Atatürk'ü "din düşmanı" ya da "İslam karşıtı" olarak göstermeye çalışanların istinat ettiği argümanlardan birisi de, Atatürk'ün Hz. Peygamber ve Kur'an-ı Kerim için "O Arap oğlunun yaveleri" dediği şeklindeki nakildir.
Atatürk, Kur'an İçin "O Arap Oğlunun Yaveleri" Dedi mi [Ömer Sağlam]
Atatürk'ü "din düşmanı" ya da "İslam karşıtı" olarak göstermeye çalışanların istinat ettiği argümanlardan birisi de, Atatürk'ün Hz. Peygamber ve Kur'an-ı Kerim için "O Arap oğlunun yaveleri" dediği şeklindeki nakildir.
Lütfen hiç kimse, tıpkı General Kâzım
Karabekir örneğinde olduğu gibi, saltanatın ve hilafetin kaldırılmasından tutun
da laikliğin temelini teşkil eden çeşitli inkılaplara karşı çıktıkları için
Atatürk tarafından dışlanan, ordudan ve aktif siyasetten uzaklaştırılan Atatürk
muarızlarının ve muhaliflerinin veya Cemal Granda gibi, bir zamanlar onun
sofrasında çöplenirken sonradan kenara itildikleri için Atatürk'e düşman olmuş
veya kimi menfaat çevrelerince yönlendirilmiş kimi adamların iftira kokan
nakillerine bakarak Atatürk'ü dinsiz ve
din düşmanı olarak yaftalamaya kalkışmasın.
Neymiş
efendim; Atatürk, Cumhurbaşkanı
olduktan ve bütün kuvvetleri avucunda topladıktan sonra, tavrı değişmiş, Hz. Muhammed'den "Arab
oğlu" Kur'an-ı Kerimden de "O Arab oğlunun yaveleri", yani saçma sapan sözleri diye
bahsetmiş. Kaynak kim; Kâzım Karabekir! Bunları ciddiye alıp yazan(1) ve televizyon televizyon gezip
iştiyakla anlatan kim? Bir zamanlar Türk Milliyetçilerinin "ağabey"
olarak kabul ettikleri ve onlara Atatürk sevgisini aşılayan Yavuz Bülent
Bakiler.
Yavuz Bülent Bakiler'in 6 Kasım 2014 gecesi Habertürk TV’de yayınlanan “Öteki
Gündem” isimli programda anlattığına göre Atatürk Kazım Karabekir'e demiş ki: "Karabekir, Kur’an-ı Türkçeye çevirttim; millet okusun ve
o Arap oğlunun(peygamberden bahsediyor), o Arap oğlunun ne yaveler yediğini
görsün diyor, Atatürk'ün Kur'an-ı Türkçeye çevirmesinin başında bu
geliyor..."(2).
Bu
bilgi en başta tarih itibarıyla yanlış ve hatta yalandır. Sözün kaynağı kim,
Kazım Karabekir. Çünkü konuşma, Atatürk ile Kazım Karabekir arasında geçiyor. Kazım Karabekir kim? Milli Mücadele sonrasında, yani
cumhuriyetle birlikte Atatürk'le siyasi görüş ayrılığına düşmüş, Atatürk tarafından kenara itilmiş, 1924 yılında kurduğu
parti (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) bir yıl sonra kapatılmış, 1926 yılında
vuku bulan suikast girişiminden (İzmir Suikastı) dolayı idamla yargılanmış,
ancak berat etmiştir. 1927 yılında milletvekilliği görevi sona erdikten sonra
10 yıl süreyle, yani 1937 yılına kadar sürekli takip ve gözetim altında tutulan
84 kişilik muhalifler grubunun başında yer almış, bu süre zarfında inzivaya
çekilerek bazı kitaplar yazmış ancak yazmış olduğu “İstiklal Harbimiz” isimli kitap toplatılarak yakılmıştır. Özetle;
Kâzım Karabekir, İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanı seçilmesine kadar aktif siyasetin
dışında tutulmuş bir Atatürk muhalifidir. 26 Ocak 1939 seçimlerinde İstanbul
Milletvekili seçilerek ancak aktif siyasete dönebilmiş birisidir. Bu sebeple,
onun konuya ilişkin sözlerine itibar edilemez.
Öte
yandan Cumhuriyet döneminde hazırlanan ilk Kur’an Mealleri ise yanlış
bilmiyorsam Ömer Rıza Doğrul tarafından 1934 yılında “Tanrı Buyruğu” adıyla
yayınlanan kitap ile Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tarafından 1935 yılında
hazırlanan ve halk arasında “Elmalı Tefsiri” olarak da bilinen “Hak
Dini Kur’an Dili” isimli meal ve tefsirdir. Muhammed Hamdi Yazır’ın ise
eserini Atatürk’ün talebi ile ve devlet bütçesinden ayrılan tahsisatla, yani
devlet adına yazdığı bilinmektedir.
Aslında
Atatürk, tefsir hazırlama görevini Muhammed Hamdi Yazır’a, Kur’an Meali
hazırlama işini de Mehmet Akif Ersoy’a vermiş, Muhammed Hamdi Yazır, verilen
görevi yerine getirdiği halde, Mehmet Akif Ersoy bu görevi yerine
getirmemiştir/getirememiştir. Bu görev üzerindeyken Mısır’a gitmiş, uzun süre
de orada kalmıştır. Daha sonra bu görevi de Muhammed Hamdi Yazır yerine
getirmiştir. Öte yandan; damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından 1934 yılında yayınlanan
“Tanrı
Buyruğu” isimli mealin, en azından bazı bölümlerinin Mehmet Akif
Ersoy’a ait olduğu konusunda ciddi iddialar da bulunmaktadır.
Bu
sebeple biz, Yavuz Bülent Bakiler’in bahsetmiş olduğu Kur’an Meali’nin,
Atatürk'ün talebi ve görevlendirmesiyle Muhammed Hamdi Yazır tarafından 1935
yılında hazırlanan “Hak Dini ve Kur’an Dili” isimli meal ve tefsir olduğunu kabul
ediyoruz ki; bu tarihlerde Atatürk ile Kâzım Karabekir adeta düşman derecesinde
dargındırlar. Bu sebeple Yavuz Bülent Bakiler’in dediği gibi; Atatürk’le
Karabekir'in bir araya gelip Kur’an Meali üzerinde değerlendirme yapmaları en
başta tarih itibarıyla mümkün değildir. Dolayısıyla; en azından bize göre,
Yavuz Bülent Bakiler’in konuya ilişkin sözleri, herhangi bir gerçeklik değeri
olmayan yanlış bilgilerden ibarettir!
Gelin
görün ki; Atatürk muhalifleri bunun da kolayını bulmuşlar ve bahse konu
konuşmanın tarihini 1923'ün yaz aylarına kadar, yani Mustafa Kemal Paşa ile
Kazım Karabekir Paşa'nın barışık olduğu zamana götürüvermişlerdir! Elbette yine
Kazım Karabekir'i kaynak göstermek suretiyle(3). Gelin görün ki; bu tür adamları yine kendi yayınladıkları
belgeler yalanlamaktadır. Çünkü "Mehmed Akif ve Elmalılı Hamdi (Yazır) ile Diyanet adına Ahmed
Hamdi (Akseki) arasında yapılan meal ve tefsir yazılması hususundaki
sözleşmenin son sayfası" diyerek yayınladıkları belgenin tarihi 26 Ekim 1925. Yani Kazım Karabekir'in
partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatıldığı, Kazım Karabekir
ile Mustafa Kemal'in aralarının açıldığı, yani muhalefetin gücünü kaybettiği
tarihten (05 Haziran 1925) 4.5 ay
sonrası(4).
Mehmed Akif
ve Elmalılı Hamdi (Yazır) ile Diyanet adına Ahmed Hamdi (Akseki) arasında
yapılan meal ve tefsir yazılması hususundaki (26 Ekim 1925).
Yani Mustafa Kemal Paşa'nın konuya ilişkin düşüncesi ve
planı, eğer Kazım Karabekir'in;
“Belli olmayan hususlardan birisi de, hükümetin din, daha
doğrusu İslamiyet hakkındaki git-gelleriydi. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye
çevrilmesi meselesi, bu git-gellerden biriydi sadece. 14 Ağustos akşamı Türk
Ocağı’nda verilen çay ziyafetinde ilk tehlikeli hamle göründü. Bakanlardan
kimse yoktu. Hayli geç gelen Mustafa Kemal Paşa, bilim heyetinin şimdiye
kadarki mesaisiyle ilgili görünmeyerek 'Kur’an’ı Türkçeye aynen tercüme
ettirmek' arzusunu ortaya attı. Şer’iye Vekili Konya Milletvekili Hoca Vehbi
Efendi ve bunun gibi sözüne inandığım bazı zatlar şu bilgiyi vermişlerdi:
'Gazi
Kur’an-ı Kerim’i bazı İslamiyet aleyhtarı züppelere (Cemil Said’i kastediyor)
tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kur’an’ın Arapça okunmasını, namazda
bile yasaklayarak bu çeviriyi okutacak! Ve o züppelerle işi alaya boğarak güya
Kur’an’ı da, İslamiyet’i de kaldıracaktır. Çevresindekiler böyle bir çevre,
kendisini bu tehlikeli yola sürüklüyor.'
Aynı
akşam bu fikre ayak uyduran bazı kişileri görünce bu tehlikeli gidişatı önlemek
için Mustafa Kemal Paşa’ya şöyle cevap verdim: 'Devlet Başkanı sıfatıyla din
işlerini kurcalamanızın içeride ve dışarıdaki etkileri çok aleyhimize olur ve
bize zarar verir. İşi ilgili makamlara bırakmalıyız. Fakat din konusu rastgele
şunun bunun içinden çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi, kötü politika
zihniyetinin de işi karıştırabileceği göz önünde tutularak, içlerinde Arapçaya
ve dinî bilgilere hakkıyla vâkıf değerli şahsiyetlerin de bulunacağı yüksek
ilim adamlarımızdan oluşan bir kurul toplamalı ve bunların kararına göre tefsir
mi, tercüme mi yapmak uygundur, ona göre bunları harekete geçirmelidir.'
Mustafa
Kemal Paşa bana şu cevabı verdi: 'Din adamlarına ne gerek var, dinlerin tarihi
malumdur. (Kur’an’ı) Doğrudan doğruya tercüme edivermeli!'
Bu
fikrine şöyle karşılık verdim: 'Sömürgeleri Müslümanlarla dolu olan büyük
milletler Kur’an’ı kendi siyasî çıkarlarına göre dillerine tercüme
ettirmişlerdir. İslam dinine ve Arapçaya hakkıyla vâkıf kimselerin
bulunmayacağı herhangi bir kurul, tercümeyi mesela Fransızcasından yapabilir.
Fakat bence burada eğitim programımızı tespit için toplanmış bulunan bu yüksek
kuruldan, vicdanî bir mesele olan din bahsinden değil, pozitif bilim
cephesinden yararlanmak hayırlı olur. Kur’an’ın yapılmış tefsirleri var,
gerekirse yenisini de yaparlar. Devlet otoritesini bu yolda yıpratmaktansa
enerjimizi millî kalkınmaya akıtmak daha hayırlı olur.'
Mustafa
Kemal Paşa bu beyanlarıma karşı hiddetle içindekini tamamen ortaya döktü ve
şöyle dedi: 'Evet Karabekir, Arap oğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek
için Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım! Ta ki,
budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler!'
Orada
bulunan Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ve Ruşen Eşref (Ünaydın) Beyler işin bir
bilim kurulu önünde berbat bir şekle dönüştüğünü görerek, 'Paşam, çay hazır,
herkes bizi sofrada bekliyor.' diyerek müdahale edip bahsi kapatabildiler.
Bizler de özel masadan kalkarak sofraya oturduk, yedik içtik.”(5) şeklinde anlattığı gibi olsaydı,
hazır muhalefeti ekarte etmişken ve aktif siyasetten dışlayarak ülkede tam
anlamıyla bütün yetkileri elinde tutan tek adam konumuna geldikten sonra bu
düşüncesini ve planını zaten hayata geçirirdi. Ancak geçirmemiştir.
Samsun
19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlığı da yapan İlahiyat Profesörü
Osman Zümrüt "Atatürk'ün Kur'an'a Bakışı" başlıklı bilimsel
makalesinde, muhtemelen yine aynı kaynaklardan edindiği bilgilerden
hareketle "Atatürk, Kur’an’ın
Türkçe’ye çevrilmesi düşüncesini ilk kez 14 Ağustos 1923’te devletin eğitim
politikasını belirleyecek heyete anlatmıştır. Heyette çeşitli görüşler ortaya
atanlar olmuştur." dedikten sonra "Kur’ân’ın
Türkçeye çevirisi konusu, 21 Şubat 1925 tarihinde TBMM’de Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın bütçesi görüşülürken, hatalı ve eksik Kur’ân tefsirlerinin
yapıldığı gerekçesi öne sürülerek gündeme gelmiştir." diyerek, bizim
tartışmaların yapıldığı tarih dilimine ilişkin tahminlerimize oldukça güçlü bir
ışık tutmaktadır(6).
Peki, Atatürk Kur'an-ı hangi maksatla
Türkçeye tercüme ettirdi?
Osman
Zümrüt, Atatürk'ün konuya ilişkin görüşünü, niyetini ve amacını uzun uzun
anlatmış olduğu makalesinde: "Büyük devlet adamlarının din anlayışını iki
açıdan ele alabiliriz: Birincisi, devlet adamının bireysel din anlayışı ve
uygulamaları, ikincisi ise kamusal alana yönelik din anlayışı ve
uygulamalarıdır. Atatürk’ün din anlayışında tüm devlet adamlarındaki din
anlayışlarından farklı olarak bireysel alan ile kamusal alan net olarak
gerçekçi biçimde ayrılır. O, Kur’ân’ın milletçe iyi anlaşılmasını , Türkçeye
çevirterek ve Türkçe Tefsir ve Hadis kitapları yazdırarak sağlamıştır. Atatürk,
Kur’ân’ın anlaşılarak okunmasına ve okutulmasına son derece önem vermiştir. O,
Kur’ân’ın özgün Arapça okunmasını da taktir ederek güzel sesle okunmasını
özendirmiş ve Türk hafızlarını övmüştür. Atatürk, Kur’ân’ın taassup aracı
olarak kullanılmasına ve istismar edilmesine son derece karşı çıkmıştır.
Atatürk, en son din İslamın temeli Kur’ân’ın iyi anlaşılmasını ve çağımızdaki
insanların ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde yorumlanmasını
amaçlamıştır..."(7) dedikten
sonra, onun konuya ilişkin niyetini ve amacını gözler önüne seren sözlerine de
yer vermektedir.
Atatürk, bahse konu makalede de
yer alan sözlerinde şöyle der:
“(Türkler)Kur’an-ı Arapça okuyamazlar. Oysa şimdiye kadar (halkın
kavrayabileceği düzeyde) Kur’an-ı Kerim Türkçe’ye çevrilmemiştir. Bunun başlıca
nedeni, dünyadaki bütün Müslümanların başına geçerek bu ana kadar bu dini
inananlarının büyük bir görkemle itibar kazanmasına hizmet etmiş olan
Türklerin, İslam dinine duydukları özel yakınlıklarından dolayı Türkçe’ye
çevrilmesinde olabilecek hatalardan korkmalarıdır. Oysa zamanımızda bu gibi
görüşlere tahammül yoktur. Çünkü dünyada hatadan tamamen yoksun bir şey
yapılamayacağı bilimsel bir gerçektir. Böyle olası bir hata endişesinden
dolayı, Kur’an’ı anlamadığı bu Arap diliyle tamamen ezberleyecek düzeyde dinine
aşık olan Türk Milletinin, kutsal kitabın bu yüce anlamını istediği gibi
anlayabilmekten yoksun bırakmak doğru değildir...
Kur’an’ın tercüme edilmesini emrettim… İlk defa olarak Türkçe’ye
tercüme ediliyor. Hz. Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için
de emir verdim. Halk, tekrarlanmakta bulunan bir şey mevcut olduğunu ve din
işleriyle ilgili kimselerin derdi ancak kendi karınlarını doyurup, başka bir
işleri olmadığını bilsin.
Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kur’an Türkçe olmalıdır.
Türk, Kur’an’ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde ne
var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta
neler olduğunu Türk anlasın.
Camilerde Türkçe Kur’an okuyacaksınız. İşte size birer tane Kur’an
veriyoruz. Evet bu tercüme belki iyi değildir. Çünkü Arapça’dan Fransızca’ya ve
ondan da Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bununla beraber, Ankara’da daha iyi bir
Kur’an tercümesi yapılmaktadır.”(8).
Atatürk'ün söylediği yukarıdaki
sözlerden en dikkat çekeni bana göre, en sondaki sözüdür. Burada Kur'an'ın,
namaz kılarken değil, camilerde halka anlatılmasından, yani Kur'an'ın Türkçe
mealinin, camilerde halka vaaz ve nasihat verilirken anlatılmasından
bahsedildiği çok açıktır ki; Osman Zümrüt de zaten makalesinde, Osman Ergin'in,
"Türk Maarif Tarihi, İstanbul,
1977, c. 5" ten alıntı ile "Atatürk’ün Kur’ân’ın okunması
konusundaki tutumu, camilerde namazda değil, namazdan önce veya sonra, vaaz ve
nasihat mahiyetinde Kur’an-ı Kerim’in aslı okunduktan sonra, bu okunan kısmın
Türkçe anlamının verilmesi şeklinde olmuştur." demek suretiyle
bize iştirak etmektedir(9).
Bununla birlikte Kur'an'ın Türkçe
veya başka bir dile çevrilmiş haliyle namaz kılınabileceğini söyleyen ilahiyatçı
ve din adamları da yok değildir. Onlar,
bu konuda ashaptan Selman-ı Farisi'nin (İranlı Selman), Hz. Peygamber'in
izniyle Fatiha suresini Farsça'ya çevirerek ibadet ederken okumaları için İran
halkına göndermesini delil olarak gösterirler.
...
Konuya
ilişkin olarak şu kadarını da söylemeliyiz ki; Hz. Peygamber için "Arap
Oğlu" anlamına gelen "İbn-i Arap" tabiri
söylenmiş olsa bile, bu tabir hakaret içirmez. Şahsen birisi bana "Türk
oğlu" anlamında "İbn-i Türk" dese, ben bundan alınmam, tam
tersine gurur duyarım. Herhalde Yavuz Bülent Bakiler de gurur duyar kendisine
söylenecek böyle bir tabirden. Zira Sivaslı olmakla, o da tıpkı benim gibi Türk
oğlu Türk'tür. Tıpkı ailesi aslen Tokatlı olan Mustafa Kemal Atatürk'ün de Türk
oğlu Türk olduğu gibi. En büyük Mutasavvıflardan birisi olan Muhyiddîn-i
Arabî'nin kısaca "İbn-i Arabî"
olarak zikredildiğini konuya vakıf herkes bilir bu memlekette.
Yavuz
Bülent Bakiler'e sormak gerekir; "Madem Atatürk, Allah'ın sözleri olan
Kur'an-ı Kerim'i, Arabın oğlunun yavelerini millet görüp anlasın diye tercüme
ettirdi, peki kendi sözlerinden oluşan Sahih-i Buhari isimli hadis kitabını
hangi maksatla tercüme ettirdi? Onu da, millet Arabın oğlunun ya lellisini
görüp anlasın diye tercüme ettirmiş olmasın!"
Yavuz Bülent Bakiler'in,
yukarıdaki konuşmasının devamında söylediği "Atatürk
zamanında okutulan dört ciltlik tarihimiz vardır. O tarihte İslamiyet'le
ilgil,i peygamberle ilgili söylenenleri burada size okuyabilirim. Muhammed
kendinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı bir dine vatandaşlarını davet
etmeye başladı. Bunun adı İslam'dır... Bunu devrin en önemli şahısları
yazmışlar. 1931 yılında devlet matbaasında basılmış..."şeklindeki
sözleri de kendi adına tam bir talihsizlik sayılmalıdır(10).
Çünkü bu sözleriyle, Y.B.Bakiler,
başkalarınca yazılmış şeyleri de Atatürk'ün üstüne yıkmaya tevessül etmektedir.
Neymiş efendim, devrin önemli yazarları "Muhammed kendinin bulduğu ve doğru
olduğuna inandığı bir dine vatandaşlarını davet etmeye başlamış. Bunun adı
İslam'dır..." demişler imiş!
E ne var bunda? İslam Dini, elbette Hz. Muhammed tarafından "Allah, bunları benim size tebliğ
etmeme istedi. Ben bunları tebliğ edilmekle görevlendirildim" diyerek
tebliğ edilmiş bir dindir. O, söz konusu
Kur'an ayetlerini Cebrail veya başka bir suretle (içe doğma ya da sadık rüyalar
vs. yollarla) alırken, onu gören hiç kimse yoktu yanında. Üstelik O, o güne
kadar hiç duyulmayan ve insanlar için bir anlamda gaip olan konuları aktardı
insanlara. Sözlüklerimiz ise "Bulmak" filini "varlığı
bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak, keşfetmek" şeklinde de tarif
etmektedirler. Bu itirabla, Hz. Peygamber'in, ayetleri çeşitli yollarla
Allah'tan alması şeklindeki eyleminin, başkaları tarafından "bulmak"
fiiliyle ifade edilmesi, çok da yanlış sayılmamalıdır.
Dolayısıyla;
milliyetçi bir aydın olarak insanlar arasında az çok isim yapmış ve kabul
görmüş bir kişi olan Yavuz Bülent Bakiler'e, son yıllarda özellikle Atatürk'e
karşı takınmış olduğu hoyratça tavır asla yakışmamaktadır. Kendisiyle
sohbet etme ve karşılıklı mektuplaşma imkânı bulmuş bir kişi olarak diyebilirim
ki; üstat son yıllarda hızlı ve ilginç
bir değişim yaşamaktadır!
BİTTİ
1-Yavuz Bülent Bakiler "Atatürk dinin nasıl öğretilmesini istiyordu -1-" başlıklı makalesi
(Türkiye gazetesi, 18.08.2012).
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yavuz-bulent-b%C3%A2kiler/545763.aspx,
2- http://www.youtube.com/watch?v=lrThetdKuZw &
https://www.facebook.com/ateisturk/videos/892960957431105/,
Bu konuda daha geniş bilgi almak için bkz. "Seninle Ülküdaş değiliz artık"
başlıklı yazımız,
http://sessizliginsesleri.blogspot.com.tr/2014/11/seninle-ulkudas-degiliz-artk-omer-saglam.html
3- Mustafa Armağan, " Atatürk Kur’an’ı neden Türkçeye çevirtmişti?" başlıklı makalesi,
http://www.zaman.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/ataturk-kurani-neden-turkceye-cevirtmisti_2237981.html,
4- Mustafa Armağan, agm.
5-Mustafa Armağan, agm.
6- Prof. Dr. Osman Zümrüt, "Atatürk'ün Kur'an'a Bakışı"
başlıklı makalesi, Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, c.
5, s. 1957.,
7- Osman Zümrüt, agm.
8- Osman
Zümrüt, agm.
9- Osman
Zümrüt, agm.
10- bkz. 2
nolu dipnotta belertilen video kayıtları.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.