Atatürk'ün din düşmanı olarak
gösterilmesinin en büyük sebebi olan inkılapları incelemeye yazımızın bu
bölümünde de devam ediyoruz.
11- Kadınlara 3 Nisan
1930'da belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı, 26 Ekim 1933 tarihinde
muhtar ve İhtiyar Heyetlerine seçilme hakkı ve nihayet 5 Aralık 1934 tarihinde kadınlara
milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınması, o tarihe kadar kadını ikinci
sınıf insan olarak gören, hatta çoğu kere insan olarak bile görmeyen gerici
çevrelerde hoşnutsuzluklar yaratmıştır.
Erkeği, kul ve köle, kadını ise
cariye olarak gören zihniyetten, her ikisini de eşit vatandaşlar seviyesine
çıkaran Atatürk, gerici ve tutucu çevrelerde gerçekten de büyük bir
hoşnutsuzluk ve hatta düşmanlık hissi uyandırmıştır.
Atatürk'ün kadını erkekle eşit
statüye sahip vatandaş seviyesine çıkarmış olduğu tarihten 85-86 yıl sonra
olmak üzere, günümüzde bile cariyelik sisteminin özlemi içinde olan din
adamlarını görmek ne büyük şanssızlıktır bizim için! Hele hele evlatlığın evlat
edinene helal olmasından öte, iddiaya göre; kendi öz kızına şehvet duyan babaya
kızının annesi olan eşinin artık helal olmayacağını söyleyerek sanki öz kızının
helal olacağını ima eder tarzda fetva veren sapık zihniyetli adamların egemen
olduğu bir ülkede yaşıyoruz bugünlerde(1).
Yine iddiaya göre; aç kalan kocanın karısını yiyebileceği şeklinde fetva veren
din adamları bile var İslam dünyasında(2).
Bu adamların en iyi yaptıkları şey ise, başları sıkışınca söylediklerini
yalanlamak, yarattıkları hadiseyi, kumpas, sabotaj ve iftira diyerek kapatmaya
çalışmaktan ibarettir(3).
İslam Dünyası'nın kalbi sayılan
Mekke ve Medine'nin de içinde bulunduğu kutsal toprakları yöneten Suudi
Arabistan'ın, ancak 2015 yılı yerel seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme
hakkı tanıdığını düşünürsek, Atatürk'ün bundan 85-86 yıl önce Türk kadınına
seçme ve seçilme hakkı vererek ona şahsiyet kazandırması, kadın hakları adına
gerçekten de çok ileri bir inkılaptır. İşte Atatürk'ün batılı ülke kadınlarında
bile olmayan bu hakkı, Türk kadınına tanımış olması, düşmanlıkları da
beraberinde getirmiştir.
12-Ezanın Türkçeleştirilmesi: Bu yenilik, Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelgesi
ile resmen ve tüm yurtta uygulanmaya başlamış, Cumhuriyet Halk
Partisi iktidarı döneminde 18
yıl boyunca uygulamada kalmıştır. Ezanın Türkçe okunması, gericiler arasında
düşmanlık, samimi dindar toplum kesimlerinde ise gözle görülür derecede bir
hoşnutsuzluk yaratmıştır.
Oysa
biz biliyoruz ki; "Ezan" sadece bir çağrı ve namaza davetten
ibarettir. "Duyurmak, bildirmek" anlamına gelir. Ayet ve sahih hadis
anlamında dini bir metin değildir. Rivayete göre; ashaptan bazılarının aynı
şekilde görmüş olduğu rüyalardan hareketle oluşturulmuş sözlerden ibarettir(4). Hatta içinde Hz. Peygamber'in
müezzini Bilal-i Habeşi'nin eklediği cümleler de bulunmaktadır. Rivayete göre;
Sabah ezanında söylenen ve "namaz uykudan hayırlıdır"
anlamına gelen "Essalat'ü hayrun min-en nevm" cümlesini ise Hz.
Peygamber'in müezzini Bilâl-i Habeşî eklemiştir ezan metnine.
Dolayısıyla;
ezanı Arapça okumanın sevap anlamında herhangi bir artısı yoktur. Ezanın Arapça
okunmasının pratikteki tek faydası, sayıları 1.5 milyarı aştığı söylenen
Müslümanların ortak sembolü veya şifresi olmasıdır. Üstelik Ezan ve İkamet,
İran gibi Şiiliğin egemen olduğu bazı ülkelerde Sünni ülkelerden az çok farklı
şekilde okunmaktadır. Daha doğrusu, Şiiliğin hakim olduğu ülkelerde Ezan'a "Ali’nin Allah’ın dostu olduğuna şehâdet ederim" anlamında "Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah” şeklinde veya "Meşru devlet başkanının Ali olduğuna şehâdet
ederim" anlamında "Eşhedü enne Aliyyen
emîrü’l-mü’minîne hakkan” şeklinde bir ekleme yapılmakta, Farz namazlarından önce okunan
İkamet'e ise Sünnilerin "Namaz
başlamıştır" anlamında söyledikleri "Kad kameti's salah" cümlesi yerine Şiiler "Amelin
hayırlısına geliniz" anlamında “Hayye alâ hayri’l-amel” cümlesini
söylerler (5).
Ezanın
Türkçeleştirilmesi süreci şöyle işlemiştir:
1931 yılının aralık ayında, Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı ve İsmet İnönü'nün başbakanlığı döneminde dokuz hafız, Dolmabahçe Sarayı’nda ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı. Kur'an’ın Türkçe tercümesi ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’da Yerebatan Camii’nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu. Bundan 8 gün sonra, 30 Ocak 1932 tarihinde ise ilk Türkçe ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii’nde okundu. 3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesi’nde de, Ayasofya Camii’nde Türkçe Kuran, tekbir ve kamet okundu. 18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Riyaseti, ezanın Türkçe okunmasına karar verdi. Takip eden günlerde, yurdun her yerindeki Evkaf Müdürlüklerine Türkçe ezan metni gönderildi. 4 Şubat 1933 tarihinde, müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların kati ve şedid (kesin ve şiddetli) bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim gönderildi. Türkçe ezan uygulamasının ardından, Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi'nin 6 Mart 1933'te yayımladığı bir tebliğ ile İslam peygamberi Muhammed'e hürmet ve saygı ifade eden sözlerin yer aldığı salanın da Türkçe okunmasına karar verilmiştir. 1941 Türk Ceza Kanunu Arapça ezan okuyanlar ve kamet getirenler, üç aya kadar hapsedilecek ve 10 liradan 200 liraya kadar para cezası ödeyeceklerdi(6).
Gelin görün ki; günümüz Müslümanları, Sahabe de olsalar, insanların bir araya getirdiği sözlerden oluşan Ezan metninin Arapça okunması konusunda gösterdikleri dini hassasiyeti, o ezanların okunması için yapılan minarelere göstermezler, minarelerin adeta GSM operatörlerinin baz istasyonu tarlalarına dönüşmesine gıklarını bile çıkarmazlar. Bunun adı da olsa olsa en basit tabiriyle ikiyüzlülüktür...
13-Soyadı kanunu (21 Haziran 1934). Yasanın amacı, o güne kadar kişilerin öz adlarının yanında
bir soyadı yerine dini, sosyal ve ailevi
unvanlar taşımalarının yol açtığı ayrımı ortadan kaldırmak ve nüfus işlemleri,
askere alma, okul kaydı, tapu işlemleri gibi alanlarda yaşanan karışıklıkları
gidermekti. Bu yasayı takiben 26 Kasım 1934 tarihinde çıkarılan 2590 sayılı
kanunla "ağa", "hacı", "hafız",
"hoca", "efendi", "bey",
"beyefendi", "hanım", "hanımefendi",
"paşa", "hazret" gibi unvan ve lakapların
kullanılması yasaklanmıştır.
Dolayısıyla; tıpkı
kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesiyle ilgili kanunda olduğu gibi,
soyadı kanunu da hem kadınların erkeklerle eşitlenmesi, hem de bazı kişilerin
toplumda kendilerine ayrıcalık ve üstünlük tanıyan san, unvan ve lakapları
yitirmeleri anlamına geliyordu ve bu durum, özellikle bazı çevrelerde din
düşmanlığı olarak lanse edilmiştir.
14-Milli Bayram ve Tatil Günlerinin düzenlenmesi (27 Mayıs 1935): Bu değişiklikle haftalık tatil
günü Cuma'dan Cumartesi ve Pazar gününe alınmıştır. Bize göre; son birkaç
yıldır özellikle telefonlarımıza gelen, sosyal medyada mesaj konusu yapılan ve
selamlaşma sırasında kullanılan "Hayırlı Cumalar"
temennisi biraz da cumanın tatil ve bir anlamda cumanın bayram olmaktan
çıkarılmasına tepkidir aslında. Zira Hz. Peygamber'e "Cuma Müslümanların
bayramıdır" şeklinde bir hadis izafe edilmektedir. Dolayısıyla;
bazı dini çevreler, "Madem cuma
Müslümanların bayramıdır, şu halde bayram günleri tatil olmalıdır. Atatürk,
Cuma'yı tatil olmaktan çıkartarak din düşmanlığı yapmıştır" şeklinde
propaganda yapıyor olmalılar.
Hükümetin, devlet memurlarının
Cuma namazlarını rahatça kılabilmeleri için düzenleme yapılacağına ilişkin
genelge hazırlanacağını açıklaması, bu çevreleri ziyadesiyle sevindirmiş
olmalıdır. Oysa bugün, Cuma Namazı kılmak isteyen memurlara engel çıkarılması
diye bir şey sanırım söz konusu değildir. Umarım bu düzenleme, 1935 yılında
yapılan düzenlemeye bir tepki değildir ve daha ileriye, yani Cuma Gününün tatil
edilmesine kadar vardırılmaz.
15- Başta "laiklik" olmak üzere;
CHP'nin altı oku içinde yer ilkelerin Anayasa'ya
(2.Madde) eklenmesi (5 Şubat 1937): (1928'de yapılan değişiklikte yer alan "Türkiye devletinin resmi dili Türkçedir, makam
(başkenti) Ankara'dır." ibaresinin başına "Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik
ve inkılapçıdır.'' cümlesi eklenmiştir).
Diğer bazı inkılaplar gibi,
"laiklik" ilkesinin anayasa maddesi haline getirilmiş olması da,
özellikle gerici ve hatta laikliği dinsizlik olarak gören dindar kesimlerinde
geriye dönüş anlamında bir umutsuzluk ve dolayısıyla bu ilkeyi Anayasaya
sokanlar hakkında gözle görülür derecede düşmanlık hissi uyandırmıştır...
Sürecektir
Ömer Sağlam
1-
http://www.birgun.net/haber-detay/diyanet-ten-fetva-babanin-oz-kizina-sehvet-duymasi-haram-degil-100117.html & http://www.ilk-kursun.com/haber/248038/diyanetten-sapik-fetva-babanin-oz-kizina-sehvet-duymasi-haram-degil/
2- http://www.milliyet.com.tr/-siddetli-aclik-halinde-karinizi/dunya/detay/2041399/default.htm,
3- http://www.milliyet.com.tr/-siddetli-aclik-halinde-karinizi/dunya/detay/2041399/default.htm
& http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/diyanet-de-kumpas-dedi-1035294/
& http://www.gazetevatan.com/diyanet-harekete-gecti-904175-gundem/,
4- İlmihal,
c,1, s, 266, TDV-İSAM (İslam
Araştırmaları merkezi) Yayını, İstanbul, Tarihsiz.
5- DİA c,12, s, 37,
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=120037
6-https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk%C3%A7e_ezan