Diyanet Mut'a Nikâhı'na Yeşil Işık mı Yaktı? [Ömer Sağlam]

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.

Havuz medyası olarak da bilinen Sabah gazetesi, konuya ilişkin haberinin başlığını "Diyanet'ten mut'a yalanına isyan" şeklinde atmış. Diyanet'in, Sabah'ın haberinde yer alan konuya ilişkin açıklaması şöyle: "...Bugün bazı sosyal medya kullanıcılarının ahlak dışı ve sistematik bir şekilde 'Diyanet İşleri Başkanlığının imamları İran'a göndererek mut'a nikâhı yapmalarına izin verdiği' yönündeki mesnetsiz iddiaları ahlak dışı bir iftiradan ibarettir. Toplumumuzda dini bir referansı olmadığı ve Başkanlığımızın mut'a nikâhı hakkındaki görüşleri tartışma götürmeyecek kadar açık olduğu halde uzun zamandır belirli çevrelerin mut'a nikâhı üzerinden Diyanet İşleri Başkanlığımızı çirkin iftira ve yalan iddialarla itibarsızlaştırmaya çalıştıklarını kaygıyla takip etmekteyiz. Söz konusu iftira ve iddialar öncelikli olarak Başkanlığımız tarafından Hz. Peygamberin hayatı ile ilgili hazırlanan bir kitabın, cahiliye döneminin batıl nikâh çeşitlerini anlatan bölümünde yer alan bir soru cümlesinden hareketle 'Diyanet mut'a nikâhına cevaz veriyor' algısı oluşturulmak istenmiştir..."(1).

 

Acaba Diyanet'in mut'a nikahına sıcak baktığı iddiası gerçekten yalan mıdır? Ya da Mehmet Görmez'in "Başkanlığımızın mut'a nikâhı hakkındaki görüşleri tartışma götürmeyecek kadar açık olduğu halde uzun zamandır belirli çevrelerin mut'a nikâhı üzerinden Diyanet İşleri Başkanlığımızı çirkin iftira ve yalan iddialarla itibarsızlaştırmaya çalıştıkları.." şeklindeki beyanları doğru mudur?

 

İsterseniz bu konuyu Diyanet'in kendi kaynaklarından istifade ile açıklamaya çalışalım. Diyanet'in açıklamasında yer alan "Başkanlığımız tarafından Hz. Peygamberin hayatı ile ilgili hazırlanan bir kitabın, cahiliye döneminin batıl nikâh çeşitlerini anlatan bölümünde yer alan bir soru cümlesinden hareketle 'Diyanet mut'a nikâhına cevaz veriyor' algısı oluşturulmak istenmiştir." biçimindeki cümlede yer alan kitap hangi kitaptır bilmiyorum. Ancak, Diyanet'in en prestijli eserlerinden birisi olan "Kur'an Yolu" isimli tefsirde Diyanet'in Mut'a Nikâhı'na sempati ile yaşlaştığına ve para karşılığı yapılan ve mahiyeti itibarıyla düpedüz zina ve fuhuş anlamına gelen bu anlaşmalı nikâha cevaz verdiğine dair ip uçları bulunmaktadır. 27 Temmuz 2010 tarihinde yayınlanan "Diyanet Üniversitesi'ne Mut'acı Rektör!" başlıklı yazımda da dile getirdiği üzere;

2008 yılında yayınlanmaya başlayan "Türkiye Newsweek” isimli derginin 4. sayısında yer alan ve Adem Demir isimli yazar tarafından kaleme alınan  bir yazı televizyonlardan “Diyanet’ten geçici nikâha icazet” reklâmıyla tanıtılınca ister istemez konuya ilgi göstererek gidip söz konusu dergiyi aldım. Adem Demir, yazısında Muta (Müt’a) Nikâhı hakkında, başta TDV İslam Ansiklopedisi olmak üzere; Diyanet’in muhtelif yayınlarından istifade ile bilgiler veriyor ve şöyle diyordu:

“…Türkiye’nin en yetkili dini otoritesi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) bir grup ilahiyatçıya hazırlattığı ‘Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir’ adlı çalışma, mut'ayı yeniden tartışma konusu haline getirdi. Kitapta, ‘Ehl-i Sünnet’e mensup âlimlerden ve özellikle sahabeden bazılarına göre müt’a nikâhı caizdir, onu Hz. Peygamber değil ikinci halife yasaklamıştır’ (İlk baskının ikinci cildi, 32 ile 34’üncü sayfalar) denmesi mut'aya izin verildiği yorumlarına yol açtı. Daha da ilginç olanı ise, bu ifadelerin 2. ve 3. baskılarda bulunmaması…”(2).

 

Yani yazara göre Diyanet, Mut'anın caiz olduğu şeklindeki görüşünden çark etmiş, bir anlamda takıyye yapmıştı. Çünkü Adem Demir makalesine şöyle devam ediyordu; 

“Din İşleri Yüksek Kurulu, Ocak 2001’de yeni ve daha anlaşılır bir Kuran meali ve tefsiri hazırlamaya karar verdi. Ardından tanınmış dört ilahiyatçı profesör Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez ve Sadrettin Gümüş bu iş için görevlendirildi. Sonuçta beş ciltlik kitabın ilk baskısı DİB Dini Yayınlar Dairesi tarafından 2005’te yayımlandı ve kısa sürede tükendi. Bu ilk baskıda Nisa Suresi 24’üncü ayetin geniş bir tefsirine (detaylı yorum) yer verildi. DİB’in internet sitesindeki Kuran-ı Kerim mealinde bu ayet ele alınırken ‘Savaş esiri olarak sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı. (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında kalanlar ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip) istemeniz size helal kılındı. Onlardan (nikâhlanıp) faydalanmanıza karşılık sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra, onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur’ deniyor. Mehir, Türkçe’de ücret anlamına geliyor…”(3).

 

Şimdi gelelim asıl meseleye. Yani “Türkiye Newsweek” dergisinde yayınlanan habere konu olan “Diyanet’in başlangıçta müt’aya cevaz verirken, daha sonra bu görüşünden vazgeçmek zorunda kaldığı” şeklindeki iddianın doğru olup olmadığına. Bahse konu tefsirde; 

“… Çünkü kişinin kendi câriyesiyle nikâh yapma mecburiyeti yoktur. Ayrıca ‘gayra müsâfihîn’ (zinaya sapmaksızın) kaydı da mânaya karîne olmaktadır. ‘Onlardan faydalanmanıza karşılık…’ cümlesinde kullanılan istimtâ‘ kelimesi müt‘a kökünden gelmektedir. En azından İslâm’ın ilk yıllarında uygulanmış bazı ictihadlara dayanılarak bazı mezheblere göre halen câri olan bir nikâhın, yani belli bir süre ile sınırlı evlenmenin adı da ‘müt‘a nikâhı’dır”(4) denildikten sonra “… İmâmî-Şiiler’den başka İbn Abbas, İbn Mes’ûd, Übey b. Kâb, Katâde, Mücâhid, Süddî, İbn Cübeyr gibi sahâbe ve tâbiîn müfessir ve müctehidleri bunu (âyetin müt‘a nikâhı konusunda olduğunu) savunmuşlardır.”(5) denilerek, görüş ve rivayetleri Sünnî İslam Fıkhı’nın teşekkülünde de etkili olan bir kısım büyük sahabî ve Tabiîn fıkıhçısının, müt‘a nikâhına cevaz verdikleri ifade edilmiştir. Aynı yerde bulunan şu bilgiler ise çok daha ilginçtir: 

“İhtiyaç bulunduğu için müt‘a nikâhının bir müddet mubah kılındığı konusunda ittifak vardır. Müslümanların devamlı evlilik imkânı bulmaları ve geçici nikâha ihtiyacın ortadan kalkması sonucu yasaklanmış olduğu konusunda ise ihtilâf vardır. Ehl-i sünnet çoğunluğu, nihaî yasaklama yılında ve yasaklayan nas konusunda ihtilâf etmekle beraber bu nikâhın, ebedî olarak yasaklandığı hükmünü benimsemişlerdir… İmâmî-Şiîler’e göre ihtiyaç ve zaruret şartı bulunmaksızın müt‘a nikâhı câizdir, onu Hz. Peygamber değil halife yasaklamıştır. İmrân b. Husayn bunu söylerken İbn Abbas da ‘Ömer müt‘a nikâhını yasaklamasaydı çok az kişi zina ederdi’ demiştir. İbn Mes‘ûd, Câbir gibi sahâbeden de bu nikâhın câiz olduğu rivayet edilmiş, aynı zamanda bu sahâbenin görüş değiştirdikleri ve sonunda müt‘a nikâhının câiz olmadığına kani oldukları da rivayet edilmiştir…”(6).

 

Benim, şahsen Diyanet’in tefsirinde bulunan bu bilgilerden çıkaracağım netice şudur: İhtiyaç bulunduğu zamanlarda, yani sürekli evli olunan eş ile cinsel ilişkide bulunma imkânı bulunmayan hallerde, örneğin eşlerden birisinin muhtelif sebeplerle seferde bulunması veya evli bulunan kadının, geçici bir sebeple kocasının cinsel arzularını gideremeyeceği durumlarda Müslüman erkek kısa süreli nikâh (müt‘a) yapabilir ve müt‘a yaptığı bu kadınla cinsel ilişkiye girebilir. Böyle bir nikâh câiz olduğu için, yapılan bu nikâha istinaden cinsel ilişkiye girmiş olan Müslüman erkek ve kadın zina işlemiş olmaz! Bu konuda Sünni ve Şii âlimleri arasında ittifak vardır.

 

Ancak, İhtiyaç bulunduğu için müt‘a nikâhının bir müddet mubah kılındığı” cümlesinden, “Bu nikâh türü, İslam’ın ilk dönemlerinde bir süre geçerliliğini korumuştur” şeklinde bir anlam da çıkmaktadır. Esasen bu cümlenin devamında söylenen; “Müslümanların devamlı evlilik imkânı bulmaları ve geçici nikâha ihtiyacın ortadan kalkması sonucu yasaklanmış olduğu konusunda ise ihtilâf vardır.” cümlesi, buna işaret etmektedir. “Ehl-i sünnet çoğunluğu, nihaî yasaklama yılında ve yasaklayan nas konusunda ihtilâf etmekle beraber bu nikâhın, ebedî olarak yasaklandığı hükmünü benimsemişlerdir…” cümlesini ise herhalde, müt‘a konusunda Ehl-i Sünnet âlimlerinin bir bölümü, tıpkı Ehl-i Şiâ alimleri gibi düşünseler de, yani bunlardan bir bölümü tıpkı Şiî âlimleri gibi, müt‘anın, hiçbir şarta bağlı olmaksızın caiz olduğunu savunsalar da, büyük çoğunluk bu nikâh türünün sürekli olarak yasaklandığını benimsemişlerdir. Bununla birlikte bunlar da yasak hükmünün ne zaman ve kim tarafından getirildiği konusunda ihtilaf halindedirler. Buradaki “benimsemişlerdir” lafını iyi algılamak gerekir. Bu laftan, sanki kerhen kabul etme, kerhen bu görüşü savunma gibi bir anlam da çıkmaktadır. Yani bu laf “kesin kabul”, dolayısıyla “Kesin hüküm” ifade etmemektedir. Sanki değişen şartlara, kadınların elde etmiş olduğu haklara, kadınların toplumda kazanmış oldukları statüye ve insanlığın ulaştığı medeniyet seviyesine bağlı olarak mecbûri bir kabul ifade etmektedir. Bu “benimsemişlerdir” lafı, örneğin, “İcmâen sabittir” gibi bir hüküm değeri taşımamaktadır.

 

Bazı kayıtlara göre M.628 yılında gerçekleştirilen Hayber’in fethi ile birlikte Müslüman olan İmrân b. Husayn ve aynı zamanda Hz. Peygamber’in Amca Zâdesi de olan Abdullah İbn Abbas’ın “müt‘a nikâhını yasaklayanın Hz. Peygamber değil, 2. İslam Halifesi Hz. Ömer olduğunu” söylemeleri de üzerinde durulması gereken başka bir husustur. Öncelikle söylemek gerekirse; bu iki sahâbî muhtemelen hem Hz. Peygamber’in, hem de Halife Hz. Ömer’in yakınında bulunan iki kişidir. Dolayısıyla söylediklerinin doğru olma ihtimali çok yüksektir. O zaman şöyle bir sorunun akla gelmesi gayet tabiîdir: 

Halife Hz. Ömer’in belki de idari kaygılarla ve politik maksatlarla koyduğu bir yasak, acaba günümüzde dini hüküm olarak kabul edilebilir mi? Üstelik Hz. Ömer’in, bırakın Hz. Peygamber’in bazı hadislerinin hükmünü ortadan kaldırmayı, bazı Kur’an ayetlerinin hükümlerini de geçici olarak rafa kaldırıp kendisinin bizzat hüküm tesis ettiği bilinmekte iken(7).

 

İmrân b. Husayn ve İbn Abbas gibi önemli sahabîlerin yanı sıra, Diyanet’in tefsirinden Abdullah b. Mes’ûd ve Câbir b. Abdullah gibi, görüşleri ve Hz. Peygamber’den yapmış oldukları rivayetler, gerçekten de İslam Fıkhı’na temel teşkil eden bilgin sahabîlerin de aynı görüşte olduklarını öğreniyoruz. Tefsirde geçen “İbn Mes‘ûd, Câbir gibi sahâbeden de bu nikâhın câiz olduğu rivayet edilmiş…” cümlesi buna işaret etmektedir. Aynı yer de Abdullah b. Mesûd ve Cabir b. Abdullah hakkında söylenen “…aynı zamanda bu sahâbenin görüş değiştirdikleri ve sonunda müt‘a nikâhının câiz olmadığına kâni oldukları da rivayet edilmiştir…” şeklindeki bir rivayetin kabulü ise çok daha büyük risk taşımaktadır. Çünkü bu durumda bu iki büyük sahabî birer yalancı durumuna düşerler ki; bu durumu herhalde hiçbir İslâm âlimi iddia edemez. Böyle bir kabul, adı geçen iki sahabîye dayandırılan ve bu güne kadar sahih olarak kabul edilen diğer rivayetlerin sıhhatini de tartışmaya açar ki; bu durum, beraberinde pek çok dini hükmün yeniden tartışmaya açılması sonucunu doğurur.

 

Dolayısıyla; büyük iddialarla hazırlanan tefsirinde yukarıdaki görüş ve rivayetlere yer veren Diyanet’in, bütün bu görüşler ışığında karşılıklı anlaşmaya dayanan kısa süreli birliktelikleri, yani müt‘a’yı caiz gördüğü sonucuna rahatlıkla varabiliriz! Zaten söz konusu eserde bulunan şu bilgiler, bu konuda şüpheye ve te’vile mahal bırakmayacak niteliktedir: 

“… Sonuç olarak yolculukta ve savaşta kişinin eşinden ayrı düştüğü zamanlarda olduğu gibi ‘hadislerdeki yasaklama süresini geciktirmeyi gerektiren’ zaruretler bulunduğunda bu nikâh câizdir. Normal (süresiz) nikâhta şart koşulan mehir, şahit, veli gibi hususlar bunda da şarttır. Süre bitince evlilik ilişkisi de sona erer, müt‘a devam ederken taraflardan biri ölürse arada miras hukuku doğmaz, nikâh süresi sona erince kadın bir hayız görecek kadar bekler (iddet tutar), çocukların nesebi babalarına ait olur(Şîa adına savunma ve delillendirme için bk. Tabâtabâî, IV, 290 vd).

 

İslâm’da evliliğin gerekçesi fert ve toplumun temel ihtiyaçlarından biri olan aileyi kurmak ve yaşatmaktır. Bu gerekçe evliliğin devamlı olmasını ve cinsî tatmin amacının ikinci planda kalmasını gerektirir. Ancak zina büyük bir günah ve suç kabul edilerek şiddetle yasaklandığından, devamlı evlilik kurma imkânından mahrum bulunan, fakat cinsî tatmin ihtiyacı içinde bunalıma düşen müminler için, böyle bir zarurete dayalı müt‘a nikâhına ruhsat verildiği ve bunun da istisnaî olduğu anlaşılmaktadır.”(8).

 

Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere; Diyanet, özellikle 1979’daki İran İslam devriminden sonra ülkemizde de sıklıkla duyulmaya başlayan, yine iddialara göre; sözde dindar (aslında din bezirgânı olan) toplum kesimlerinde, özellikle de bu kesimin sözde aydın ve entelektüelleri arasında büyük rağbet gören müt‘a’ya çanak tutan bir görüş ortaya koymuş durumdadır. Bir anlamda Diyanet, sözde İslamî entelektüellerin yapmış oldukları fuhuş ve işledikleri zinaya bir perde ve kılıf olarak kullandıkları müt‘a’yı teşvik eder duruma düşmüştür.

 

Kanaatimize göre; yukarıda iki paragraf halinde verilen bilgilerden sonra Diyanet, açıkça “Bu nikâh türü, İslam öncesi devirlere ve cahiliye dönemi Araplarına aittir. Sünnî İslam, böyle bir nikâh türünü kabul etmez. Müt‘a’ya, yani saatlik, günlük ve hatta aylık ve yıllık olsa dahi, sürenin bitiminde ayrılmanın söz konusu edildiği anlaşmalı ve süreli bir nikâh işlemine istinaden girişilen cinsel ilişkiler, düpedüz fuhuştur, bu türlü cinsel ilişkilerde bulunanlar dinen zina suçu işlemiştir” diyemediği için, vermiş olduğu fetvalar tartışmalı hale gelen bir kurum haline gelmiştir. Zira Diyanet adına ortaya konulan yukarıdaki düşünce, en azından özellikle Vakit Gazetesi Yazarı Hüseyin Üzmez olayı ile bir kez daha gündeme gelen cinsel istismara bir nev’i cevaz verir niteliktedir. “Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir” isimli Diyanet yayınında geçen şu cümlelere bir kez daha dikkat ediniz lütfen; 

“Süre bitince evlilik ilişkisi de sona erer, müt‘a devam ederken taraflardan biri ölürse arada miras hukuku doğmaz, nikâh süresi sona erince kadın bir hayız görecek kadar bekler (iddet tutar), çocukların nesebi babalarına ait olur…”(9). Açık söylemek gerekirse; bu şekildeki bir birlikteliğin adı evlilik değil, olsa olsa ancak fuhuş veya zina olur. Böyle bir geçici evlilikteki nikâh ise, sadece bir hileyi şeriye ve üzeri din ile cilalanmış bir kılıftan ibarettir. Diyanet’in yayını olan “Kur’an Yolu Meâl ve Tefsir” isimli tefsirin, ilk baskılarında, en azından bizim istifade ettiğimiz 2003 yılı baskısında II. Ciltte yer alan Nisâ Sûresi’nin 24. ayetinin tefsirini kim yaptı bilemiyoruz. Ancak tahminimiz bu ayetin tefsirini Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez’in yaptığı yönündedir. Zira adı geçen bu konuda uzman gözüküyor. En azından TDV. İslam Ansiklopedisi’nin 32. cildinde Müt‘a hakkında dolu dolu tam 7 sayfa yazı yazması(10) ve Türkiye Newsweek isimli dergiye açıkça “Dört kişilik yazar heyeti adına açıklamada bulunduğunu” söylemesi(11), bizde bu yönde bir kanaat uyandırmıştır. Bir ara Malezya’da da görev yapan Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez’in, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Diyanet İşleri Başkanı olarak tercih edilmemesini şimdi biraz daha iyi anlıyoruz!

 

İbrahim Kafi Dönmez'i Diyanet İşleri Başkanı yapmak isteyen Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçenlerde Aydın şehir meydanında yapmış olduğu seçim konuşmasında, Hz. Peygamber'e atfen "Peygamberimizin huzuruna geliyorlar. Soruyorlar… Zina bile olsa “günahkardır” diyor. Yalan dediklerinde ayağa kalkıyor ve 'Asla' diyor 'asla.' Yalan bu denli tehlikeli bir şey. Çünkü yalan bireysel değil toplumsal zararları olan bir şey."(12) diyerek "Zina""Yalan"dan çok daha hafif bir günah olarak göstermeye çalışmasını ve AKP hükümetinin 2004 yılında zinayı suç olmaktan çıkarmasını şimdi biraz daha iyi anlıyoruz. Anlaşılan; Başbakan, en azından Mut'a Nikahı'na sempati ile bakan Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez gibi din adamlarının dini görüşlerinden beslenen  bir siyasi figür durumundadır! 

 

Yukarıda da ifade edildiği gibi İmrân Bin Husayn “İhtiyaç ve zaruret şartı bulunmaksızın müt‘a nikâhı câizdir, onu Hz. Peygamber değil halife yasaklamıştır” derken, İbn Abbas ise Ömer müt‘a nikâhını yasaklamasaydı çok az kişi zina ederdi” demiştir. Diyanet çevrelerinde görüşleri itibar gören ve günümüz ilahiyatçılarının ağa babalarından birisi olan Prof. Dr. Hayrettin Karaman da hemen hemen aynı görüşlere sahiptir. Yazdıklarından, Hayrettin Karaman’ın da cariye özlemi çektiği ve çok evlilik taraftarı olduğu anlaşılıyor. Hayrettin Karaman “Müslüman cariyelerin örtünmemeleri gerektiğini, buna karşılık özgür kadınların örtünmeleri gerektiğini” yazdıktan sonra bakın başka neler diyor: 

“Çamaşır yıkatacaksın, evi temizleteceksin bunların hepsi cariye ile karşılanmış. Bugün cemiyetimizde cariye yok. O zamanlarda cariye bu hizmetleri karşıladığı için hür kadınlar bu gibi işlerde çalışmamışlar. Çamaşır yıkamamış, ev işleri yapmamışlar. Başkasına hizmet etmek durumunda olmamışlar. Ama bugün cariye diye bir şey yok. Cariyelerin olmaması, bekârları ve tek evlileri de [tek eşlileri] ilgilendiriyor. Bekârlar bugün cariyesizlik yüzünden, tek evliler de tatminsizlik yüzünden zinaya düşebiliyor. Bunu geçiyor hizmetlilere geliyorum. Hizmetliler açısından bugün, hür mümin kadınları kullanıyoruz. Evimize geliyor, camımızı siliyor, ev işlerini görüyor, temizlik yapıyor. Camımızı silerken bunu çarşafla yapamaz. Kolu da açılıyor. Ötesi berisi açılıyor. Şüpheli söylüyorum. Acaba diyorum, bu müctehidler olsaydı -bugün cariyenin de tamamı ortadan kalkınca- burada ihtiyaç bulunduğundan dolayı, açmaya müptela olduklarından dolayı… diyerek -çalışan kadınlara ve çalışması zaruri olan kadınlara- cevaz getirirler miydi?”(13).

 

Bütün bunlardan hareketle; yazımızın başındaki sözleri için bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanı olan bir zata "Yalancı" demekten haya ederim. Ancak Mehmet Görmez ve arkadaşlarının, takiyye içinde olduklarını, halka ve halkı aydınlatma görevi bulunan medya organlarına doğru bilgi vermediklerini, doğru verdikleri bilgilerin gereğini ise yapmadıklarını, dini konularda zaman ve zemine göre sürekli görüş değiştirdiklerini rahatlıkla söyleyebilirim... 




Ömer Sağlam

________________

1-http://www.sabah.com.tr/Gundem/2014/03/14/diyanetten-muta-yalanina-isyan,

2- Bkz. Adem Demir, “Geçici Evlilik” başlıklı yazısı, Türkiye Newsweek, Sayı: 4, 45, Kasım 2008, Sayfa: 44-46.

3- Adem Demir, agm, s.45.

4- bkz. Prof. Dr. Hayreddin Karaman ve arkadaşları, Kur’an Yolu Meâl ve Tefsir, c.II, s. 33, 1. Baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara-2003.

5- Age, s. 33.

6- Age, s. 33.

7- Hz. Ömer’in, halifeliği sırasında önüne gelen bazı meselelerin çözümünde yetersiz kaldığını düşündüğü bazı Kur’an ayetlerinin getirmiş olduğu hükümleri uygulamayıp, diğer sahabîlere de danışarak (yani onlarla meseleyi müşavere ederek) meseleye çözüm ürettiği konusunda bazı rivayetler vardır. Örneğin, Hz. Ömer’in cariyelerin cilbab (dış örtü kullanmalarını) önce yasakladığı, sonra da bu yasağı kaldırdığı(bkz. Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, c.IV, s.360, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara, 2004), başını örten bir cariyenin başındaki örtüyü zorla çıkarttırdığı (bkz. Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal, “Hadislere Göre Kadının Örtünmesi” başlıklı makalesi, İslâmiyât, c.4, sayı: 22, Nisan-Haziran 2001, 2. Baskı, s.61) şeklindeki rivayetler pek meşhurdur.

8- Kur’an Yolu Meâl ve Tefsir, c.II, s. 34, 1. Baskı, DİB. Yayını, Ankara, 2003.

9- Age, s. 34.

10- Bkz. TDV. İslâm Ansiklopedisi, c, 32, s.174-180, TDV. Yayını, İstanbul-2006.

11- Adem Demir, “Geçici Evlilik” başlıklı yazısı, Türkiye Newsweek, sayı: 4, 23.11.2008, s. 45.

12- http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26025543.asp


13- Prof. Dr. Çetin Yetkin, “Türban: ‘Türk Kimliği’ne indirilen darbe” başlıklı makalesi, Halka ve Olaylara Tercüman, 27.02.2008 (Çetin Yetkin, söz konusu alıntıyı, Hayrettin Karaman’ın, 2005 yılında Ensar Yayınları arasından çıkan “Giyim Kuşam İle İlgili Sorular Ve Cevaplar-İslam’da Kılık Kıyafet Ve Örtünme” isimli eserinin 166. sayfasından yapmıştır).

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN