaktaki bakkal Mehmet ağanın özel kamerasında? Onların tek suçları, o sırada o dükkanın veya bankanın önündeki kamuya açık yoldan veya meydandan geçmekten ibarettir! Neden bu özel işletmelere, hiçbir yetkileri olmadıkları halde kendi vatandaşını kayda aldırıp fişletiyorsun ey hükümet?
Şu halde, ceza hukuku açısından bu tür kameralarla yapılan kayıtlar da belge ve delil niteliği taşımazlar! Daha doğrusu taşımamaları gerekir! Oysa biz biliyoruz ki; örneğin Eskişehir'de dövülerek öldürülen üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz'ın katil zanlıları, yakınlarda bulunan bir otelin kamera kayıtlarıyla ancak tespit edilebilmiştir ki; biz bu tür kayıtların da hukuki açıdan delil niteliği taşıması gerektiğini, bu anlamda Başbakan ve oğlu Bilal'e ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarının da bir anlamı olduğunu düşünenlerdeniz. Yapılacak iş, vakit geçirmeden söz konusu kayıtların ses laboratuarlarında analiz edilerek gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Elbette bu kayıtları yasa dışı yollardan elde edenlerin de ortaya çıkarılması gerekiyor. Aksini bu lüke ve bu millet hiçbir zaman kaldıramaz. Bugün olmasa bile yarın bu kayıtlar yine gündeme gelir ve Tayyip Bey hakkında açılacak bir davada önüne konulur. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. "Bu adamlar yasa dışı yoldan edindikleri kayıtları yabancı ülkelere vermişlerdir" diyerek, toplumdan destek aramaya çalışmak, en azından bu konuda kurutuluş yolu olmasa gerekir ve toplumdan destek de görmez. Zira bahse konu ses kaydı (eğer doğruysa)milletin ve memleketin meselesi değil, Erdoğan ailesinin özel iç meselesidir.
Sayın Başbakan, Aydın Doğan Davası ve Milli Gemi (MİLGEM) ihalesi ile ilgili dinleme kayıtlarını kabul ve itiraf etmiş gözüküyor. Cumhurbaşkanı Gül ise, Başbakanın "Bunlar Cumhurbaşkanını, Meclis Başkanı'nı, beni ve Genel Kurmay Başkanı'nı dinlemişler" şeklindeki çıkışını, "Cumhurbaşkanlığı için böyle bir dinleme söz konusu değildir"(4) diyerek yalanlamış bulunmaktadır. Bu durumda Başbakanın, lehine gibi olan kayıtları kabul etmek, aleyhine sonuçlar doğuracak gibi görünen kayıtları ise reddetmek dürüstlük ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Tıpkı Cumhurbaşkanı gibi, gün gelir bir yakın arkadaşı daha çıkar ve kendisini yalanlamak zorunda kalabilir. Başbakanın bunları hesap ederek, söylediği sözlere bir an önce sahip çıkmasında fayda vardır. Bunu kendisinden beklemek de millet olarak bizim hakkımızdır diye düşünüyoruz. Lütfen bırakın artık "İnsanların günah işleme özgürlükleri vardır. 17 Aralık operasyonu, insanların günah işleme özgürlüğüne müdahale anlamına gelmektedir"(5) şeklinde bu milletin zekasıyla dalga geçen son derece absürt açıklamaları...
Ömer Sağlam