Peşmerge'ye Özel Tezkere ve PKK'nın Kobani Zaferi [Ömer Sağlam]
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bir topluluğun
milletleşmesi ve bir milletin devlet kurabilmesi için bazı şartların lazım
geldiği muhakkaktır. Bir topluluğun millet haline gelebilmesi için en başta dil
birliği gerekir. Üzerinde birlik sağlanan dilin ise edebi ürünler üretmeye ve
teknolojik gelişmeleri kavramlaştırmaya elverişli olması gerekir.
Geçenlerde bir
konferansta dinlemiştim bir dil bilimciden; bir dilin özgün, yani diğer
dillerden bağımsız ve başlı başına bir dil olabilmesi için öncelikle temel
renkleri (beyaz, siyah, mavi, kırmızı... vs), sayıları (bir, iki, üç ...10,
yüz, bin vs) , vücudun organlarını (el, ayak, göz, yüz... vs) ve akrabalık
isimlerini (ana, baba, dede, nine, elti, bacanak...vs) karşılayacak kavramlara
sahip olması gerekmektedir.
Bu açıdan
bakılınca Kürtçe'nin, bu özelliklerin hiçbirisini karşılamadığını görürüz. Zira
Kürtçe, başta Türkçe, Farsça ve Arapça gibi bazı büyük dillerin harmanlanması
ile oluşan yapay bir dildir. Belki içinde Ermenice, Keldanice, Asurice ve
Aramca gibi kimi dillerle, bazı mahalli ağızlar ve bölgede hüküm sürdükten
sonra yok olmuş toplumlardan kalan bazı kavramlar da bulunabilir. Özelikle coğrafi isimler bu kabil
kelime ve kavramlardandır. Öte yandan Kürtçe, edebi bir eser meydana getirecek
ve teknolojik gelişmeleri karşılayacak derecede zengin bir dil de değildir.
Buradan çıkarılacak sonuç şudur; Kürtçe, Kürt topluluklarını bir araya getirip
onları millet haline getirecek boyutta bir dil hiç değildir.
Gelin görün ki;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendi bütçesinden harcamalar yapmak suretiyle
Kürtçe'ye millet dili özelliği kazandırmak için harıl harıl çalışmaktadır. Mardin
Artuklu Üniversitesi'nde Kürt Enstitüsünün açılmasına izin verilmesi, özellikle
Güneydoğu'da HDP'li belediyelere Türkçe'nin yanı sıra Kürtçe'yi de kullanmaları
konusunda göz yumulması, sokak, cadde, meydan ve Belediye binalarındaki
birimlerin kapılarına Kürtçe levhalar asılmasına izin verilmesi, trafik ve yön
levhalarının yanı sıra yerleşim yerlerine Kürtçe isimler verilmesine müsaade
edilmesi, bu kabil çalışmalardandır. Daha da önemlisi Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, Kürtleri, Türklere karşı isyana teşvik eden Ahmed-i Hani isimli
Kürtçünün "Mem-û Zîn"
isimli eserini Kürtçe basarak Kürtçeye edebiyat dili havası vermeye
çalışmıştır. Belki de bilinçsizce ve şuursuzca yapmıştır bu işi dönemin Kültür
Bakanı Ertuğrul Günay ve ekibi...
Bir topluluğun
milletleşmesi için sadece dil birliği de yetmez. Bu konuda başka faktörlere de
ihtiyaç vardır. Mesela Ülkü birliği bu faktörlerden birisidir. Peki, Kürtler
arasında bu anlamda bir Ülkü ve amaç birliği var mıdır? En azından üş-beş sene
öncesine kadar böyle bir birlikten de söz edilemez. Kürtler, asırlardır
İranlılar, Araplar ve Türkler arasında gitgeller, yargeller yaşayarak, kâh o
milletten, kâh bu milletten yana tavır koyarak bugüne kadar gelebilmiş bir
halktır. Dolayısıyla; bu anlamda, yani milletleşme sürecine katkıda bulunacak
şekilde Kürtler arasında bir ülkü birliğinden de asla söz edilemez.
Gelin görün ki;
Birinci Dünya Savaşı sonunda gündeme gelen Wilson Prensipleri'ne ve onun
uzantısı olan Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) uygulama sahasına konulmasıyla birlikte,
bazı Kürtçüler bugün kendilerine göre bir hevesin içine girmiş
bulunmaktadırlar! En önemlisi de Kürtçüler, bugün için bağımsız devlet kurma
konusunda her zamankinden çok daha umutlu hale gelmişlerdir. Kuzey Irak'taki
Özerk Kürt Bölgesi, bu konuda onlar için tam bir umut ve güven kapısı haline
gelmiş bulunmaktadır.
Bir topluluğun
milletleşme sürecine girmesi için dil ve ülkü birliğinin yanında ortak bir
geçmişe, yani ortak tarihe de sahip olması gerekir. Peki, Kürtlerin, onları
topluluk pozisyonundan çıkarıp millet hüviyetine çıkaracak ortak bir geçmişi,
yani kendilerine has bir milli tarihleri var mıdır? Bu ortak geçmişi
belgeleyecek somut belgeler ve mesela "Orhun
Anıtları" seviyesinde bir eserleri var mıdır? Yok! Yok olduğu için
de günümüzün Kürtçüleri kendilerine ortak bir geçmiş yaratmak için didinip
duruyorlar. Ancak ne var ki; yapıştıkları bütün dallar elerinde kalmaktadır.
Yapıştıkları en güçlü dal Eyyubiler devleti olmakla birlikte Eyyubilerin tıpkı
Tolunoğulları, İhşidoğluları ve Memlukiler gibi Türk devleti olduğu konusunda
şüphe yoktur. Bunun en büyük delili, Selahaddin Eyyubi'nin, Selçukluların Musul
Atabeyi Nurettin Zengi'nin maiyetinde bulunan bir Türk askeri olmasıdır.
Görüldüğü gibi;
Kürtleri topluluk olmaktan çıkarıp onları millet haline getirecek doğru dürüst
hiç bir faktör yoktur ortalıkta.
Bir Devlet Nasıl Kurulur?
Bir milletin
devlet kurabilmesi için de pek çok şart gereklidir. En başta üzerinde devlet
kurmaya elverişli bir coğrafya, yani vatan gerekmektedir. Bir coğrafyayı vatan
yapmak için ise, onun uğruna akıtılmış oluk oluk kan gerekmektedir. Peki,
Kürtlerin bu anlamda bir vatanları var mıdır? Yok! Çünkü Kürtler, Farsların,
Arapların ve Türklerin arasında bölük pörçük şekilde yaşayan bir topluluktur ve
bu sayılan milletlerin içinde tarihin hiç bir döneminde yönetimi ele geçirecek
boyutta bir çoğunluğa sahip olamamışlardır.
Kürtlerin
yönetime ortak olduğu tek coğrafya Türklerin kahir ekseriyette olduğu Anadolu
coğrafyasıdır. Bunun bir sebebi ağır aksak işlese de, eksiği, gediği olsa da
Türkiye'nin demokratik ve laik cumhuriyetle yönetiliyor olması, diğer bir
sebebi de Türklerin, Kürtleri kendilerinden farklı görmemeleri ve onları eşit
yurttaşlar, dahası kardeş olarak kabul etmeleridir. Bugün Arapların egemen
olduğu coğrafyada Kürtlere nüfus hüviyet cüzdanı bile verilmemekte, yani bu
ülkelerde Kürtler adam yerine bile konulmamaktadır. Bugün Irak'ta bağımsız bir
devletin başkanı gibi davranan Mesut Barzani ve Irak'a Devlet Başkanı yapılan
Celal Talabani bile daha düne kadar Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyorlardı.
Yani bu adamlar, daha düne kadar Türker'in himmetiyle ve ihsanıyla adam yerine
konuluyordu uluslararası arenada.
Bir milletin
devlet kurabilmesi için öncelikle bir bağımsızlık savaşı vermesi ve bu savaşı
onurlu bir zaferle taçlandırması gerekiyor. Peki, Kürtler böyle bir savaş
verip, bu savaşı zaferle sonuçlandırdı mı? En azından henüz ortada böyle bir
savaş ve zafer yok. Ancak gelin görün ki; Kürtler, yine Türkiye sayesinde böyle
bir zaferi kazanmak üzeredir! Türk televizyonları günlerdir Kürtlerin Kobani'de
kahramanlık destanı yazmakta olduğunu haykırıp duruyorlar! CHP lideri Kemal
Kılıçdaroğlu'na bakılırsa Kobani'de IŞİD'e karşı mücadele veren PYD, düşmana
karşı vatanını savunan bir güç! Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün önce
Afganistan dönüşünde "Bizim için IŞİD neyse PYD de odur. Bu sebeple
yardım etmemiz söz konusu olamaz!" demişti. Gelin görün ki; Erdoğan'ın
bu açıklamasından tam tamına iki gün sonra çiçeği burnunda Dışişleri Bakanımız
Mevlüt Çavuşoğlu'ndan beklenen itiraf geldi; "Kobani'ye geçmeleri için Peşmerge güçlerine yardım
ediyoruz!".
Peşmergeye Özel Tezkere!
Anlaşılan,
MHP'nin de destek vermesiyle geçenlerde meclisten geçirilen tezkere "Peşmerge'ye Özel Tezkere"
özelliği taşımaktadır. Zira bu konuda daha önce çıkarılmış bir tezkere zaten
vardı. Bu tezkereye eklenen tek ayrıntı ise "yabancı silahlı güçlerin Türkiye'ye gelmesine izin
verilmesi" hususu idi.
Demek ki; "Yabancı silahlı
güç"ten maksat Peşmerge güçleri imiş!
Bu sebeple tu bana!
Allah benim belamı versin! Çünkü ben de bu tezkereye destek verenlerden
birisiyim. Ancak ben, bu desteği ülkemize sığınan 1.5 milyon Suriyeli'nin
memleketlerine gönderilmesi ve onlar için Kuzey Suriye'de "Güvenli Bölge"
oluşturulması ve Türkmen soydaşlarımıza da yardım edilmesi şartına bağlı olarak
verdim. Muhtemelen MHP de aynı düşüncelerle bu tezkereye "Evet"
dedi. ABD Başkanı Barak Obama ısrarla "Kara
savaşına girmeyeceğiz" dediğinde aslında anlamalıydık bu
tezkerenin altında bir bit yeniği olduğunu. Doğrusu ya Peşmerge'ye koridor
hakkı verileceği hiç aklımıza gelmezdi.
Ne var ki; benim
ve MHP yönetiminin unutmuş olduğumuz bir ayrıntı vardır. O da Türkiye
Cumhuriyeti'nin, "Bizim için IŞİD
neyse PYD de odur. İkisi de terör örgütüdür. Bu sebeple bizim PYD'ye yardımcı
olmamız düşünülemez" dedikten iki gün sonra yıllardır "PKK'nın Suriye'deki uzantısı"
olarak isimlendirilen PYD'ye yardım için Peşmerge güçlerine koridor açan ve "Bu konuyu Obama'ya ben teklif ettim" diyen bir
Cumhurbaşkanı tarafından yönetildiğidir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin yegane güven kaynağı olan ve her şeye rağmen
hala dünyanın sayılı ordularından birisi olan TSK'nin ise "Peşmergeye koridor konusunu bize
sormayın, gidin Dışişleri Bakanı'na sorun" diyen küskün ve kırgın
bir kısım kumanda heyetinin emir komutasında olduğudur.
Askerin bu
çıkışı karşısında Milli Savunma Bakanı hemen atlamış sahneye; "Benim bu konudan haberim vardır. Ben
askerin bakanıyım..." . Hele bakın şuna; haberi varmış! Madem haberin
vardı, neden askeri haberdar etmedim Sayın Bakan. Yarın bir savaş kararı alınsa
onu da mı haber vermeyeceksin askere? Bu bakımdan sen "Askerin bakanı" değil, olsa olsa "Erdoğan'ın bakanı"
olabilirsin Sayın Yılmaz. Zaten o da öyle diyor sürekli olarak; benim bakanım,
benim Genel Kurmay Başkanım, benim valim, benim müsteşarım, benim genel
müdürüm... İşte sen o bakanlardan birisin Sayın Bakan!
PKK'nın Kobani Zaferi!
Bir ayı aşkın
süredir PKK'nın Suriye kolu PYD, Kobani'de IŞİD'e karşı mücadele veriyor ve bu
mücadele Türk televizyonlarında sürekli "Kahramanlık
Destanı" olarak lanse edilerek muazzam bir algı yaratılıyor. Şimdi
ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri havadan, Türkiye de, gerek Peşmerge
güçlerine koridor hakkı vererek, gerekse açık açık söylenmese de (illegal
yoldan yapılan) silah yardımı yaparak PYD'nin IŞİD'e karşı zafer kazanmasına
yardımcı oluyorlar. Yani PYD'nin, daha doğrusu PKK'nın Kobani'de zafer
kazanması artık çok yakındır!
Ne demiştik
yukarıda; bir milletin devlet kurabilmesi için kan dökerek bağımsızlık savaşı
vermesi ve bu savaşı onurlu bir zaferle taçlandırması gerekmektedir. Peki,
PKK'nın Kobani Zaferi bu anlamda bir zafer midir? Hayır, asla! Zira Kobani, hem
Bağımsız ve meşru Suriye Cumhuriyeti'nin bir toprağıdır, hem de PKK ve PYD bir
millet değildir, adı üstünde terör örgütüdür. Tıpkı IŞİD gibi. Bunu sadece ben
demiyorum, ülkemizin en yetkili ağzı olan Cumhurbaşkanı da öyle diyor!
Devlet olmak
için gerekli diğer şartlardan bazıları da Milli Bayrak, Milli Marş, Milli Para
gibi üst yapı kurumlarıdır. Bunlarsa çerez-çekirdek kabilinden şeylerdir. Zaten
terör örgütü, sadece dağlarımızı, tepelerimizi değil, şehirlerimizi bile
donattı bayrak dediği çaputlarla! Hem de
en büyük şehirlerimize varıncaya kadar.
Biz bu tezkereye
"EVET" dedik değil mi? Şu halde haydi gereğini yap ey hükümet! Haydi
şimdi, görev başına marş marş! Bak, IŞİD Irak'ta Türkmen kasabası Karatepe'yi
ele geçirmiş, onlarca Türkmen'i öldürmüş, bir o kadarını kaçırmış ve on
binlerce Türkmen soydaşımız evini barkını bırakıp yollara düşmüş! Önümüz kış ve
bu insanların her şeye ihtiyacı var. Musul, Telafer ve Tuzhurmatu gibi Türkmen
şehirleri IŞİD'in işgali altında. Irak Türkmen Cephesi Lideri Erşad Salihi,
silah için Irak merkezi yönetimine başvurmuş. Haydi şimdi gereğini yapın.
Çünkü biz, bu
şartla tezkereye destek verdik. Hani diyorum; şu Adana'da yakalanan meşhur MİT
tırları? Türkmenlere gönderilen silahları taşıyordu değil mi? Madem öyle, ITC
lideri Erşad Salihi silah yardımı konusunda neden Irak hükümetine başvurdu?
Zira sizin gönderdiğiniz tırlar dolusu silahlar bu zamanlar içindi değil mi ey
hükümet? Yoksa o silah dolu depolar da IŞİD'in eline geçmiş olmasın! Tıpkı
bizim Hüseyin Barak Obama'nın semadan paraşütle ve armut çuvalı gibi fırlattığı
silah dolu çuvalların IŞİD'in eline geçtiği gibi!
Uzun sözün
kısası; Türkiye, Peşmerge'ye koridor açmakla, hem Irak'ın, hem de Suriye'nin
toprak bütünlüğüne saygı göstermeyen, hem de bu iki komşusunun iç işlerine
müdahale eden bir devlet pozisyonuna düşmüştür. Türkiye iyi komşuluk
ilişkilerine rafa kaldıran güvensiz bir ülke durumuna getirilmiştir. Türkiye,
bu tavrıyla tıpkı ABD gibi uluslararası hukuku ayaklar altına alan bir ülke
konumuna indirgenmiştir. Türkiye, PKK'nın Suriye kolu olan PYD'ye yardım ederek
PKK ile mücadelede şehit düşen on binlerce Mehmetçiğin manevi hatırasını
ayaklar altına almıştır...
Ömer Sağlam
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.