Düş İşleri Bakanı ve Uzun Adam'ın Tükenişi [Ömer Sağlam]
"Düş İşleri Bakanı" tabiri bana ait değil; İstanbul Barosu Başkanı Ümit
Kocasakal'a ait. Kocasakal, bu tabiri, dün akşam Halk TV'de canlı olarak
yayınlanan "Halkın Arenası" programında YouTube'un kapatılmasına
sebep olan ses kayıtlarını değerlendirirken dile getirdi. Malum, bahse konu ses
kayıtları, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun makam odasında müsteşarı Feridun
Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genel Kurmay İkinci Başkanı Org.
Yaşar Güler ile yaptığı toplantıya ait bulunuyor(1).
İstanbul
Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, işte buradan hareketle Hitler'in de İkinci Dünya
Savaşı'nı aynı yöntemle çıkardığını, önce Polonya'ya bir grup Alman askeri
sokup Polonya askeri üniforması giydirdiğini, sonra da bu askerlere Alman
birliklerine ateş ettirip bunu savaş gerekçesi sayarak Alman Ordusu'nu Polonya
topraklarına soktuğunu belirtti ve muhtemelen "Stratejik Derinlik" isimli kitabında yer alan
düşüncelerini de ima ile yapmış olduğu toplantının bile güvenliğini ve
gizliliğini sağlayamayan Ahmet Davutoğlu'nu Düş
İşleri Bakanı olarak ilan etti dün akşam...
Alçaklık
ve Namussuzluk!
Tayyip
Bey, devlet sırrı niteliğindeki bu gizli görüşmeye ait ses kayıtlarının
sızdırılmasını, namussuzluk ve alçaklık olarak isimlendirdi Diyarbakır'da
yaptığı konuşmada. Bülent Arınç'da aynısını söyledi Bursa'da. Hem de tıpkı
Fethullah Gülen gibi beddualar eşliğinde. El-hak doğru söylüyor Başbakan ve
yardımcısı. Devlet sırrı niteliğindeki bu bilgilerin, bir takım kirli amaçlar
için sızdırılması gerçekten de alçaklık
ve namussuzluktur. Bindiği gemiyi delmekle eş değerdir. Ancak aklımızı
kurcalayan başka bir husus daha var; acaba hükümet Twitter'den sonra You
Tube'da kapatmak için bu bilgileri kasten ve bilinçli olarak sızdırmış olabilir
mi? Yani, bu bilgilerin sızmasına bilerek ve isteyerek göz yummuş olabilir mi?
Doğrusu,
böyle bir şeyi, değil uygulamaya koymak, düşünmek bile akla ziyandır. Başbakan
ve hükümeti, toplumun önemli bir kesiminde işte bu derece güven sorunu yaratmış
bulunmaktadır, haberiniz olsun. Hele hele "Kabataş meydanında başörtülü bacımıza
cinsel taciz uyguladılar, üzerine işediler. Bezmialem Valide Sultan Camii'nde içki
içtiler" şeklindeki yalanlardan sonra, aklımıza her şey geliyor
artık. Hatırlayın lütfen, Ergenekon'a esas yapılan iddianamelerden birisi de
kendi uçaklarımızın kendi camimizi bombalamasının öngörülmüş olması değil
miydi? Bakınız hükümet, şimdi bunların hemen tamamını "Kumpas" olarak
nitelendirmektedir.
Dinleme
ve Sızdırma El-Muhaberat'ın İşi Olamaz mı?
Dışişleri
Bakanlığı'ndaki gizli toplantının ses kayıtlarının sızdırılmasıyla birlikte
hükümetin gözü, yine Paralel Yapı'ya, yani Gülen Cemaati'ne yöneldi. Böcekten
filan bahsediliyor. Sözüm ona Ahmet Davutoğlu'nun makam odasına böcek koymuş
paralel yapının hariciyedeki uzantıları! Bu mümkün müdür? Elbette mümkündür.
Koskoca ülkenin başbakanının evine bile böcek koyulduktan sonra, Nasrettin
Hoca'nın karısı misali sürekli gezen ve makamına çok az uğrayan Ahmet
Davutoğlu'nun makam odasına, onun olmadığı zamanlarda kim bilir kimler girip, çıkıyor ki; bunların
içine Suriye'de tam anlamıyla bataklığa batan Davutoğlu'nun iyi ilişkiler
içinde olduğu sözüm ona Suriye Muhalefeti'ne mensup adamlar da vardır!
Malum;
komşuları hocaya;
-"Yahu hocam, senin hanım hiç evde
durmuyor, çok geziyor. Yengeyi disiplin altına alsan da biraz az dolaşsa"
dediklerinde hoca komşularına şu cevabı vermiş;
-"Komşular bu söylediklerinize azla
inanmam. Eğer dediğiniz gibi bizim hanım çok gezseydi, bazen bize de yol
uğratırdı"
O
hesap, Ahmet Davutoğlu'nun Türkiye'de durduğu ve bakanlığa uğradığı yok ki;
makam odasının güvenliğini sağlayabilsin! Bu kadar dış gezi yapmasına mukabil
keşke başarılı olabilseydi, ancak hayır. Davutoğlu, çoktan en başarısız
Dışişleri Bakanlarından birisi olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır.
Şeytan
bu ya, iki gündür beynimi gıdıklayıp duruyor; Suriye görüşmelerini acaba
El-Muhaberat'a mensup adamlar sızdırmış olabilir mi diye? Öyle ya, siz
sınırları sonuna kadar açıp 700-800 bin Suriyeliyi memlekete sokarsanız,
arkasından da ülke içinde koruma altına alıp başı boş bırakırsanız olacağı
budur!
Bilindiği
gibi; Suriye bir İstihbarat devletidir
ve Suriye İstihbarat örgütü olan El-Muhaberat, dünyanın en güçlü istihbarat ve
casusluk kurumlarından birisidir. Suriye'den ülkemize gelen 700-800 bin kişinin
kim olduğunu ve kimlere hizmet ettiğini acaba biliyor muyuz? Peki bu kişilerin
içinde El-Muhaberat üyesi casusların olup olmadığından emin miyiz? Sanmıyorum.
Peki, bu 1 milyona yaklaşan Suriyeli mültecilerin arasına karışıp Türkiye'ye
giren El-Muhaberat üyesi bir casusun, tabiatıyla dost görüntüsü altında
Dışişleri Bakanlığı'nda çalışanlarla iyi ilişkiler kurması ve oraya gelip
giderken Davutoğlu'nun makam odasına girip çıkması mümkün olamaz mı? Doğrusu,
devletin çivisinin iyiden iyiye çıktığı bir ortamda ben, bütün bunların pek ala
olabileceğini düşünüyorum. Bence Başbakan ve Davutoğlu, peşin peşin "Paralel Yapı"ya yüklenmek yerine,
bu ihtimali de düşünmelidirler.
Bu sabah (28.03.2014) NTV'de
Deniz Kilislioğlu ile yapmış olduğu mülakatta söylediği sözlerden anlaşılıyor
ki; Davutoğlu'nun makam odası Jammer da denilen sinyal kesici veya sinyal
bozucularla korunuyor(2). Yani ortam dinlemesi şeklinde dışarıdan
dinlenmesi biraz zor. O zaman geriye kalıyor iki ihtimal;
ihtimallerden birisi yapılan konuşmaların "böcek"
tabir edilen cihazlarla dinlenmiş olması, diğeri de, bu sızdırma işini toplantıya
katılanlardan birisinin yapmış olması! Deniz Kilislioğlu'nun; sızdırmaya konu
olan toplantının 13 Mart günü yapılmış olduğunu ve CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun
günler önce (19 Mart'ta) seçim meydanlarında bu konuyu dile getirdiğini ve bu
konuda Genel Kurmay Başkanlığı'na uyarıda bulunduğunu hatırlatması üzerine;
Ahmet Davutoğlu CHP Genel Başkan Yardımcısı da olan eski hariciyeci Osman
Korutürk'ün ismini de zikrederek bu ihtimali değerlendirdiklerini söylemiştir.
Anlaşılan o ki; Davutoğlu ve hükümet, bu sızdırma işinin, CHP ile diyalog
halinde olduğunu söyledikleri paralel yapının işi olduğu konusunda angaje
olmuşlar gibi. İşte Davutoğlu'nun bu konudaki sözlerinden bazıları:
"Siz devletin bu gizli ve teröre karşı
müdahale anlamında da gizli olan toplantının konuşmalarını, kullanmayı
gözetiyorsunuz. Bugün Kılıçdaroğlu bir konuşmasında açıkça bu var. İstismar
ediyorsanız, o saldırıyı yapanların yanında duruyorsunuz demektir''(3).
Bu ülkede Cumhurbaşkanlığı yapmış
bir adamın oğlu ve yüksek dereceli bir memur(diplomat) olarak Osman
Korutürk'ün, hariciyedeki eski arkadaşlarını devreye sokarak böyle pis bir işin
altına imza atacağını asla düşünemem. Aklını peynir ekmekle yemeyen hiç
kimseden de bunu bekleyemem.
Kılıçdaroğlu-1,
Bahçeli-1, Erdoğan-0
Bu yazı
seçimlerden önceki son politik yazım. Propaganda konuşmalarının başladığı
günden bu yana siyasi liderlerin pek çok konuşmasını enine boyuna
değerlendirdik bu sütunlarda. Bizde herhangi bir yorgunluk olmadı ama siyasi
liderler galiba artık iyice yoruldular. Hele hele Uzun Adam! O hepten bitti
artık! Dün Van ve Diyarbakır'da yapmış olduğu konuşmaları dinlerken doğrusu çok
üzüldüm Tayyip Bey için. Yaklaşık bir aydır bağırdı, çağırdı, yırtındı,
didindi, sonunda kendisini bitirdi, girdi yatağa. Muhalefet liderleri ise nasıl
başladılarsa öyle devam ediyorlar hala...
Tayyip
Bey, tıpkı Benjamin Button gibi. En azından ses bakımından, diğer liderler
yaşlanırken o gittikçe gençleşti. Van'da tıpkı yaşı geçkin 70'lik bir teyzenin
ses tonuyla konuşan Tayyip Bey, Diyarbakır'da tıpkı genç bir hanımefendinin ses
tonuyla konuştu. Eğer bugün başka bir yerde daha konuşsaydı sesi muhtemelen
küçük bir kız çocuğu gibi çıkacaktı! Bu durum, bir liderin en azından ses
itibarıyla tükenişinin açık resmidir efendim. Değer mi bunca zahmete.
Dün (27 Mart) bahçe evinde
yalnızdım ve mutfakta menemen yapmaya çalışıyordum. TV ekranını göremiyordum. NTV Kanalı "Şimdi
Başbakanın Diyarbakır mitingine bağlanıyoruz" dedikten sonra mitinge
bağlandı. Kulağıma o ana kadar hiç duymadığım acaip bir ses gelmeye başladı.
Tıpkı "Taş Devri" isimli
çizgi filmdeki Barni Moloztaş gibi konuşuyor, giderek inceliyordu ses. İlk
planda takdimci sandım. Uzun süre konuşunca "ne
oluyor lan bu adam da nereden çıktı?" diye ekrana koştum, ana, o da
nesi; konuşan başbakan! Şok oldum! Apıştım kaldım desem yeridir!
Galiba
NTV'nin ses düzeni bozuk diye Habertürk'e geçtim orası da öyle! Anlaşılıyor ki
başbakanın sesi gitmiş ve başbakanın pili hepten bitmiş! Günlerdir bağıra
bağıra en sonunda kendini bitirdi Tayyip Bey. Ancak o, bitmişliğine ve
tükenmişliğine bakmadı, dün o bozuk sesiyle yine söyledi o malum türküyü. Hani
şu PKK'lılar için bestelenen "MEGRİ" türküsünü! Hem de Barzani'ye ve
Şivan Perver'e selam göndererekten. Şu sözler, Tayyip Bey'in, bir Türk
Milliyetçisi olarak, Kürt ayrılıkçıların fink attığı meydanda beni utandırma
pahasına söylediği sözlerdir:
16 Kasım’da Diyarbakır’da tarihi bir gün yaşadık.
Mesut Barzani ile birlikte 38 yıl vatanından uzak yaşayan Şivan Perver ilk kez
toprağına döndü. İbrahim Tatlıses geldi. Ne dediler, ‘Megri megri’ ağlama,
ağlama Diyarbakır dediler. Ama Diyarbakır o gün yine ağladı, sevinçten, umuttan
ağladı. O gün Diyarbakır yıllardır aradığı kardeşliği gördüğü için
ağladı."(4).
Başbakan, ses pilleri (pardon ses telleri) zayıfladığı
için tıpkı bir genç kadın sesiyle bunları söylemeye utanmadı ama ben onun adına
gerçekten utandım. Teknolojinin
yetersiz olduğu bir zamanda yapılan kayıtları dikkate almaksızın "SESİ
İNCE" diye Atatürk'le alay edip dalga geçen ve erkekliğin
derecesini sesle ölçme aymazlığına düşen dinci kardeşlerimiz, acaba Tayyip
Bey'in Van ve Diyarbakır'da konuşma yaparken çıkan sesine ne
diyecekler doğrusu pek merak ediyorum.
Yeminle söylüyorum; başbakanın bu durumuna çok
üzüldüm. Keşke özellikle Van ve Diyarbakır'da gümbür gümbür konuşsaydı Tayyip
Bey. Ancak ne var ki; Ankara'da, İstanbul'da, şurada, burada sesini hoyratça
kullanan ve beynimize balyoz gibi inen Tayyip Bey, Van ve Diyarbakır'daki ses
tonuyla Kürt milliyetçileri karşısında biz Türk Milliyetçilerini ziyadesiyle
mahcup etmiştir. Yine de kendisine acil şifalar diliyorum. Kendisini gaza
getirip pohpohlayarak bütün enerjisini yiyip bitiren goygoycu gençler, lütfen,
eski Tayyip Bey'i bize tekrar geri verin! Yoksa bu utanç bizi kahreder...
Seçimlere iki gün kala Uzun Adam, yataklara düştü.
Oysa "bal kaymakla
besleniyorum" diye nasıl da hava atıyordu geçenlerde. Buna karşın "yemek yemeye fırsat bulamıyorum.
Bisküviyle geçiştiriyorum" diyen Kılıçdaroğlu hala ayakta. İlk günkü
kadar olmasa bile en azından sesi hala erkek sesi! MHP lideri de öyle. Hala
dipdiri ayakta. Oy pusulasına "Asena bakışı yapın, Bozkurt bakışı
yapın ve üç hilalin üstüne evet mührünü basın" diyerek hala espri
bile yapabiliyor Sayın Bahçeli. Oysa bu üç isim arasında en gençleri Sayın
Erdoğan. Tayyip Bey, 26 Şubat 1954 doğumlu. Bahçeli 1 Ocak 1948, Kılıçdaroğlu
ise 17 Aralık 1948 doğumlu. Tayyip Bey, en gençleri olmasının yanında pozisyonu
ve aile yapısı olarak, en bakımlısı da herhalde odur. Gelin görün ki; yine de
içlerinde en dayanaksızı o çıktı. Diğerleri hala meydanda iken o yatak yorgan
pozisyonlarında. Onun yerine Davutoğlu çıktı bugün meydanlara...
Biliyorum yazı yine uzadı. İsterseniz liderlerin
bugünkü durumuna uygun bir fıkra ile bitirelim yazıyı:
Adam ile oğlu arkadaş gibiydiler. Bu yüzden
birbirlerine her türlü şakayı yapıyorlardı. Delikanlı ele avuca sığmaz olmuştu.
Belki biraz uslanır diye düşünen adam oğlunu güzel bir kızla evlendirmişti.
Gerdek sabahı oğluyla karşı karşıya gelince, her zamanki muzipliğiyle oğluna "Ne
haber" dercesine kafasını salladı. Haylaz oğlan sırıtarak "beş
kere" dercesine açık elini babasına gösterdi. Sonra "senden
ne haber" dercesine o da babasına salladı başını. Babası "bir
kere" dercesine sağ elinin işaret parmağını gösterdi oğluna.
Ertesi günü babası yine aynı şekilde başını salladı oğluna. Oğlan elini, tıpkı
AKP'lilerin "Rabia" işareti gibi yaparak "dört kere"
dedi. Babası ise yine bir parmağını gösterdi. 6. günde babası delikanlıya yine "kaç
kere " dercesine başıyla sordu. Oğlan mahcup bir ifadeyle ve
bitkin bir vaziyette başını iki yana sallayarak "tık yok"
işareti yaptı. Anlaşılan delikanlı beş gün içinde bütün barutunu atıp
bitirmişti. Baba ise oğlunun başıyla sorduğu soruya yine işaret parmağını
gösterip "bir kere" dedi...
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana baş da parmak da
az.
Hayırlı hafta sonları ve hayırlı seçimler diliyorum.
Lütfen iyi düşünün; "Laik ve demokratik Cumhuriyet'ten
yana mısınız yoksa bu Cumhuriyet'e karşı olanlardan yana mı?".
Karar sizin...
Ömer Sağlam
_________________
1-http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/54767/Bomba_ses_kaydi__Secim_icin_savas_plani.html,
2-http://www.ensonhaber.com/ahmet-davutoglu-icerde-isbirlikciler-olabilir-2014-03-28.html
3-http://www.ntvmsnbc.com/id/25506763/#storyContinued.
4-
http://www.iha.com.tr/erdogandan-diyarbakirda-tek-devlet-vurgusu-politika-344083
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.