İhtiyar doğruldu ve sarayın önündeki gönderde asılı Türk Bayrağını
eliyle göstererek;
-"Bu bayrağın sahibi kadın efendi sen misin?"
-"Benim baba" dedim,"ne oldu ki?"
Adam birden hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ağlaması biraz geçince
konuşmaya başladı:
-"Ben bir Özbek Türküyüm. Çok uzaklarda çobanlık yapıyorum. Duydum
ki; Türkiye'den bir kadın efendi gelmiş Kabil'e. Burada kalıyormuş. İstedim ki;
ona kendi ellerimle keçilerimden sağdığım sütten ikram edeyim. Bulamayacağım
diye çok korkmuştum. Allah'a şükürler olsun seni buldum. Kavalımla da seni
uyandırmak istedim..."
Sonra yine gönderde dalgalanan ay yıldızlı bayrağımızı göstererek dedi
ki;
-"Bu bayrak, Türkiye'de dalgalandıkça biz burada yitip
gitmeyeceğiz!"
İhtiyarın bu sözleri yüreğime işlemişti. Ben de ağlamaklı oldum.
Kabil'de kaldığım süre boyunca bu yaşlı Özbek, her sabah erkenden geldi
ve kavalıyla beni uyandırdı ve bana taze süt getirdi!
Yukarıdaki anı, Milli Kütüphane Eski Müdürü Dr. Müjgan Cumbur'a aittir
ve Yavuz Bülent Bakiler'in "Türkistan Türkistan"
isimli kitabında bulunmaktadır. Anıyı aklımda kaldığı kadarıyla yazdım. Tekrar
kitaba bakmaya da gerek duymadım. Bu sebeple Müjgan Cumbur'un seyahat tarihini
de kesin olarak hatırlayamadım ama hatırladığım kadarıyla 1970'li yıllardı. Söz
konusu kitabı ise galiba 15-16 sene önce okumuştum. Kitapta yukarıdakine
benzeyen şekilde, yani insanı yürekten vuran, ciğerden yaralayan birçok hatıra
ve hadise vardır. Gördüğünüz gibi 15-16 sene önce okuduğum bir hatırayı, yarım
yamalak da olsa hala hatırlıyorum ben. Çünkü bu hatıra ve hadiseleri kimi zaman
gözlerim yaşararak, kimi zaman da sarsıla sarsıla ağlayarak okumuştum. Şimdi özetlerken
nedense yine gözlerim doldu...
Beni Ağlatan Adam Ellerinden Öpüyorum Senin!
1998 yılının ilk günlerinde babamı yitirmiştim. Cenazesinin başında
uzun süre ağladığımı hatırlıyorum. Çünkü arkamdan koskoca bir dağın aniden
kayıp yok olduğu hissine kapılmıştım. 38 yaşında iki çocuk sahibi kazık kadar
bir heriftim ama nedense o anda çok zayıf ve korunmaya muhtaç bir çocuk gibi
yapayalnız kaldığımı düşünmüştüm dünyada. Meğer benim 80'lik babam ne yiğit bir
adam, ne büyük bir kuvvetmiş benim için. İşte o hüzün günlerini takip eden
günlerde okumuştum Yavuz Bülent Bakiler'in "Türkistan Türkistan" ve "Üsküp'ten
Kosova'ya" isimli eserlerini. Nedense her iki kitabı da ağlayarak
okumuştum o günlerde. Gerçi şimdi olsa yine ağlarım herhalde. Bana göre; Yavuz
Bülent Bakiler'in bu iki kitabı, iki büyük hazinedir. Elbette kıymetini bilene.
Kitapları okuduktan sonra oturdum Yavuz Bülent Bakiler'e yanılmıyorsam "Beni Ağlatan Adam
Ellerinden Öpüyorum" başlıklı uzunca bir mektup yazdım. Aradan
kısa bir süre geçmişti ki; iş telefonum çaldı. Arayan Yavuz Bülent Bakiler idi.
İlk sözü direk "Ben de senin ellerinden öpüyorum" oldu. Doğrusu çok
utanmıştım. Zira koskoca Yavuz Bülent Bakiler, benim ellerimden öptüğünü
söylüyordu. Ne diyeceğimi bilememiştim o sırada. Belki de "Estağfurullah üstadım. Siz bizim büyüğümüzsünüz" diye
kekelemiştim, başka uygun laf bulamadığım için! "Olsun dedi"
Yavuz Bülent Bey, "Bu iş yaşla alakalı değil, başla ve ortaya konulan şeylerle
alakalıdır. Bu mektup bundan sonra benimdir. İstediğim yerde kullanabilirim
değil mi..." diyerek bir onur daha tevdi etti bize. "Elbette sizindir" dedim, "İstediğiniz yerde ve zamanda
kullanabilirsiniz. Zira ben, bir babam öldüğünde ağladım, bir de sizin
kitaplarınızı okuduğumda ağladım. Bana düşen, Türkçeyi beni ağlatacak derecede
güzel kullanan sizin gibi birisinin elini öpmektir. Saygılar sunuyorum..."
Yavuz Bülent Bakiler: Atatürk
'Bütün Kemaller Eşektir' demiştir!
O tarihten sonra hep saygı duydum kendisine. Gerçi daha önce de gıyaben
tanıyordum kedisini. Özellikle üniversite yıllarında "Yalnızlık" ve "Duvak"
isimli şiir kitaplarını okumuştum
üstadın. Ancak kendisine duymuş olduğu sevgi ve saygı geçtiğimiz 6-7 Kasım 2014
gecesi sıfırlanmıştır! Zira Yavuz Bülent Bakiler, 6-7 Kasım 2014 gecesi hem de
yandaş medyanın bir parçası olan ve "Alo Fatih" yöntemiyle
yayın yapan Habertürk TV'de yayınlanan "Öteki Gündem" isimli
programda bu ülkenin kurucusu Atatürk hakkında öyle laflar etti ki; bu
laflarıyla değme Atatürk düşmanlarına taç çıkarttırdı!
O gece sanki, Atatürk hakkında yıllardır içinde biriktirdiği kini kusar
gibiydi Yavuz Bülent Bakiler. Aynı televizyon kanalında ertesi günü (7 Kasım)
gündüz kuşağında da yayınlanan programda neler söyledi neler! Sanki karşımda
bir zamanların hızlı Ülkücüsü Yavuz Bülent Bakiler değil de Rıza Nur veya Kadir
Mısıroğlu konuşuyor gibiydi. Bakar mısınız lütfen hazretin söylediği şu
laflara:
"Biliyor musunuz Atatürk'ün Kemal ismi ile ilgili açıklamasını.
'Bütün Kemaller eşektir' diyor Atatürk. Açsınlar 'Atatürk'ün Uşağı İdim'
isimli kitabı okusunlar. Cemal Granda yazmış. Cemal Granda, Atatürk'e 12 yıl
hizmet eden adamdır. Onun kitabı Hürriyet yayınları arasında çıktı. Atatürk bir
gün Çankaya'da etrafında bulunan kimselere demiş ki; 'Ben ismimi Kamal yapıyorum.
Bütün kemaller eşşektir' demiş. Atatürk sandı ki; böyle söyleyince
Türkiye'deki bütün Kemaller isimlerini Kamal olarak değiştirecek. Hiç kimse
Kamal ismini almadı. Hatta, burada var, isterseniz gösterelim (kitabı eline
alarak gösteriyor); Kemalizm'i, Kamalizm diye yazdılar, ortaya koydular. Ne
zaman çıkmış bu kitap, 1936'da çıkmış. Atatürk'ün nüfus cüzdanında ismi
Kamal'dır. Atatürk, Mustafa ve Kemal isimlerini katiyyen benimsemedi, sevmedi.
Mustafa'yı M olarak kullandı, Kemal'i de
Kamal yaptı.
Atatürk ismini sevdi. Gerçekten Atatürk ismi de güzel bir isim. Ama
dediğim gibi, kendisinden başka hiç kimse, Türkiye'de 1934-35 yılından bu güne
kadar Kamal ismini almadı. Ne demek Kamal, Kemal ismi varken, Kamal'a gerek var
mı. Ölünceye kadar Kamal kaldı. Atatürk'ün nüfus cüzdanında ismi Kamal'dır. Ve
Atatürk gerçekten bütün Kemalleri eşeklikle suçlamıştır. Düşünebiliyor musunuz;
Yahya Kemal eşek, Behçet Kemal eşek, Namık Kemal eşek, kim eşek değil? Atatürk
Kamal ismi... (mırın kırın ederek geçiyor burasını. Belli ki "sadece
Atatürk eşek değil!" demeye getiriyor lafı).
(sunucunun Kemal'in ne sakıncası var şeklindeki sorusuna
karşılık) Arapça olduğu için hanımefendi. Arapça ismi taşımak istemiyor Atatürk,
sevmiyor. Sevmesin sevmediği kadar. Ama Atatürk sevmiyor diye ben de Kemal
isminin karşısına mı dikilip durmalıyım. Hayır; istediği kadar adını Kamal diye
değiştirsin (sunucunun yakınları da Kamal diye mi sesleniyordu sorusuna
cevaben), tabii tabii Kamalizm dediler. Katiyen Kemal ismini kullanmadılar.
Atatürk demiş olsaydı ki; bulunmuş olduğu mecliste 'arkadaşlar, iki kere iki
179 eder'. Bir tek kişi ama bir tek kişi 'paşam acaba iki kere iki dört etmez mi' diye bir soru soramazdı
Atatürk'e, katiyyen katiyyen! Etrafında bulunan kişiler 'Evet paşam, iki kere
iki gerçekten 179 eder' diye onu tasvip etmişlerdir, tasvip ederlerdi. O
bakımdan kimse Kamal ismine itiraz etmedi. Ama Kamal ismi de sadece Atatürk'ün
nüfus cüzdanında kaldı!"(1).
Gördüğünüz gibi çelişkilerle ve birbirini nesheden cümlelerle dolu
açıklamalar yapıyor Yavuz Bülent Bakiler. Hem Atatürk'ü hâşâ ilah seviyesinde
bir diktatör olarak gösteriyor, hem de bu diktatörün almış olduğu
"Kamal" isminin, Türkiye'de kendisinden başka hiç kimse tarafından
benimsenmediğini söylüyor. Bu nasıl diktatördür ki; 1980'lerin Bulgaristan
Diktatörü Todor Jivkov kadar bile dirayeti yok! O Todor Jivkov ki; ülkesindeki
bütün etnik azınlıkların Bulgar isimleri almasını zorunlu kılmıştır.
Hem kim bu Cemal Granda? Söyledikleri ne kadar objektif? Adı üstünde
bir uşak! 12 yıl boyunca Atatürk'ün ziyafet sofralarından sofracılık yapmış.
Tabiri caizse Atatürk'ün ziyafet sofralarının artığını sıyırmakla, artan
kemikleri yalamakla meşgul olmuş bir zat. Atatürk'ün vefatından sonra 'mahrem
bilgileri yazmaması' için uzun süre Emniyetin gözetiminde kalmış, arkasından
bir yolunu bulup Zonguldak'ta anılarını derlemiş. Bizim gözümüzde Atatürk'e
yapmış olduğu hakaretler, iftiralar ve yalan isnatlardan oluşan kitaplar yazan
Rıza Nur'dan hiçbir farkı yoktur. Yavuz Bülent Bakiler gibi bir adamın,
Çankaya'da uşaklık yapan Cemal Granda'nın yazdıklarından hareketle ileri geri
değerlendirmeler yapması ne kadar yakışıksız bir durumdur. Üstelik de
Atatürk'ün 76. ölüm yıldönümünde!(2).
Millet Arap Oğlunun Yediği Yaveleri Görsün Diye...
Aynı programda, program sunucusu
Pelin Çift'in bir izleyici sorusunu kasıtla "Mustafa
Şahin demiş ki; 'İnkılapla ilgili olarak aslında dinden soğutma gayesi de
güttüğü üzerine bir konuşma geçti ya, siz böyle bir yorum yaptınız ya; diyor
ki; 'Atatürk'ün Kur'an'ı Türkçe meal ettirmesi bir devrimdir, bunu neden
hatırlamıyor" şeklindeki sorusu üzerine dedikleri ise tam bir fecaat
Yavuz Bülent Bakiler'in. Bakar mısınız lütfen:
"Atatürk, Kur'anı- neden
Türkçeye çevirdi acaba biliyor mu bu arkadaş? (sunucunun 'neden çevirdi hocam,
siz söyleyin' şeklindeki talebi üzerine) Kâzım Karabekir ve Atatürk'ün arasında
geçen bir konuşma var. Lütfen o konuşmada Atatürk'ün o konuda ne söylediğini araştırsın ve
öğrensin bu arkadaşımız. Ben burada söylersem bir takım kimseler hop oturup, hop
kalkacaklardır yerlerinden. Çünkü tenkide tahammülümüz yok bizim. Ama
Atatürk'ün Kazım Karabekir Paşa'ya Kur'an'ı tercüme ettirdiği zaman söylediği
bir cümle var; çok mühim bir cümledir o. Onu öğrensin o arkadaşlarımız.
Siz ısrar ederseniz söyleyebilirim
(sunucunun 'söyleyin' demesi üzerine). Söyleyeyim, diyor ki Atatürk; 'Karabekir, Kur'an-ı Türkçeye çevirttirdim;
millet okusun ve o Arap oğlunun, Peygamber'den bahsediyor, o Arap oğlunun ne yaveler yediğini görsün' diyor.
Atatürk'ün Kur'an-ı Türkçeye çevirmesinin başında bu geliyor! Eğer isterseniz,
ben beraberimde getirdim, Atatürk zamanında okutulan dört ciltlik tarihimiz
vardır, o tarihte İslamiyet'le ilgili, Peygamberle ilgili söylenenleri burada
size okuyabilirim; 'Muhammed kendinin
bulduğu ve doğru olduğuna inandığı bir dine
vatandaşlarını davet etmeye başladı, bunun ismi İslam'dır' diyor.
(Sunucunun 'ne malum bunun doğru olduğu' şeklindeki sorusu üzerine) Ben size
kitap göstereyim, tarih kitabı bu, bunu devrin
en önemli şahısları yazmışlar. 1931 yılında devlet matbaasında
basılmış..."(3).
Kâzım Karabekir ile Atatürk
arasında geçtiğini söylediği konuşmanın kaynağı kim? Muhtemelen yine Kâzım
Karabekir. Peki Kâzım Karabekir kim? Kim olacak; cumhuriyet'in ilanı ile
birlikte Atatürk'le arası açılmış, Atatürk tarafından kenara itilmiş, 1924
yılında kurduğu parti (Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası) bir yıl sonra
kapatılmış, 1926 yılında vuku bulan suikast girişiminden (İzmir Suikastı)
dolayı idamla yargılanmış, ancak beraat etmiştir. 1927 yılında milletvekilliği
görevi sona erdikten sonra 10 yıl süreyle, yani 1937 yılına kadar sürekli takip
ve gözetim altında tutulan 84 kişilik muhalifler grubunun başında yer almış, bu
süre zarfında inzivaya çekilerek bazı kitaplar yazmış ancak yazmış olduğu "İstiklal
Harbimiz" isimli kitap toplatılarak yakılmıştır. Özetle; Kâzım
Karabekir, İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanı seçilmesine kadar aktif siyasetin
dışında tutulmuş bir Atatürk muhalifidir. 26 Ocak 1939 seçimlerinde İstanbul
Milletvekili seçilerek ancak aktif siyasete dönebilmiş birisidir. Bu sebeple,
onun konuya ilişkin sözlerine itibar edilemez.
Yavuz Bülent Bakiler Yalan Yanlış
Bilgilerle Milleti İfsat Etmektedir!
Cumhuriyet döneminde hazırlanan
ilk Kur'an Mealleri ise yanlış bilmiyorsam Ömer Rıza Doğrul tarafından 1934
yılında "Tanrı Buyruğu" adıyla yayınlanan kitap ile Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır tarafından 1935 yılında hazırlanan ve halk arasında "Elmalı
Tefsiri" olarak da bilinen "Hak Dini Kur'an Dili" isimli
meal ve tefsirdir(4). Muhammed Hamdi
Yazır'ın ise eserini Atatürk'ün talebi ile ve devlet bütçesinden ayrılan
tahsisatla, yani devlet adına yazdığı bilinmektedir.
Aslında Atatürk, tefsir hazırlama
görevini Muhammed Hamdi Yazır'a, Kur'an Meali hazırlama işini de Mehmet Akif
Ersoy'a vermiş, Muhammed Hamdi Yazır, verilen görevi yerine getirdiği halde,
Mehmet Akif Ersoy bu görevi yerine getirmemiştir/getirememiştir. Bu görev
üzerindeyken Mısır'a gitmiş, uzun süre de orada kalmıştır. Daha sonra bu görevi
de Muhammed Hamdi Yazır yerine
getirmiştir. Öte yandan; damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından 1934 yılında
yayınlanan "Tanrı Buyruğu" isimli mealin, en azından bazı
bölümlerinin Mehmet Akif Ersoy'a ait olduğu konusunda ciddi iddialar da
bulunmaktadır.
Bu sebeple biz, Yavuz Bülent
Bakiler'in bahsetmiş olduğu Kur'an Meali'nin, Muhammed Hamdi Yazır tarafından
1935 yılında hazırlanan "Hak Dini ve Kur'an Dili"
isimli meal ve tefsir olduğunu kabul
ediyoruz ki(5); bu tarihlerde
Atatürk ile Kâzım Karabekir âdeta düşman derecesinde dargındırlar; İzmir
Suikastı gerekçe gösterilerek "idam" cezası istemiyle
yargılanan ve sonra da beraat eden Kâzım Karabekir, yakın gözetim ve denetim
altındadır. Bu sebeple Yavuz Bülent Bakiler'in dediği gibi; Atatürk'le bir
araya gelip Kur'an Meali üzerinde değerlendirme yapmaları mümkün değildir. Dolayısıyla; en azından bize göre, Yavuz
Bülent Bakiler'in konuya ilişkin sözleri, herhangi bir gerçeklik değeri
olmayan, yalan ve yanlış bilgilerden ibarettir. Kendisine de hiç yakışmamıştır!
Bu itibarla; Allah senin iyiliğini versin Yavuz Bülent Bakiler! Doğrusu
sıfırladın kalbimde sana karşı duymuş olduğum bütün sevgiyi, saygıyı ve
muhabbeti. Değer miydi doğruluk dereceleri tartışmalı kitaplardan hareketle hiç
bunları anlatmaya. Değer miydi AKP hükümetine yaranma adına hiç mümtaz isminize
leke sürmeye. Geçenlerde "Cumhurbaşkanlığı Kültür Büyük Ödülleri
Dağıtım Töreni"nde Tayyip Bey'in bulunduğu sahnede gördük sizi.
Siz de Tayyip Bey'in elinden ödül alanlardan mısınız yoksa? Yeni açılan özel Süleyman
Şah Üniversitesi'nde Türkçe okutmanı olarak çalışmaya başladığınızı duyduk;
kimindir bu üniversite? Yoksa bir yerlere ve birilerine diyet borcunuzu mu
ödüyorsunuz Atatürk'e saldırmakla?
Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu!
Üstelik çalıştığınız üniversitenin bağlı bulunduğu "Sistem Eğitim ve Kültür Vakfı"nın senedinde vakfın amacı
şöyle açıklanmış: "Vakfımız, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nde belirtilen ilkeler doğrultusunda ulusumuza ve bütün insanlığa
faydalı bireyler kazandırmak idealiyle kurulmuştur. Yüce Önder Mustafa Kemal
Atatürk’ün açtığı yolda, ulusumuzu çağdaş ve muasır medeniyetler seviyesine
ulaştırmak temel amacımızdır."(6).
Benzer cümleler çalıştığınız üniversite tanıtılırken de kullanılmış ve şöyle
denilmiştir: "Ülkemizin seçkin
müteşebbis ve akademisyenlerinin bir araya gelmeleri ile oluşan vakfımızın
temel amacı; Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda, ulusumuzu çağdaş
medeniyetler seviyesine ulaştırmaktır."(7).
Çalışmakta olduğunuz
üniversitenin ve üniversitenin bağlı bulunduğu vakfın amaçları ile sizin içinde
bulunduğunuz ruh haline ve Atatürk hakkında takındığınız menfi tavra bakınca
ister istemez şu soruyu soruyoruz kendi kendimize: Bu ne perhiz, bu ne lahana
turşusu!
Sahi nedir kuzum sizin bu Atatürk'le alıp veremediğiniz? Hatırlıyorum;
bu senenin başında da Yalova'da "Türkçe"
üzerine vermiş olduğunuz bir konferansta “M. Kemal hakkında 93 kitap
okudum. İstiklâl Savaşının tartışmasız lideri. Ama okuyorum ve görüyorum,
birçok yanlışlar yaptı. Dil meselesinde yerden göğe kadar yanlış yaptı. Atatürk
dilde inkılâp yapmak istedi. Dilde ve dinde inkılâp olmaz " şeklindeki sözlerin gölgesine sığınarak size
yakışmayacak tarzda bir sürü geyik muhabbeti yapmıştınız. Hiç gereği yok iken
laflarınızın arasına "Atatürk’ü, Vahdeddin Anadolu’ya
gönderdi. Bandırma vapuru, pusulasız, su alan değil, devrin en güzel, en modern
vapurlarından birisi. Yalnız başına Samsun’a çıkmadı, yanında 18 kurmay subay
vardır..." gibi sözler sıkıştırmak suretiyle gereksiz yere bir
sürü zevzeklik etmiştiniz(8).
Seninle Ülküdaş Değiliz Artık!
İnternete bakıyorum; Yavuz Bülent
Bakiler'in hem de iki eliyle yapmış olduğu "Bozkurt" işaretli fotoğrafları
var. Bu nasıl Bozkurtluktur ki; Bozkurt remzini hem de kurmuş olduğu partinin
flamasında olmak üzere ilk defa kullanan adam olan Atatürk'e düşmanlık
hisleriyle doludur! Bence hiç bir Ülkücü Atatürk'e düşman olamaz. Şu halde
Yavuz Bülent Bakiler artık Ülkücü filan değildir. O, benim gözümde bir
Türkücüden ibarettir artık! Hem de Arap'ın "Ya lellisi"ni çalıp
söyleyen bir Türkücü. Neymiş efendim; Mustafa Kemal Atatürk, Arapça sevmediği
için Hz. Peygamber'in de adı olan "Mustafa" ismini "M"
olarak kısaltarak kullanmış, "Kemal" ismini de "Kamal"
yapmış! Nereden öğrenmiş Yavuz Bülent Bakiler bunu? Atatürk'ün uşağı olan Cemal
Granda'dan!
Neymiş efendim, Atatürk, Kazım
Karabekir'e, Hz. Peygamber için "Arabın oğlu" demiş.
Nereden öğrenmiş bunu? Atatürk'ün siyasi muhalifi de olan ve kurmuş olduğu
partinin tüzüğünde dine atıflar bulunan, yani dini siyasete alet edeceği zahir
olan Kâzım Karabekir'den! Efendim neymiş; "Muhammed kendi bulduğu ve doğruluğuna
inandığı bir dine vatandaşlarını davet etmişmiş". Nereden öğrenmiş
Yavuz Bülent Bakiler bu bilgiyi? Devrin önemli simaları tarafından yazılan ve
1931 yılında yayınlanan 4 ciltlik bir tarih kitabından!
Bir an için bu iddiaların doğru
olduğunu varsayalım. Peki Hz. Peygamber'e "Arap'ın
oğlu" ya da "İbn-i Arap"
demenin ne sakıncası vardır? Biz kabul etmiyoruz ama sizler, Hz. Peygamber'in
Arap soylu olduğunu kabul eden insanlar değil misiniz? "Türk evladı",
"Türk oğlu" demekten gocunmuyorsunuz da "Arap oğlu"
demekten neden alınıyorsunuz? Büyük Mutasavvıf "Muhyiddinî Arabî"
için "İbn-i
Arabî-Arabın Oğlu" derken bir şey olmuyor da Hz. Peygamber için "İbn-i
Arabî-Arabın Oğlu" deyince neden ayağa kalkıyorsunuz? "Arap" ve "Arabın Oğlu" olmak sizin gözünüzde kötü bir şey midir?
Peki; "Muhammed kendi bulduğu
dinin doğruluğuna inandı ve vatandaşlarını bu dine davet etti"
sözündeki sakınca nedir? Evet, Hz. Peygamber'e ilk vahiy Nur Dağı'ndaki Hira
Mağarası'nda gelmiştir. O da şehre dönüp bu bilgiyi önce yakın akrabalarıyla,
arkasından da bütün Mekke ahalisiyle paylaşmıştır. Cümledeki "buldu"
fiiline takılıp kalırsanız işin içinden çıkamazsınız. Ben, şahsen bu cümleyi
"Muhammed İslam Dini'yle müşerref oldu, bu dinin doğruluğuna önce
kendisi inandı ve inandığı bu dine vatandaşlarını davet etti"
şeklinde algılıyorum. Peki siz, neden ille de bu cümleden Atatürk aleyhine
olmak üzere delil üretmeye çalışıyorsunuz efendim. İnsan, önce kendi davasının
doğruluğuna kendisi inanacak ki; başkalarını da inandırabilsin. Hz. Peygamber
de zaten böyle yapmıştır.
Üstelik bu cümlenin Atatürk'e mi,
yoksa kitabın yazarlarına mı ait olduğunu bile söylemediniz açıklama yaparken.
Bütün derdiniz "Muhammed" kelimesinin başına "Hz." sıfatı, sonuna da "S.A.V" kısaltması konulmaması ise bunu kendinize dert
etmeyin lütfen; ne dünkü Araplar bu kelimenin başına ve sonuna bu türlü
eklemeler yapmışlardır, ne de bu günkü Araplar "Muhammed" kelimesini
bu türlü eklemeler yaparak zikrediyorlar. Bu tür eklemeler, sadece biz Türklere
hastır. Araplardan bir kısmı "Muhammed" kelimesini belki başına veya
sonuna "Resulullah-Allah'ın Resulü" sıfatını getirerek
kullanıyorlardır; hepsi bu...
Bu konuda aksini savunanlara ve
bu savunmalarında ısrar edenlere söyleyeceğimiz son söz şudur: Hadi canım sen
de. Varsın Atatürk'ün Uşağı ve kemik yalayıcısı Cemal Granda sizin olsun, bize
Mustafa Kemal Atatürk yeter. Ruhu şad olsun...
Ömer Sağlam
___________
1-http://www.youtube.com/watch?v=UIsAHG0BW9c,
2-10
Kasım 2014 akşamı Habertürk TV'de yayınlanan "Türkiye'nin Nabzı"
programında program sunucusu Didem Aslan Yılmaz'ın konuyu gündeme getirmesi
üzerine Prof. Dr. İlber Ortaylı, bu iddiayı dile getirenleri alaya alırcasına
ve kendine has kahkahasıyla uzun uzun güldükten sonra şu anlamda laflar etti:
"Atatürk, (Arapçaya düşman olduğu için ve Kemal ismini
sevmediği için değil) 'Büyük Sesli Uyumu Kuralı'na uygun olsun diye 'Kemal'
ismini 'Kamal' şeklinde değiştirmiş, bazı CHP broşürlerinde de bu Kamal ismi
geçmiştir. Ancak bu tutmamıştır. Tutmadığı için de sonradan vazgeçilmiştir.
Cemal Granda'nın yazdıklarına itibar edilemez."
3-http://www.youtube.com/watch?v=lrThetdKuZw
(Yave=Saçma, ö.s.)
4-
http://tr.wikipedia.org/wiki/Kur'an_mealleri,
5-
M.Hamdi Yazır, tefsir hazırlama görevini 1926 yılında üstlenmiş ve bu iş 1938
yılına kadar devam etmiştir. 4 nolu dipnotun işaret ettiği bilgilere bakılırsa
bu kitabın bazı ciltlerinin ilk defa 1935 yılında yayınlandığı anlaşılıyor.
6-
http://sistemvakfi.org/site/
7-http://www.ssu.edu.tr/?universitemiz_genel
8-
http://www.yeniasya.com.tr/gundem/yavuz-bulent-bakiler-m-kemal-yerden-goge-yanlis-yapti_168264,