İmam Araba Sevdasında, Cemaat İblis'ten Şefaat Peşinde [Ömer Sağlam]
Gruplarımızda yayınlanan makaleler sansürlenmez. 2012′den beri de redakte dahi edilmeden özgün şekliyle yayınlanır.
"Araba
Sevdası, Recaizade Mahmut Ekrem'in 1898 yılında yayımlanan
romanıdır... Bihruz Bey tam da dönemin burjuva gençliğinin olması gerektiği
gibi Fransız kültürüne hayran züppe bir gençtir... Ayrıca Bihruz Bey, mirasyedi
bir gençtir ve hayatı lüks alafranga kıyafetler ısmarlamak, kır kahvelerinde ve
mesire yerlerinde lüks arabasıyla gezmekten ibarettir. Yine Bihruz Bey'in diğer
bir karakteristik özelliği ise istediği her şeye sahip olması ve bunun verdiği
şımarıklığın pençesinde olmasıdır ki; hikayenin ana kısmı biraz da bu konu
üzerinden gelişir... Bir devlet memurunun oğlu olan Bihruz Bey, yarım yamalak
bir öğrenim görmüş, 23-24 yaşlarında bir gençtir. Babası ölünce, annesiyle
kendisine 28.000 liralık bir servet kalır. Yazları Çamlıca'da, kışları Süleymaniye'de oturur. Bütün
merakı pek zarif arabasıyla gezinti yerlerinde dolaşıp kendini göstermek,
herkesten daha şık giyinmek, Türkçe cümleler arasında Fransızca sözcükler
kullanmaktır. Bir gün yine arabasıyla Çamlıca'da dolaşırken, yepyeni bir
landonda çok güzel bir sarışın kıza rastlar, hemen aşık olur..."(1).
İmam'ın Araba Sevdası
Diyanet İşleri Mehmet Görmez'e makam otosu olarak 1
milyon TL'lik Mercedes marka ve S500
model cedîd bir araba alındığını duyunca, ne yalan söyleyeyim, internette
yukarıdaki şekilde tanıtılan Recaizade Mahmut Ekrem'in "Araba Sevdası"
isimli romanı ve romanın kahramanı Bihruz Bey aklıma geldi. Bir an için Diyanet İşleri Başkanı Mehmet
Görmez'i, romanın kahramanı Bihruz Bey'e, merkezi bütçeden Diyanet'e ayrılan
tahsisatı, Hac ve Umre Gelirlerini, Türkiye Diyanet Vakfı ile eski adı Tokyo
Vakfı olan Hayır Hizmetleri Vakfı'nı da Bihruz Bey'e babasından kalan 28.000
TL'lik servete benzettim.
Mehmet Görmez için alınan yeni makam otosu, kamuoyunda
ziyadesiyle tartışıldı. Hatta bu tartışmalar bütçe görüşmelerinin yapıldığı
TBMM genel kuruluna kadar uzandı. Aracın fiyatı 1 milyon TL olarak söylendi.
DİB yapmış olduğu basın açıklamasında aracın DMO vasıtasıyla temin edildiğini
ve fiyatın medyada belirtilen rakamların çok çok altında olduğunu söyledi(2). TDV yönetimi ise biraz daha ileri
giderek, bu konuda yazan, çizen ve konuşanlar hakkında hukuk mücadelesi
başlatacaklarını ilan etti(3). En
sonunda da aracın fiyatının 322.000 TL. olduğu açıklandı medyada. Zira DMO, KDV
ve ÖTV'den muaf olduğu ve müşterisi olan kamu kurumlarından KDV ve ÖTV talep
etmediği için bu kabil satın almaların fiyatı düşük oluyormuş! Biz
söylenenlerin yalancısıyız sadece...
Ancak bu durumda şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya:
Mercedes S500'ün piyasa fiyatı, 1-1.1 milyon TL. Diyanet ise DMO vasıtasıyla
aynı aracı 322.000 TL'ye satın almış. Yani arada korkunç bir fark var. Özetle
söz konusu aracı DİB gibi bir kamu kurumu değil de özel hukuka tabi gerçek ve
tüzel kişiler satın alsaydı ödeyecekleri rakam 322.000 TL değil, 1-1.1 milyon
TL. olacaktı. Yani devlet vatandaşına 7-8 yüz bin TL'lik bir kazık daha
atacaktı. Bu da ihtişam ve itibar
diyerek israfa belenmiş kamunun, harcamalarına kaynak yaratmak için vatandaşını ne kadar söğüşlediğinin açık bir
resmi olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır.
Mehmet Görmez için alınan aracın fiyatının 1 milyon TL
olmayıp, sadece 322.000 TL olması, Diyanet'in elindeki kaynakları israf
etmediği, şatafata ve gösterişe önem vermediği anlamına gelmiyor tabii. En
başta Diyanet İşleri Başkanlarının, Mehmet Nuri Yılmaz'dan sonra giymeye
başladıkları sırmalı kaftanlar, Diyanet'teki israfın ve gösterişin
belirtisidir. 2. John Paul, 16. Benedictus ve Francesko olmak üzere yakın
geçmişte Türkiye'ye 3 tane papa gelip gitti. İtiraf edelim ki; bizim Diyanet
İşleri Başkanları'nın kıyafetleri, bu üç papanın kıyafetinden de gösterişlidir.
Hele hele Papa Francesko. Türkiye'ye geldiğinde, bizim Diyanet İşleri Başkanı
için alınan makam otosunun bir yıllık motorlu taşıtlar vergisine satın alınabilecek
türden Renault Clio veya Symbol marka ve model bir araçla dolaştı. Bizimkilerin
daha gösterişli bir araçla gezip tozması teklifini ısrarla geri çevirdi herif!
Öyle ki; kendisini koruyan korumaların bindiği araçlar bile çok daha gösterişli
ve pahalı idi.
Düşünsenize bir kere; dünyada sayıları yaklaşık 1.5
milyar olan Katolik dünyasının dini lideri olan Papa, sıfır fiyatı en
babasından 50.000 TL olan bir araçla seyahat ederken, bizim 75 milyonluk
Müslüman'ın tartışmalı dini lideri olan Mehmet Görmez, Papa'nın bindiği araçtan
en az 10 kat daha pahalı bir araçla gezip tozuyor! Üstelik, Papa'nın Katolikler
de dahil dünyadaki 2.2 milyar Hıristiyan nüfus üzerindeki manevi ağırlığını da
hesap edersek, iki din adamı arasındaki tevazu farkının, Papa lehine Ağrı Dağı
kadar olduğunu görürüz. İtibar farkı mı? Papa lehine olmak üzere; Everest
Tepesi'nden bile yüksektir!
Geçenlerde; televizyonların birisinde BBP Genel Başkan
Yardımcısı olduğu söylenen bir zat konuşuyordu. Konu, Ak Saray'a ve Tayyip
Bey'in "Devlet itibarından tasarruf yapılamaz" şeklindeki
lafına gelince adam şöyle bir benzetmede bulundu: "Dünyanın en zengin lideri Brunei Sultanı'dır. Adamın def'i hacet
yaptığı tuvalet taşı bile altındandır. Peki, bu adamın adını, sanını duyan var
mı dünyada? Brunei Sultanlığı'nın dünya siyasetinde herhangi bir ağırlığı var
mı?".
BBP Genel Başkan Yardımcısı doğru söylüyordu; Müslüman
Brunei Sultanlığı'nın lideri Hasan El-Bolkiah, dünyanın en zengin liderlerinden
birisidir ama onun adını sanını bizim gibi bazı meraklılar dışında hiç kimse
bilmez. Çünkü yönetmiş olduğu küçücük ülkenin hiçbir ağırlığı yoktur dünya
siyasetinde. Gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, gerekse onun en gözde
prenslerinden birisi olan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, herhalde
bunları bilmiyor olamazlar. Hz.
Mevlana'nın "Ne adamlar gördüm üzerlerinde elbise yoktu, ne elbiseler gördüm
içlerinde adam yoktu" lafı, galiba herkes için geçerli olan bir
laftır diye düşünüyorum. Elbette "Yiyiniz, içiniz, ancak israf etmeyiniz.
Çünkü Allah müsrifleri sevmez"(4) ayetinin de makam ve mevki farkı
olmaksızın bütün Müslümanlar için bağlayıcı olduğunu.
Bir okuyucum, Diyanet İşleri Başkanı'nın oturması için
tahsis edilen lojmana 400.000 TL'lik bakım ve onarım harcaması yapıldığına
ilişkin haberin bulunduğu linki
göndermiş. Böyle bir harcama
yapıldı mı bilmem; ancak CHP'nin Müftü eskisi vekilinin, bu konuyu TBMM
gündemine taşıdığını biliyorum(5).
Ayrıca ben, bu adamlarla 21 sene teşriki mesai yapmış birisi olarak, bu tür
harcamalarda bulunabileceklerini de biliyorum.
Yanılmıyorsam bundan 4 hafta önceydi; Türkiye
çapındaki bütün camilerde Türkiye Diyanet Vakfı adına yine yardım toplandı. Bu,
bu sene içinde TDV adına kaçıncı yardım toplanmasıdır sayamadım ama, doğrusu
eski bir vakıf çalışanı olarak bu durum beni ziyadesiyle utandırmaktadır.
Toplanan paraları hovardaca harcayanlar, utanmıyorlar ama ben hala TDV adına
cami kapılarından yardım toplanıyor olmasından kesinlikle utanıyorum muhterem
okuyucularım. Onca gayrimenkul gelirine, onca işletme ve şirket gelirine,
denetimsiz olarak tahsil edilip harcanan ve dolayısıyla miktarını sadece
Allah'ın bildiği Hac ve Umre Gelirlerine rağmen, hala cami kapılarından yardım
toplanıyor olması, beni utancımdan yerin dibine sokuyor nedense!
İblis'in Paçasına Tutunan Cemaat
Paralel Yapı'ya yönelik gerçekleştirilen operasyon, bu
cemaatin ne kadar ikiyüzlü ve tehlikeli olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmış
bulunuyor. Pes doğrusu; yalakalığın da böylesi demekten kendimi
alamıyorum! Adamlar dün hedefe koyup,
üzerlerinde atış talimi yaptıkları kişi ve kurumlardan bile medet umuyorlar şu
anda. Çığırtkanlıkları ve yaygaraları dağı taşı tutmuş durumda. Meğer ne kadar
korkakmış bunlar!
İddialara göre; sahte hahamları Tuncay Güney ve eski
bir bahriyeli olan İskender Pala'dan temin ettikleri evrakı, bavullara doldurup
gazeteci kılığında evden eve nakliyatçılık işiyle uğraşan Mehmet Baransu isimli
nakliyeci vasıtasıyla Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün kapısına dayandıkları
günleri çabuk unutmuşa benziyorlar. Başta siyasi şov olmak üzere; muhtelif
beklentilerle geçmiş olsun diyerek kapılarına gelenlerin sözlerini allayıp
pullayıp aktarıyorlar kamuoyuna. Cemaatin elindeki televizyon ve gazeteler ha
bire bu tür haberleri veriyor günlerdir. Oysa evet; size yapılanları biz de onaylamıyoruz.
Ancak bizim onaylamadığımız başka şeyler de var; mesela sizin sebep olduğunuz ve sonuna kadar
desteklediğiniz kumpasları da onaylamıyoruz biz. Hani şu "Ergenekon"
ve "Balyoz" adı altında insanlara reva gördüğünüz zulmü demek istiyorum.
Bakın bavulcularınız tarafından savcıya teslim edilen
ve dava süreci boyunca kıyasıya savunduğunuz delillerin sahte olduğu bir bir
ortaya çıkıyor. Balyoz'a temel olan 5 nolu Harddisk'ten sonra bilirkişilerin 11
ve 17 nolu CD'lerin de sahte olduğunu rapor ettiklerini yazıyor gazeteler(6). Bir zamanlar Gülen'in Türkiye'deki
sesi ve ağabey dediğiniz Hüseyin Gülerce ise "Ben de hata yaptım maalesef. Ergenekon ve Balyoz davalarında öyle
bir havaya girildi. Şimdi bakın kendileri de o arkadaşlardan, Ahmet Şık'tan
özür diliyorlar. Bir havaya girip de meseleyi başka tarafa çekip de hakikatin
ortaya çıkmasını kimse engellememeli. Bırakın yargı işini yapsın.."(7) diyor.
S Haber ve Bugün TV İzlemek
Bu konuda çoğu icraatını tasvip etmediğim ve 12 yıllık
yol arkadaşı olan cemaati bir gecede satışa çıkaran hükümete de bir çift lafım
olacak; Gülen Cemaati'ne Kaf Dağı kadar uzak olan benim gibi bir adamı bile özellikle
15-27 Aralık 2013 operasyonlarından sora "S Haber" ve "Bugün
TV" tiryakisi yaptınız ya, daha ne diyeyim ben size!
Dediğim gibi; başta siyasiler olmak üzere bu günlerde
çeşitli beklentileri olanlar "Geçmiş olsun" bahanesiyle Zaman
Gazetesi'ne ve Samanyolu TV'ye akın ediyorlar. Hakan Şükür, İdris Naim Şahin ve
İdris Bal neyse de şu Oktay Ekşi'nin Zaman Gazetesi'ne gidip, Genel Yayın
Yönetmeni Ekrem Dumanlı ile sarmaş-dolaş olması, doğrusu görülmeye değerdi.
Normalde sittîn sene bir araya gelmeleri mümkün olmayan bu iki zat, "Düşmanımın düşmanı dostumdur" anlayışı
içinde bir anda sarmaş dolaş oluverdiler. Hatta Ekrem Dumanlı, Oktay Ekşi'nin
ziyareti sırasında, geçmişte aralarında geçen bir tartışmadan dolayı uzun
süredir kendisiyle küs olduklarını söyleyerek Oktay Ekşi'nin ziyaretini bir kat
daha anlamlandırdı ve kendisine "Oktay Ağabey" diye hitap
ederek, iltifatlarda bulundu.
Oktay Ekşi de "Burada,
Wolter’in hepinizin bildiği bir sözü için varım. ‘Sizin kanaatlerinize
katılmıyor olabilirim ama kanaatlerinizi ifade etme hakkınızı sonuna kadar
savunmak benim de görevimdir.’ İşte o nedenle burada sevgili Ekrem
Dumanlı’nın ifade ettiği pek çok kanaate katıldığımı ifade ettikten sonra
söyleyeyim. Elbette katılmadığım kanaatleri de var. Ama onları müdafaa etme
bana da düşen, size de düşen bir borç olduğu için buraya geldim. Dayanışma
borcumun gereğini yerine getirmek istedim. İfade hakkı, özgürlüğün korunması
bağlamında Ekrem Dumanlı’ya ve bütün Ekrem Dumanlı’lara sonuna kadar destek
olmanın bana düşen bir görev olduğunu bilerek burada yanınızdayım.”şeklinde laflar etti ziyareti
sırasında(8).
Evet,
biz de aynı şekilde düşünüyoruz; fikirlere katılmasak da, herkesin fikrini
özgürce savunma hakkı olduğuna inanıyoruz. Ancak bizim inandığımız bir şey daha
var; o da ilkeli, dürüst ve tutarlı olmak. Şahsen ben inanıyorum ki; bu gün
zorda kaldıkları için Oktay Ekşi'den bile şefaat bekleme noktasına gelip, onun
paçalarına tutunmaya çalışan Zaman ve Samanyolu mensupları, kısaca Gülen
Cemaati, sanırım Oktay Ekşi'nin 1999 yılında söylediği aşağıdaki sözlerin hiç
birisine katılmazlar. Eğer katılsalardı, onun kurmuş olduğu Cumhuriyeti hiç
hedef alırlar mıydı? Hiç, kendisini Deccal, sevenlerini İblis, inkılâplarını "köpekleştirmek"
olarak telakki ederler miydi? İşte Oktay
Ekşi'nin o sözleri:
"Bu sütunda eşim, bugüne kadar sanıyorum hiç yer almadı. Ama
bu defa başka: İkimiz birlikte Türkiye'den belki 10, belki 15 bin
kilometre ötede, Avustralya'nın başkenti Canberra'da, ruhumuzu Atatürk'le
yıkadık. Çok basit bir şey yaptık:
Avustralyalılar kendi savaş kahramanlarının anısını sonsuza kadar yaşatmak için
muhteşem bir anıt-müze yapmışlar.
Görülmeye, örnek almaya değer bir müze... Anıt-müzenin dışındaki geniş yeşil alanda 11
ayrı anıt var. Bunlardan biri, hatta müzeden çıkıp da yeşilliğe doğru inerken
solda bulunan ilki, (Avustralya'da İngiliz kuralları geçerli olduğu için sol
saygı açısından önceliklidir) Kemal
Atatürk Anıtı.
1985 yılında o zamanki Dışişleri Bakanımız Vahit Halefoğlu tarafından açılan anıt çok sade, aslında 'ay’ şeklinde
yapılmış bir duvardan ibaret... Ama anlamlı ve güzel... Duvarın iç yüzünde tam
ortada Atatürk rölyefi var. Güzel bir Atatürk çehresini, bronzdan
yapmışlar ve duvara koymuşlar. Eşimle ikimiz birlikte işte o rölyefi bir kere,
beş kere okşadık. Okşayışımız sebepsiz değildi:
Atatürk rölyefinin hemen sağ-alt tarafında bir yazı dikkati çekiyor: ‘İnsanlık ve savaş’ konusunda bugüne
kadar söylenmiş büyük nutuklar vardır. Perikles'in, Antonius'un
ve Abraham Lincoln'ün nutukları gibi... Ama Atatürk'ün 1935'te
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya aracılığıyla ANZAK Günü törenine
gönderdiği mesajın yanında hepsi çok sönük kalır. Duvarda işte o mesaj
yazılıydı:
‘Bu ülkenin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada
dost bir vatan toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz! Sizler,
kahraman Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız... Uzak diyarlardan
evlatlarını savaşa gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız
bizim bağrımızdadır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık
bizim evlatlarımız olmuşlardır.’
Düşmanının da saygısını ve kalbini kazanmış bir dâhinin rölyefini
okşamak ona olan borcumuzu ödemeye yetmez ama ruhumuzu bir kere daha yıkamaya
yetti."(9).
Ömer Sağlam
__________
1-http://tr.wikipedia.org/wiki/Araba_Sevdas%C4%B1,
2-
http://diyanet.gov.tr/tr/icerik/basin-aciklamasi/25424
3-
http://www.diyanetvakfi.org.tr/434/guncel/turkiye-diyanet-vakfi-mutevelli-heyeti-basin-aciklamasi,
4-
Kur'an-ı Kerim, A'râf Suresi, 7/31.
5-
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/haber_portal.aciklama?p1=122151,
6-16.12.2014
tarihli Vatan Gazetesi "O delil de sahte çıktı"
başlıklı haber, s, 1,15,
7- 16.12.2014 tarihli Hürriyet Gazetesi, "Ben de
hata yaptım maalesef" başlıklı haber, s,16,
8-http://www.zaman.com.tr/gundem_oktay-eksi-ifade-ozgurlugune-sahip-cikmak-borcumuz_2264388.html,
9-
Oktay Ekşi: Canberra'da Atatürk başlıklı yazısı, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-87759
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.